Emekçi katmanlar ve proleterya ile ilgili

#1
litaratür konusunda sıkıntı büyük.. mülkiyetçi litaratür 5 bin yıldır bilinci belirledi.. hatta bir çok litaratürü bozdu dönüştürdü.. olması gereken yerine olmaması gerekenler geldi..
emek ve emek kullananları tarif eden tanım olan proleterya gibi..

proleterya antik yunan ve roma döneminde özgür ama mülkiyetsiz site vatandaşlarına denilirdi.. dönemin iki emekçi sınıfı vardı.. köleler ve serfler..
ilerlemeci(kapitalis t modernite solu) sol., bunları emek tanımı olarak dönemine taşımadı.. yada buradan yola çıkıp yeni bir litaratğr yaratmadı.. gitti site üzerinden kentliyi tarif edecek olan bir litaratürü seçti.. ben bunun tesadüf olmadığını düşünüyorum..

dönemin proleterleri zamanla askeri ve kolonyalist tüccar olarak ilerledi.. bir kısmı kahyalık gibi aristokrasinin denetimi altında lonca egemenleri oldular ve sonra manifaktür sanayicisi oldular..

şöyleki..
işsiz serseri ama özgür proleter sınıfı ya asker yada sitedeki gayrı meşru işleri kovalayan kesim olarak var oldu.. bazen borçlanma nedeniyle köle oldular ama ayaklanmalarla bu kaldırıldı.. sonunda yayılmacılık üzerinden kolonilere yerleştiler.. site içinde kırsaldan gelen sanaatkar serfler ve yanlarında kölelerin kurdukları imalethanelerin başına bunlar geçti.. yada denetimci oldular.. osmanlıda ahilik sistemi budur.. aşiret askeri yapısından dökülen akıncı/talancı serseriler loncaların başında oldu.. yeniçerilerin değişimi de bilinir..

kısaca.. marksizm doğru!! bir litararür buldu.. siteden kentliye süreci koparmadı.. sermaye sahibi olanlarına burjuva(burg-jkentli) dedi.. serf/köleden sınıf atlayan kentli "özgür" emekçi olana da proleterya dediler.. yani.. köle/serfden emekçi ama kentlisini yarattılar.. diğer emekçiler tarihin gerisinde kaldı.. da.. seze-meyve ve un nerden geldi bakmadılar.. sanırım onlar doğal köle olsa gerek..

bu anlamda zorlanıyoruz.. litaratürü düzeltelim yenisini koyalım diyoruz ama yeni litaratürle anlatırken dinleyene fransızca geliyor.
anlasınlar derken eskisi kullanmak zorunda kalıyoruz.. bu sefer hakikat arayışımız örseleniyor..
suat




Marksizmin bu temelde incelediği "işçi sınıfı" bizzat kent kültürünün ilerlemiş boyutunda yaygınlaşan bir sınıf oluyor.

o zaman soruyla devam edeyim.

lonca sisteminde serfler ve köleler kentleştiler ve mülksüz proleterler de bunların başına geçti ve denetimcisi oldular.Bu lonca sistemi dediğimiz bizzat mali sermaye ve aristokratik yapılarla bağlantılıydı sonrasında gelişen sanayi sermayesi bizzat bu mali sermaye içinden çıkan kesimlerin manifaktür üretimin mülkiyetini ele geçirerek mi olşumuştur???


suattan alıntıyla şöyle devam edeyim
sermayeyi kendi tarihsel sürecinden koparıp., ücretli emek ve artı-emek üzerinden tanımlamak hatadır.. toplumsal yaşam tarihine uymaz..
sermayeyi., üretim araçları üzerindeki mülkiyete bağlamak da sermayi dar ele almaktır.. üretim aracına sahip olmayan sermayeleri atlamaktır.. özellikle mali sermayenin hegomanik tarihsel sürecini es geçmektir.. mali sermayenin altında denetiminde gelişmiş bir çok alt sermayeyi öne çıkartmaktır..
reel devletli sosyalizm yanılgılardaki bir zeminde budur.. üretim araçları üzerinden kişisel mülkiyet kalktığında sermaye yok oldu yanlışı yaratılmıştır..
vs. vs.


Sermaye birikimi bizzat pazarla alakalıdır.Üretimde özel mülkiyetin olması ise bir hukuki hükümdür.Sermaye dediğinde pazarın hakimi olman kısacası onda tekelleşmen gerekmektedir.Bence marksizmin yaptığı en büyük hatalardan birisi de bu noktadadır.Teke öncesi kapitalizm diye bir kavram ortaya atarlar.Oysa tekel öncesi kapitalizm dediğinde mali sermaye vardı sadece endüstriyalizm gelişmemişti zaten kapitalistler endüstriyi hegemonyaları altına alarak kendilerini sanayi kapitalistleri haline getireceklerdi.


Kapitalizm bir sanayi toplumudur demek bu noktada en sakat tanımlamalardan biridir.Kapitalizm devletçi uygarlığın gelişmesine bağlı olarak tacirlerle başlayan süreçte pazar üzerinde hegemonya kuran bir "İKTİDAR" düzenidir.Bunun sanayi finansal yöntemleri de olacaktır.Bugün finans kapitalin gelişiminde görüldü gibi kapitalizm bir sanayi toplumu olmanın ötesinde bir toplum değil bir TEKELCİ KLİK BİRLİKTELİĞİDİR.

Karşı çıkmamız gereken pozitiizmin sınıfçı bakış açısı özellikle bunu proleterya nezdinde göstermektedir.Esnaf ve zanaatkar kesimin verdiği direnişler "gerici" olarak nitelendirilmekte ve "burjuvaların" bu kesimi proleterleştireceği iddia edilmekteydi.Evet geniş bir proleterleşme oldu ancak hala bu kesimler varlar en önemlisi hala yoksul köylü kesimler var.

işçi ve emekçi denilerek "emekçi" ile sanayici pozitivist anlayışlarını saklamaya çalışanlara karşı bizim emekçi ile kastımız sermaye ve tkel dışarısındaki kesimlerin her türlü yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirmelidir(emek) ve bunu toplumsallık yönüyle işleten kesime de (emekçi) denir.
 
#2
marinaleda'nın yazısı

geçen 1 mayıstan hareketle kafama takılan bir kaç soruyu sana sorayım dedim.Özellikle bugünün siyasetinde "sınıf" kavramları bazı kesmiler tarafından muhazakarca korunurken bu tanımlamaları yıkan hareketlerin de yerine koydukları tannımların bazıları post modernist ve liberal zihniyette iken bugün özgürlük hareketinin tarihsel toplum çözümlemeleriyle birlikte gerçekten doruk noktada bir "halk paradigması" şekilleniyor diye düşünmekteyim.

Bu noktadan hareketle halkın yani eski kullanımö olarak devlet dışı toplulukların kapitalist moderniteye karşı direnişi ve bunun izinde yeni bir modernite örgütlemeleri(demokr atik modernite) bazı soruları da ister istemez gerekli hale getiiyor.Özellikle duran kalknın da belirttiği "emekçi" vurgusu bu noktada bir belirleyicilik taşıyor.Çünkü emeğin sınıfsal değil özgürlükçü ve toplumsal karakteri demokratik özgür yaşamın kurulmasında önemli bir görev üstleniyor.


Tabii ki bununla birlikte halk sözcüğüyle bugün bulunduğumuz sistemde kimlere seslendiğimiz de çokça sorulan sorulardandır.Ben bu soruya iktidar ve sermaye tekelleri kısacası tekel sisteminin dışındaki kesimler şeklinde cevap veririm.Tabii bu noktada özellikle marksizmin getirdiği ekonomik determinist anlayışın etkisiden de çıkamadığımızı her an hissediyorum.Çnkü ne zaman bir halk tanımlaması yapmaya çalışsak her zaman bir ekonomik tekel olgusu il igili tatışmalar başlamaktadır.


Braudelin dediği gibi sermaye her zaman tekeldir ve toplumsal pazarı kontrol etmekte yükümlüdür.Sermayeni n kendini var etmesi pazar da toplumsallığı ve rekabeti ökldürme şeklindedir.Tabii bunu iktidarla bağlantılı şeklinde gerçekleştirerek aslında kendi "tekelci" kardeşleriyle birlikte çalışmaktadır.Kapita lizmin şekillendiği zamanlar ne kadar sümer rahip devletlerine dayansa da özellikle tacirlerin tekelci hegemonyasıyla kendini bir şekilde iktidar haline geetirmiştir.Ticaret yoluyla tekelleşen sermaye sistemi pazarda fiyaltarı arz talep dengesiyle oynayarak onu kontrol etmeyi başarmışlardır.Tabi o zamanki feodal süreç içerisindeki serflerin kentlerde oluşturdukları "loncalar" da bir bakıma bu tekelci sürece bağlı şekillenmişlerdir.Te keller bu lonca örgütlenmelerini bizzat kendilerine bağlı hale getirmişlerdir(bugün ki esnaf ve zanaatkar ve küçük işletmelerde olduğu gibi)


Soruma yavaş yavaş yaklaşırken dün kck nin 1 mayıs açıklamasıyla ilgili bir sözünü paylaşmak istiyorum

"Emeği sadece iş yerinde ve işçinin 8 saatlik çalışmasıyla sınırlandırmak kapitalizmin tuzağına ve yedeğine düşmekten başka bir şeyin olmayacağı ifade eden Komite, iktidar elitleri dışındaki toplumun bütün kesimlerinin aldığı nefesten, hayatta kalma mücadelesine yaşamın her alanında insanca yaşama duygusuyla yüreği çarpan bütün insanların çabalarını emek olarak değerlendirdiklerini dile getirdi."


emek,halkın yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirmek adına uyağtığı bütün işlerdir.Bu noktada emeğin dışındaki ortamlarda kısaca emek faaliyetinin gerçekleşmediği ortamlar da bizzat sermayenin kontrol alanlarıdır.Sermaye pazarı kontrol ettiği gibi bütün bu emek faaliyetleini de bir şekilde kontrol etmektedir.Ve bu nontrol ve sömürüyle kendini var etmektedir kısacası yaşamsal faaliyet gerçekleştirmesine gerek yoktur.


emek-değer teorisinin fabrika duvarlarına sıkıştırdığı toplumsallığı yenerek yeni bir emek-değer süreci yaratmakta fayda görsem de bu sürecin halk boyutunda hangi kesimler de etkili olduğu da önemlidir.Yani geçmişin lonca örgütlenmeleri ile bugünün esnaf zanaatkar serbest meslek dahipleri ve küçük boy işletme sahipleri gibi kesimler bu durumda ne kadar "emekçi" tanımlamasının içine düşmektedirler??? kendi fikrimce bu kesimlerin belli bir birikimleri özel mülkiyetleri olmalarına rağmen pazar nezdinde tekelci bir kontrol sistemine sahip olamadıkları için kendileri de bizzat emek süreci içerisinde olan kişilerdir.

işçi ve emekçiler sözündeki "emekçi" ile ne kastedilmektedir??? işçiyi mülkiyet sahibi olmayan proleter şeklinde yorumlarsak ,emekçi kesmimler de küçük köylü çoban esnaf zanaatkar ve küçük tüccar kesimlere denk düşmektedir.Eğer yanlışsam bu işçi ve emekçi sözüyle gerçekten büyük bir anlatım bozukluğu yapılmaktadır :D


bugün HDP seçim bildiregesinden tutunda rojava sözleşmesine kadar tekelleşmeye karşı yapılan vurgu karşısında kooperatif ve komünsel yapılara yapılan vurgu kadar bu küçük bujruva denilen kesimlere de vurgu yaılmaktadır.Tabii ki küçük burjuva kavramı çok büyük eksikliklşer içermektedir.Kapital ist kavramıyla eş tutulduğu zaman burjuva kavramı gerçekten önemini yitirmekte ve pozitivist dilin hegemonyası altında düzen yanlısı bir anlayışla ele alınmaktadır.Bu serbest piyasa tanımlaması gibidir.Oysa piyasa bugün serbest falan dğeildir ama marksizm bunu da kapitalistler gibi diretmekte geri durmamaktadır.



bugün özgürlük hareketinden yoldaşlar "KURMANCE ZANE" diye sorduklarında "bilmiyorum" cevabı veren türkiye solunun durumudur.Ama iyi ki ben "EZ NİZANİM" diyerek cevaplıyorum :D

not.. marinaleda'nın bu yazısı isteği üzerine buraya aktarılmıştır..
 
#3
Kentler burjuvası, ayrıca, feodaliteye karşı güçlü bir silaha da sahipti: para. Ortaçağın başlangıcındaki feodal ekonomide, para için pek yer yoktu. Feodal bey, gereksinmesi olan her şeyi, ya çalışma biçimi, ya da ürün biçimi altında, kendi toprak kölelerinden sağlıyordu; kadınlar, keten ve yün eğiriyor ve dokuyorlar ve giysiler dikiyorlardı; erkekler tarlaları ekiyorlardı; çocuklar beyin sürüsüne bakıyor, onun için orman yemişleri, kuş yuvaları, hayvan yataklığı (hayvanların ahırda üstünde yatmaları için ot) topluyorlardı; ayrıca, bütün aile, bundan başka buğday, meyve, yumurta, tereyağı, peynir, kümes kuşları, genç sürü hayvanları, daha bilmem ne teslim etme zorundaydı. Tüm feodal egemenlik, kendi kendine yetiyordu; savaş yükümleri bile, ürün olarak isteniyordu; ticaret, (sayfa 597) değişim yoktu, para gereksizdi. Avrupa öylesine düşük bir düzeye düşmüş, öylesine baştan başlama zorunda kalmıştı ki, para, o zaman toplumsal bir işlevden çok, salt siyasal bir işlev görebilirdi: vergilerin ödenmesine yarıyor, ve esas olarak yağma ile kazanılıyordu.
Şimdi her şey değişmişti. Para, yeni baştan, evrensel değişim aracı durumuna gelmiş, ve bunun sonucu, niceliği oldukça artmıştı; artık soyluluk bile ondan vazgeçemiyordu ve satacak çok az şeyi olduğu ya da hatta hiç olmadığı, yağma da artık o kadar kolay olmadığı için, burjuva-tefeciden ödünç alma yolunu tutma zorunda kaldı. Yeni toplar tarafından topa tutulmasından çok önce, feodal şatolar, para tarafından çoktan kemirilmiş bulunuyorlardı; top barutu, para hizmetinde bir oda çavuşundan başka bir şey olmadı. Para, burjuvazinin, büyük siyasal eşitlik rendesi idi. Kişisel bir ilişkinin bir para ilişkisi tarafından, ayrıl bir yükümün (prestation) para biçiminde bir yüküm tarafından ortadan kaldırıldığı her yerde, bir burjuva ilişkisi, feodal bir ilişki yerine geçiyordu. Gerçi eski kaba doğal ekonomi biçimi, ezici bir çoğunlukla varlığını sürdürüyordu; ama daha şimdiden, Hollanda'da, Belçika'da, Aşağı-Ren'de olduğu gibi, köylülerin feodal beye angarya ve ayni yüküm yerine para verdikleri, beyler ile uyrukların, toprak sahipleri ve çiftlik kiracıları durumuna dönüşümleri yolu üzerinde ilk kesin adımı atmış bulundukları, yani, kırda bile, feodal kurumların toplumsal tabanlarını yitirdikleri birçok bölge vardı. Bu çağda, Batı Avrupa'yı saran para hırsı, 15. yüzyılın sonunda feodalitenin para tarafından içten ne derecede aşındırılmış ve kemirilmiş olduğunun parlak bir örneğini gösterir .Portekizlilerin, Mrika kıyılarında, Hindistan'da, tüm Uzak-Doğuda aradıkları şey, altın'dır; İspanyolları, Amerika'ya gitmek üzere, Atlantik Okyanusunu aşmaya götüren şey, büyülü altın sözcüğüdür; yeni (sayfa 598) bulunan bir kıyıya ayak basar basmaz, Beyaz adamın ilk istediği şey, altın idi. Ama bu uzakta maceraya gitme gereksinmesi, başlangıçta içinde gerçekleştiği feodal ya da yarı-feodal biçimlere karşın, temeli tarım olan ve fetih savaşları esas olarak toprak kazanma ereğini gözeten feodalite ile, daha temelinde, bağdaşmaz bir şeydi. Üstelik, denizcilik, anti-feodal niteliğinin damgasını, bütün modern savaş filolarına bile basmış bulunan açıkça burjuva bir sanayi idi.
http://www.enternasyonalforum.net/a...e-burjuvazinin-yukselisi.html?highlight=lonca

ek olarak aşağıdaki linkler
http://www.enternasyonalforum.net/a...-yapisi-ve-sosyal-tabani.html?highlight=lonca

http://www.enternasyonalforum.net/t...t28208.html?highlight=lonca+sistemi#post28208

http://www.enternasyonalforum.net/makaleler/8640-toplumsal-curume-ler.html?highlight=lonca+sistemi

üstteki alıntı engels'dendir ve çok önemlidir.. ortaya koyduğu kapitalist modernitenin bilimsel sosyalizmi çizgi ve içeriğine göre aslında kendini eleştirecek veriler ve tespitlerdir.. buradan yola çıkacağım..
 
Son düzenleme:
#4
sıkıntı sadece litaratürde değil., litaratürü de belirleyen bilgi-bilim işleyi ve birikiminde de var..

Kentler burjuvası, ayrıca, feodaliteye karşı güçlü bir silaha da sahipti: para. Ortaçağın başlangıcındaki feodal ekonomide, para için pek yer yoktu. Feodal bey, gereksinmesi olan her şeyi, ya çalışma biçimi, ya da ürün biçimi altında, kendi toprak kölelerinden sağlıyordu; kadınlar, keten ve yün eğiriyor ve dokuyorlar ve giysiler dikiyorlardı; erkekler tarlaları ekiyorlardı; çocuklar beyin sürüsüne bakıyor, onun için orman yemişleri, kuş yuvaları, hayvan yataklığı (hayvanların ahırda üstünde yatmaları için ot) topluyorlardı; ayrıca, bütün aile, bundan başka buğday, meyve, yumurta, tereyağı, peynir, kümes kuşları, genç sürü hayvanları, daha bilmem ne teslim etme zorundaydı. Tüm feodal egemenlik, kendi kendine yetiyordu; savaş yükümleri bile, ürün olarak isteniyordu; ticaret, (sayfa 597) değişim yoktu, para gereksizdi. Avrupa öylesine düşük bir düzeye düşmüş, öylesine baştan başlama zorunda kalmıştı ki, para, o zaman toplumsal bir işlevden çok, salt siyasal bir işlev görebilirdi: vergilerin ödenmesine yarıyor, ve esas olarak yağma ile kazanılıyordu.
diye anlatıyor engels.. anlatıyor ama anlattıkları ne tarih ne toplum tarihi içinde bir gram gerçekleri ifade etmiyor..

Kentler burjuvası, ayrıca, feodaliteye karşı güçlü bir silaha da sahipti: para.
yanlış.. paranın sahibi bahsettiği kentler burjuvazisi derken mali sermaye ise doğrudur ama ne sanayi ne de ticaret sermayesidir..

Ortaçağın başlangıcındaki feodal ekonomide, para için pek yer yoktu. Feodal bey, gereksinmesi olan her şeyi, ya çalışma biçimi, ya da ürün biçimi altında, kendi toprak kölelerinden sağlıyordu;
yanlış.. bırakın feodal ekonomi!! dediği şey!! ve çağında.. antik çağda bile para vardı.. yine para üzerinden yerel yada emperyal(imparatorluk) egemenleri üzerinde denetim de vardı..

Tüm feodal egemenlik, kendi kendine yetiyordu; savaş yükümleri bile, ürün olarak isteniyordu; ticaret, (sayfa 597) değişim yoktu, para gereksizdi.
yanlış.. kendi kendine yeten ekonomi., toplumsal yaşam içindeki üretimsel faliyetlerdeki alt sınıflar için geçerli sözlerdir.. toplum ne üretiyor ise onunla idare ediyordu.. ki.. bu bile genel işleyiş değildir.. demir cevherinin olmadığı ve demirin işlenmediği bölgeler bu gereksinimlerini(saban vs.) nasıl? karşılıyordu..

doğrudur.. savaş yükümleri bile, ürün olarak isteniyordu; bu vergi olarak alınıyordu.. ticaret, (sayfa 597) değişim yoktu, para gereksizdi. doğrudur.. engels bilemez mi? olmaz elbette.. çünkü., istenen şey toprak-toplum mülkiyet hakkı olan vergidir.. üretimci toplum para veremez çünkü ürününü satma yetkisi yok.. yetki egemende.. aldığı bu artı-ürünleri ticaret yapan sınıflar sayesinde diğer gereksinim duyan egemenlere sattırıyor., karşılığında gereksinimi olan ama kendi bölgesinde olmayanları(tuz-demir-yün-pamuk-tahıl vs. vs.) alıyordu.. demiri ileyen yine kendi egemenliğindeki köle yada serf zaanatkarlardı..
ama para vardı ve ticaret antik çağda bile vardı.. mö.1. yüzyılda madeni simge ve deri senet(değişim simgesi ve ölçü birimi) kullanılıyordu.. bu eşdeğer sayılan nesnelerle karşılığında mal alabiliyordun..

ilk bilinen(verilerle) ticaret şöyle oluyordu.. mal dolu tekneler kıyıya gelir malı bırakır çekilir.. yerel halk gelir malların yanına kendi ürünlerini yada altın-gümüş gibi değerli madenleri bırakır ve çekilir.. malı bırakan tekne gelip bunları almaz ise biraz daha bırakılır.. yani bu şekilde takas/ticaret tamamlanırdı.. daha sonra aracılar(ilk ticari elçiler) ile ve sonrada direk ilişkilerle(yerelde alım-satan yapanlar türedi) bu işler ilerletildi..

zaman içinde yerel yada emperyal(egemenliklerin bölgelerinde serbest bölge diyeceğimiz panayırlar yaratıldı.. buraların ve ticaret yollarının korumasını en iyi yapan egemenlikler en iyi işleyen pazarlara sahip oldular.. elbette mal takası veya değişim aracı(para) vardı.. değer ölçüsünü tüccarlar belirliyordu..

bu tüccar sınıflar egemenlik alanında hanedan değil tüccar aileleri olarak yeni sınıfı oluşturdular ve süreç içindeki birikimler sayesinde içlerinden mali sermaye sınıfı doğdu..
hem egemenlikleri hemde ticareti belirleyen bunlar oldu.. ama bu durum antik çağdan beri vardır.. engels bunları bilmez değildir.. morgan(eski toplum) okumuş üzerinden kitap yazmıştır(ailenin-özel mülkiyetin-devletin kökeni)

kısaca.. engelsin feodal ekonomi!! dediği o çağın öncesi bu işler vardı sonrasında sistemleşti.. bu ticaret üzerinden gelişen sermayeye ticaret sermayesi denir.. aristokrasi(klan/hanedan egemenliği) de bir çeşit sermaye idi ama birikimi toplum üzerinde egemenlik anlamındadır.. tüccarlar ise mal-finans) sermayesel birikimi temsil ederler.. aristokrasi bu sürecin işleyişinde asalak sermaye haline gelirken egemenliği işletmek için paraya(finansa) gereksinim duyduğundan hem artı-ürününü pazarlayacak hemde gelirinden pay verecek bu tüccar sınıfa göbeğinden bağlandı.. hiyerarşik iktidar birikimi onların ama ekonomik birikim tüccar sınıfınındı.. bu işleyiş burjuva "modern" devletler dedikleri yeni bir iktidar tarzı yaratılana kadar sürdü.. devlet(asker-sivil bürokrasi)., yani iktidar ile ekonomik iktidar yetki-etki gücü yer değiştirdi.. bu sefer neo aristokrasi(asker-sivil devlet bürokrasisi) ekonomik sermaye denetimine girdi..

selçuklu hanedanı iktidardır ama mülkün(farsça devlet demektir) nizamı ninam-ı mülk adındaki vezirin elindedir.. helnde öyledir.. iranda sermaye baazar olarak tanımlanır tüccar ve mali sermaye sınıfıdır.. şah döneminde mali sermayenin bir kesimi kürresel ilişkilere girdi şahı destekledi ama alt mali sermaye ile tüccar sınıfı mollalara dayandı.. fransa katkısı ile uzlaştılar mollalar üzerinden iktidar işletirler.. ama asıl iktidar belirleyeni baazar denilen sınıflardır..
avrupada napolyon seferlerinin arkasında ve karşısına dikilen biritanya-prusya arkasında avrupa mali sermayeleri vardı.. napolyon bpoşuna para para demedi..

engels napolyona kadar olan tarihi yok sayıyor..
saymakla kalmıyor.. bahsettiği gerici' feodal ekonomi! karşısında "ilerleme" devrim" saydığı para işini de antik çağdan beri gelen mali sermaye olarak tanımlamıyor..


mali sermayeyi es geçmek adetendir ve kaçınılmazdır.. es geçmez isen sanayi burjuvazisi ve ilerleme tarihi "yazamazsın".. sermayesel birikimi., iktidar ve ekonomik birikim olarak sunmak zorundasın ve bunun da üretici güçlerin değil., zor'un(hegomanya-hiyerarşi) işi olduğunu söylemek zorundasın..

Şimdi her şey değişmişti. Para, yeni baştan, evrensel değişim aracı durumuna gelmiş, ve bunun sonucu, niceliği oldukça artmıştı; artık soyluluk bile ondan vazgeçemiyordu ve satacak çok az şeyi olduğu ya da hatta hiç olmadığı, yağma da artık o kadar kolay olmadığı için, burjuva-tefeciden ödünç alma yolunu tutma zorunda kaldı.
yanlış.. şimdi dediği şey ilerlemeci-devrimci kapitalist ekonomi!! oluyor.. bahsettim para antik çağdan beri var.. burjuva-tefeciden ödünç alma yolunu tutma zorunda kaldı. dediği işler antik çağdan beri mevcut..

doğrudur.. artık serf yada köle üretiyor yerel egemen artı-ürünü alıp satma para alma işleri yapamıyor.. ama bu sadece kentlerde olan bir şey.. 1800leri bırak 1900larda bile serf toplum avrupada vardı.. sadece artık insan "özgür" sayılıyor ama toprakta yarıcı(kiracı) olarak çalışıyordu.. istediği zaman bırakamıyor yada başka toprağı kiralayamıyordu.. maden işletmeleri bile öyle idi.. sanayici! kira ile işletirken üzerinde yaşayan toplum orada çalışmak "zor"unda idi.. yasalarla bu sağlanıyordu.. t.c. döneminde bile işletildi..

Bu çağda, Batı Avrupa'yı saran para hırsı, 15. yüzyılın sonunda feodalitenin para tarafından içten ne derecede aşındırılmış ve kemirilmiş olduğunun parlak bir örneğini gösterir .Portekizlilerin, Mrika kıyılarında, Hindistan'da, tüm Uzak-Doğuda aradıkları şey, altın'dır; İspanyolları, Amerika'ya gitmek üzere, Atlantik Okyanusunu aşmaya götüren şey, büyülü altın sözcüğüdür; yeni (sayfa 598) bulunan bir kıyıya ayak basar basmaz, Beyaz adamın ilk istediği şey, altın idi. Ama bu uzakta maceraya gitme gereksinmesi, başlangıçta içinde gerçekleştiği feodal ya da yarı-feodal biçimlere karşın, temeli tarım olan ve fetih savaşları esas olarak toprak kazanma ereğini gözeten feodalite ile, daha temelinde, bağdaşmaz bir şeydi. Üstelik, denizcilik, anti-feodal niteliğinin damgasını, bütün modern savaş filolarına bile basmış bulunan açıkça burjuva bir sanayi idi.
engelsin "yazdığı" tarih budur.. sanayi burjuvazisini övmek devrimci yapmak.. oysa kendileri bile yaşadı-gördü ve hatta yazdı.. burjuva devrimlerini! belirleyen her zaman mali burjuvazi olmuştur..
finansı olmayan sanayi kuramaz.. maden işletemez.. ticaret yapamaz..

ekonominin toplumsal tarihi antik çağdan beri ticaret sermayesi ve onun birikimi üzerinden doğan mali sermayenin tarihidir.. engelsin övdüğü para/finans budur.. mülkiyetçi tarihiyaratan.,ne sanayi., ne teknoloji ne modern! burjuva devletlerdir.. yani üeretici güçler değil hiyerarşik-hegomanya birikimi ve buradan beslenip çıkan finans sermayesidir.. yani kanser hücresidir..

toplumsal üretim faliyetleri sürekli gelişir.. yine toplumsal bir faliyet olan doğanın işleyişi de gelişmektedir.. doğa beslenme nedeniyle oluşan hiyerarşik işleyişi dengeleyebilmiş.. ama insan toplumu buradan bir canavar yaratmış..

"bilimsel sosyalizm" dedikleri.; mülkiyetçi tarih yazılımına toplum adına çözüm üretmek amaçlıdır ama ne yazık ki., mülkiyete hizmet ediyor..

demem o ki.. bizim bilim ve toplum tarihi noktasında sıkıntılarımız çok büyük.. bunu derken dönemin yaratımlarını red etmiyorum.. amaçlar noktasında itham da etmiyorum ama amaç ile ortaya çıkan sonuç aynı olmuyorsa., düşünmek ve sorgulamak gerekir diyorum..
 
#5
FRİEDRİCH ENGELS

KOMÜNİZMİN İLKELERİ




Soru 1:
Komünizm nedir?

Yanıt:
Komünizm, proletaryanın kurtuluş koşullarının öğretisidir.

Soru 2:
Proletarya nedir?

Yanıt:
Proletarya, toplumun, geçim araçlarını herhangi bir sermayeden elde edilen kârdan değil, tamamıyla ve yalnızca kendi emeğinin satışından sağlayan; sevinci ve üzüntüsü, yaşaması ve ölmesi, tüm varlığı emek talebine, dolayısıyla işlerin iyi gittiği dönemler ile kötü gittiği dönemlerin birbirlerinin yerini almasına, sınırsız rekabetten doğan dalgalanmalara dayanan sınıfıdır. Proletarya, yani proleterler sınıfı, tek sözcükle, 19. yüzyılın çalışan sınıfıdır.

Soru 3:
Şu halde proleterler her zaman varolmamışlardır? (sayfa 98)

Yanıt:
Hayır. Yoksul halk ve çalışan sınıflar her zaman varolmuştur,[45] ve bu çalışan sınıflar çoğunlukla yoksuldular. Ama demin sözü edilen koşullar altında yaşayan bu tür yoksullar, bu tür işçiler, yani proleterler her zaman varolmamışlardır, nasıl ki rekabet her zaman serbest ve sınırsız olmamışsa.

Soru 4:
Proletarya nasıl doğdu?

Yanıt:
Proletarya, geçen yüzyılın ikinci yarısında İngiltere'de ortaya çıkan ve o zamandan bu yana dünyanın bütün uygar ülkelerinde kendini yinelemiş olan sanayi devriminin bir sonucu olarak doğdu. Bu sanayi devrimine, buhar makinesinin, çeşitli dokuma makinelelerinin, buharlı tezgahın ve daha birçok başka mekanik aygıtların icadı neden oldu. çok pahalı olan ve, bunun sonucu, ancak büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, o güne dek varolan tüm üretim biçimini değiştirdi ve makineler işçilerin derme çatma çıkrıklarıyla ve el tezgahlarıyla ürettiklerinden daha ucuz ve daha iyi metalar ürettiği için, eski işçileri safdışı bıraktı. Böylece bu makineler, sanayii tümüyle büyük kapitalistlere teslim etti ve işçilerin sayıca pek az olan mülklerini (aletler, el tezgahları, vb.) değersizleştirdi, öyle ki, kapitalistler çok geçmeden her şeye el attılar ve işçjlere hiç bir şey kalmadı. Fabrika sistemi, bu yolla, giyim eşyaları imalatına girmiş oldu. Makine ve fabrika sisteminin harekete geçmesinin ardından, fabrika sistemi çok geçmeden öteki sanayi dallarında da, özellikle pamuklu dokuma ve matbaa işlerinde, çanak-çömlek ve madeni eşya sanayiinde kullanılmaya başlandı. Tek tek işçiler arasında giderek daha çok işbölümü oldu, öyle ki, daha önce tüm bir nesneyi yapan işçi, artık onun yalnızca bir kısmını üretiyordu. Bu işbölümü ürünlerin daha hızlı ve dolayısıyla daha ucuza ikmal edilmelerini olanaklı kıldı. Bu, her işçinin eylemini, bir makinenin yalnızca aynı yetkinlikte değil, hatta bundan çok daha iyi bir biçimde yapabildiği çok basit, sürekli yinelenen mekanik bir işleme indirgedi. Bu yolla, sanayiin bütün bu dalları, tıpkı iplikçilik ve dokumacılık gibi, birbiri ardından buhar gücünün, makinenin ve fabrika sisteminin egemenliği altına girdiler. Ama böylece, bunlar, aynı zamanda, tamamıyla büyük kapitalistlerin ellerine geçtiler (sayfa 99) ve buralarda da işçiler bağımsızlığın son kırıntılarını yitirdiler. Yavaş yavaş, gerçek manüfaktürlere ek olarak zanaatlar da, aynı şekilde, giderek daha çok fabrika sisteminin egemenligi altına girdiler, çünkü burada da, maliyetlerden birçok tasarrufların yapilabildiği ve çok yüksek bir işbölümünün olabildiği büyük atelyelerin kurulmasıyla, büyük kapitalistler, küçük zanaatçının yerini giderek daha çok aldı. Böylece şimdi, uygar ülkelerde hemen bütün çalışma dallarının fabnka sistemi altında yürütüldüğü, ve hemen bütün dallarda zanaatın ve manüfaktürün büyük sanayi tarafından safdışı edildiği noktaya ulaşmış bulunuyoruz.Bunun sonucu olarak, eski orta sınıflar, özellikle küçük zanaat ustaları, giderek daha çok yıkıldılar, işçilerin eski konumları tamamıyla değişti, ve bütün öteki sınıfları yavaş yavaş yutan iki yeni sınıf çıktı ortaya:
I. Bütün uygar ülkelerde bütün geçim araçlarına ve bu geçim araçlarının üretimi için gerekli hammaddelere ve aletlere (makineler, fabrikalar, vb.) daha şimdiden hemen tamamıyla sahip büyük kapitalistler sınıfı. Bu sınıf, burjuvalar sınıfı, ya da burjuvazidir.
II. Tamamıyla mülksüz olan ve bu yüzden, emeklerini, karşılığında zorunlu geçim araçları edinmek için burjuvalara satmak zorunda kalanlar sınıfı. Bu sınıfa proleterler sınıfı, ya da proletarya denir.

Soru 5:
Proleterlerin burjuvalara bu emek satışı hangi koşullar altında yer alır?

Yanıt:
Emek herhangi bir başka meta gibi bir metadır, ve fiyatı da herhangi bir başka metaın fiyatını belirleyen aynı yasalar tarafından belirlenir. Büyük sanayiin ya da serbest rekabetin ki göreceğimiz gibi, ikisi de aynı kapıya çıkar egemenliği altındaki bir metaın fiyatı, ortalama olarak, her zaman, o metaın üretim maliyetine eşittir. Emeğin fiyatı da, demek ki, aynı şekilde emeğin üretim maliyetine eşittir. Emeğin üretim maliyeti, tamamen, işçinin, kendisini çalışabilir bir durumda tutmak ve işçi sınıfının yok olmasını önlemek için gereksindiği geçim araçları miktarından ibarettir. Demek ki işçi, emeği karşılığında, bu amaç için gerekli olandan daha fazlasını almayacaktır; emeğin fiyatı ya da ücret, geçim için gerekli en düşük, asgari (sayfa 100) [miktar -ç.] olacaktır. İşler bazan kötü, bazan da iyi olduğuna göre, işçi de bir durumda daha fazla, öteki durumda daha az alacaktır, tıpkı fabrika sahibinin kendi metaı karşılığında bir durumda daha fazla, öteki durumda daha az alması gibi. Ama fabrika sahibi nasıl ki işlerin iyi olduğu zaman ile kötü olduğu zaman arasında ortalama olarak kendi metaı için, bu metaın üretim maliyetinden ne daha fazla, ne de daha az alıyorsa, işçi de ortalama olarak bu asgariden ne fazla, ne de az alacaktır. Bütün çalışma dalları ne denli büyük sanayiin eline geçerse, ücretlere ilişkin bu iktisadi yasa da o denli daha sıkı uygulanır.

Soru 6:
Sanayi devriminden önce hangi çalışan sınıflar vardı?

Yanıt:
Çalışan sınıflar, toplumun gelişmesinin farklı aşamalarına bağlı olarak, farklı koşullar içinde yaşarlar ve mülk sahibi ve egemen sınıflar karşısında farklı konumlara sahip bulunurlardı. Antikçağda, çalışan halk, tıpkı birçok geri ülkede ve hatta Birleşik Devletler'in güney kesiminde hâlâ olduğu gibi, sahiplerinin köleleri idiler. Ortaçağda, tıpkı Macaristan'da, Polonya'da ve Rusya'da hâlâ olduğu gibi, toprak sahibi soyluların serfleri idiler. Ortaçağda ve sanayi devrimine dek, kentlerde, bir de küçük-burjuva zanaatçıların hizmetinde çalışan kalfalar vardı, ve manüfaktürün gelişmesiyle birlikte, yavaş yavaş, daha o sıralar, büyükçe kapitalistler tarafından çalıştırılan manüfaktür işçileri ortaya çıktı.

Soru 7:
Proleter köleden hangi bakımdan farklıdır?

Yanıt:
Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini günbegün, saatbesaat satmak zorundadır. Tek bir efendinin mülkü olan bireysel köle, efendisinin çıkarı bunu gerektirdiğinden, ne denli sefil olursa olsun, güvence altına alınmış bir geçime sahiptir; emeği ancak birisi buna gereksinme duyduğu zaman kendisinden satın alınan ve, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfının mülkü olan bireysel proleter ise, güvence altına alınmış bir geçime sahip değildir. Bu geçim ancak tüm proleter sınıf için güvence altına alınmıştır. Köle rekabetin dışındadır, proleter ise onun içindedir ve bunun bütün dalgalanmalarından etkilenir. Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak değil, bir şey olarak hesap edilir; (sayfa 101) proleter ise bir kişi olarak, uygar toplumun bir üyesi olarak kabul edilir. Şu halde, köle proleterden daha iyi bir geçime sahip olabilir, ama proleter, toplumun gelişmesinin daha yüksek bir aşamasına mensuptur ve kendisi de köleden daha yüksek bir aşamada bulunur. Köle, kendisini, bütün özel mülkiyet ilişkileri arasından yalnızca kölelik ilişkisini kaldırmakla özgür kılar ve böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter haline gelir; proleter ise kendisini, ancak genel olarak özel mülkiyeti kaldırmakla özgür kılabilir.

Soru 8:
Proleter serften hangi bakımdan farklıdır?

Yanıt:
Serf, ürünün bir bölümünü teslim etme ya da iş yapma karşılığında, bir üretim aletine, bir toprak parçasına ve bunun kullanımına sahiptir. Proleter ise, ürünün bir bölümünü alma karşılığında, bir başka kişiye ait üretim aletleri ile, bu başka kişinin hesabına çalışır. Serf verir, proletere ise verilir. Serfin güvence altına alınmış bir geçimi vardır, proleterin yoktur. Serf rekabetin dışındadır, proleter ise içinde. Serf, kendisini, ya kente kaçarak ve orada bir zanaatçı haline gelerek, ya da toprakbeyine emek ve ürün vermek yerine para vererek ve özgür bir kiracı haline gelerek, ya da kendi feodal beyini kovup kendisi mülk sahibi haline gelerek, kısacası, şu ya da bu biçimde mülk sahibi sınıfa ve rekabete dahil olarak özgür kılar. Proleter ise kendisini, rekabeti, özel mülkiyeti ve her türlü sınıf ayrımını kaldırarak özgür kılar.

Soru 9:
Proleter zanaatçıdan hangi bakımdan farklıdır?[1*]

Soru 10:
Proleter manüfaktür işçisinden hangı bakımdan (sayfa 102) farklıdır?

Yanıt:
16-18. yüzyıl manüfaktür işçisi, hemen her yerde, hâlâ bir üretim aletine, tezgaha, aile çıkrığına, ve boş zamanlarında işledigi küçük bir miktar toprağa sahipti. Proleter bunlardan hiç birisine sahip değildir. Manlüfaktür işçisi, hemen her zaman, kırsal kesimde ve kendi toprakbeyi ve işvereni ile azçok ataerkil ilişkiler içerisinde yaşar; proleter ise, çoğunlukla büyük kentlerde yaşar ve işvereni ile yalnızca para ilişkisi içerisindedir. Manüfaktür işçisi, büyük sanayi tarafından ataerkil ilişkilerinden kopartılır, hâlâ sahip olduğu mülkünü yitirir ve böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter haline gelir.

Soru 11:
Sanayi devriminin, ve toplumun burjuvalar ve proleterler olarak bölünmesinin ilk sonuçları neler oldu?

Yanıt:
Birincisi, makine emeğinin sonucu sınai ürünlerin fiyatlarının sürekli ucuzlaması yüzünden, el emeğine dayalı eski manüfaktür ya da sanayi sistemi, dünyanın bütün ülkelerinde tamamıyla yıkıldı. Şimdiye dek tarihsel gelişimin azçok dışında kalmış bulunan ve sanayileri şimdiye dek manüfaktüre dayanmış olan bütün yarı-barbar ülkeler, böylece, yalıtılmış durumlarından zorla kopartıldılar. İngilizlerin daha ucuz olan metalarını satın aldılar ve kendi manüfaktür işçilerini yok olmaya terkettiler. Böylece, binlerce yıldır hiç bir ilerleme göstermemiş olan ülkeler, örneğin Hindistan, gittikçe devrimcileştiler, ve artık Çin bile bir devrime doğru ilerliyor. İngiltere'de bugün icat olunan yeni bir makinenin, bir yıl içerisinde, Çin'de milyonlarca işçiyi işsiz bıraktığı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Büyük sanayi, böylece, dünyanın bütün halklarını birbirleriyle ilişki içerisine sokmuş, bütün küçük yerel pazarları dünya pazarına katmış, her yerde uygarlık ve ilerleme için zemin hazırlamış ve uygar ülkelerde olan her şeyin bütün öteki ülkelerde de yankılar uyandırmasına neden olmuştur. Böylece, eğer İngiltere ya da Fransa'da işçiler şu anda kendilerini kurtaracak olsalar, bu, bütün öteki ülkelerde de, bu ülkelerin işçilerine er veya geç kurtuluş getirecek devrimlere yolaçacaktır.

İkincisi, büyük sanayiin manüfaktürün yerini aldığı her yerde, sanayi devrimi, burjuvaziyi, servetini ve gücünü en yüksek düzeye ulaştırmış ve onu ülkenin en önde gelen (sayfa 103) sınıfı yapmıştır. Sonuç, bunun olduğu her yerde, burjuvazinin, siyasal gücü ele geçirmesi ve o güne kadarki egemen sınıfları aristokrasiyi, lonca ustalarını (guild-burghers) ve bunların her ikisini de temsil eden mutlak monaşiyi tasfiye etmesi olmuştur. Burjuvazi, aristokrasinin, soyluluğun gücünü, meşrutalan ya da toprak mülkiyetinin satışı üzerindeki yasağı, ve soyluluğun bütün ayrıcalıklarını kaldırmakla yok etti. Lonca ustalarının (guild-burghers) gücünü ise, bütün lonca ve zanaat ayrıcalıklarını kaldırmakla kırdı. Her ikisinin de yerine serbest rekabeti, yani herkesin istediği her sanayi dalıyla uğraşma hakkına sahip olduğu ve gerekli sermaye yokluğu dışında onu bu uğraşını sürdürmekten hiç bir şeyin alıkoyamadığı bir toplum düzenini koydu. Serbest rekabetin getirilmesi, bu nedenle, toplum üyelerinin bundan böyle ancak sermayelerinin eşit olmaması ölçüsünde eşit olmadıklarının, sermayenin belirleyici güç haline geldiğinin ve, dolayısıyla, kapitalistlerin, burjuvaların, toplumun en önde gelen sınıfı olduklarının resmen ilanı demektir. Ama büyük sanayiin başlaması için serbest rekabet zorunludur, çünkü büyük sanayiin üzerinde büyüyebileceği tek toplum düzeni budur. Soyluluğun ve lonca ustalarının (guild-burghers) toplumsal güçlerini böylece yok etmiş olan burjuvazi, onların siyasal güçlerini de yok etti. Toplumun en önde gelen sınıfı olarak burjuvazi, siyasal alanda da kendisini en önde gelen sınıf ilan etti. Bunu, yasa karşısında burjuva eşitliğine ve serbest rekabetin yasal olarak tanınmasına dayanan, ve Avrupa ülkelerine anayasal monarşi biçiminde girmiş olan temsil sistemini kurmakla yaptı. Bu anayasal monarşiler altında yalnızca belli bir miktarda sermaye sahibi olanlar, yani burjuvalar seçmendirler; bu burjuva seçmenler milletvekillerini seçerler, ve bu burjuva milletvekilleri de, vergileri reddetme hakkı aracılıkıyla bir burjuva hükümet seçerler.

Üçüncüsü, sanayi devrimi burjuvaziyi ne ölçüde yaratmışsa, aynı ölçüde proletaryayı da yaratmıştır. Burjuvaların zenginleşmeleri oranında proleterler de sayıca artmışlardır. Çünkü proleterler ancak sermaye tarafından istihdam edilebildiklerinden ve sermaye de ancak emek istihdam etmekle arttığından, proletaryanın büyümesi, sermayenin büyümesiyle (sayfa 104) atbaşı gider. Aynı zamanda bu, burjuvaları da, proleterleri de, sanayiin en kârlı bir biçimde işletilebildiği büyük kentlerde yoğunlaştırır, ve büyük yığınları bu bir tek yere yığmakla proleterleri kendi güçlerinin bilincine vardırır. Ayrıca, bu ne denli gelişirse, el emeğini yerinden eden o denli çok makine icat olunur, büyük sanayi, daha önce de söyledigimiz gibi, ücretleri o denli asgariye indirir, ve böylelikle proletaryanın durumunu giderek daha da çekilmez hale getirir. Böylece, bir yanda proletaryanın büyüyen hoşnutsuzluğu, öte yanda büyüyen gücü ile, sanayi devrimi, proletaryanın yapacağı bir toplumsal devrim hazırlar.

Soru 12:
Sanayi devriminin öteki sonuçları neler oldu?

Yanıt:
Buhar makinesi ve öteki makineler ile, büyük sanayi, sınai üretimi kısa bir zamanda ve küçük bir masrafla sınırsız bir ölçüde artırmanın araçlarını yaratmış oldu. Bu üretim kolaylığı ile, büyük sanayiin zorunlu sonucu olan serbest rekabet, çok geçmeden son derece yoğun bir nitelik kazandı; çok sayıda kapitalist, sanayie atıldı, ve çok geçmeden kullanılabilecek olandan daha fazlasi üretilmeye başlandi. Sonuç, imal edilen malların satılamaması ve ticaret bunalımı denen şeyin ortaya çıkması oldu. Fabrikalar durmak zorunda kaldı, fabrika sahipleri iflas etti, ve işçiler ekmek kapılarını yitirdiler. Her yerde büyük bir sefalet vardı. Bir süre sonra fazla ürünler satıldı, fabrikalar gene çalışmaya başladı, ücretler yükseldi ve işler her zamankinden daha bir canlılık kazandı. Ama çok geçmeden gene çok fazla metalar üretildi, bir başka bunalım ortaya çıktı ve bir öncekiyle aynı yolu izledi. Böylece, bu yüzyılın başından beri sanayiin durumu, bolluk dönemleri ile bunalım dönemleri arasında dalgalandı durdu, ve hemen hemen her beş ya da yedi yılda bir, düzenli olarak, benzer bir bunalım meydana geldi,[47] ve her keresinde işçilerde en büyük sefalete, genel devrimci coşkuya ve tüm mevcut sistem içinde en büyük tehlikeye yolaçtı.

Soru 13:
Düzenli olarak yinelenen bu ticaret bunalımlarından ne gibi sonuçlar çıkartılabilir?

Yanıt:
Birincisi, serbest rekabeti gelişmesinin başlangıç, aşamalarında büyük sanayiin kendisi varatmışsa da, şimdi artık, her şeye karşın, serbest rekabete sığmıyor; (sayfa 105) rekabet, ve genel olarak sınai üretimin bireyler tarafından sürdürülmesi, büyük sanayi için kırması gereken ve kıracağı bir ayakbağı haline gelmiştir; büyük sanayi, mevcut temeller üzerinde yürütüldüğü sürece, her keresinde tüm uygarlığı tehdit eden, yalnızca proleterleri sefalete sürüklemekle kalmayıp çok sayıda burjuvaları da yıkan ve her yedi yılda bir tekrarlanan genel bir kargaşalık sayesinde ayakta kalabilir; dolayısıyla ya büyük sanayiin kendisi terkedilmelidir, ki bu kesinlikle olanaksızdır, ya da bu durum, sınai üretimin artık birbirleriyle rekabet eden tek tek fabrika sahipleri tarafından yönetilmeyip, belli bir plan uyarınca ve herkesin gereksinmeleri uyarınca toplumun tümü tarafından yönetildiği, tamamıyla yeni bir toplum örgütlenmesini mutlaka zorunlu kılar.

İkincisi, büyük sanayi ve onun olanaklı kıldığı üretimin sınırsız genişlemesi, toplumun her üyesinin bütün yeti ve yeteneklerini tam bir özgürlük içerisinde geliştirip kullanabilmesine yetecek miktarda zorunlu yaşam nesnelerinin üretildiği bir toplumsal düzen yaratabilir. Böylece, büyük sanayiin mevcut toplum içerisinde bütün sefaleti ve bütün ticaret bunalımlarını yaratan bu niteliğidir ki, farklı bir toplumsal örgütlenme içerisinde bu aynı sefaleti ve bu feci dalgalanmaları yok edecektir.
Şu halde, en açık bir biçimde tanıtlanıyor ki:
1. Bundan böyle, bütün bu hastalıklar, yalnızca, varolan koşullara artık tekabül etmeyen bu toplumsal düzene mal edilecektir;
2. Bu hastalıkları yeni bir toplumsal düzen sayesinde tamamıyla ortadan kaldırmanın çareleri mevcuttur.

Soru 14:
Bu nasıl bir yeni toplumsal düzen olmalıdır?

Yanıt:
Her şeyden önce, sanayiin işletilmesini ve genel olarak üretimin bütün dallarını, birbirleriyle rekabet eden ayrı ayrı bireylerin ellerinden almak ve bunun yerine, bütün bu üretim dallarının bir tüm olarak toplum tarafından, yani toplumsal bir plan uyarınca ve toplumun bütün üyelerinin katılmalarıyla, toplum yararına işletilmesini sağlamak zorunda olacaktır. Demek ki, rekabeti kaldıracak ve onun yerine birlikteliği koyacaktır. Sanayiin bireyler tarafından işletilmesi zorunlu olarak özel mülkiyet sonucunu verdiğine (sayfa 106) göre, ve rekabet sanayiin tek tek özel sahipler tarafından işletilme biçiminden başka bir şey olmadığına göre, özel mülkiyet, sanayiin bireysel olarak işletilmesinden ve rekabetten ayrılamaz, şu halde, özel mülkiyet de kaldırılmak zorunda olacaktır, ve onun yerine bütün üretim araçlarının ortaklaşa kullanımı ve bütün ürünlerin ortak rıza ile dağıtımı, ya da mülkiyetin ortaklaşalığı denilen şey olacaktır. Özel mülkiyetin kaldırılması, gerçekten de, sanayiin gelişmesini zorunlu olarak izleyen bu tüm toplumsal sistem dönüşümünün en özlü ve en karakteristik özetidir, ve dolayısıyla, bu, haklı olarak, komünistlerin temel istemleri oluyor.

Soru 15:
Şu halde, özel mülkiyetin daha önce kaldırılması olanaklı değildi?

Yanıt:
Hayır. Toplum düzenindeki her değişiklik, mülkiyet biçimlerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkileriyle artık bağdaşmayan yeni üretici güçlerin yaratılmasının zorunlu sonucu olmuştur. Özel mülkiyetin kendisi de bu şekilde doğmuştur. Çünkü özel mülkiyet her zaman varolmamıştır, ama ortaçağın sonlarına doğru, manüfaktür biçimi olarak, ortaya, o sıradaki mevcut feodal ve lonca mülkiyetine tâbi kılınamayan yeni bir üretim biçimi çıktı, eski mülkiyet ilişkilerine sığmayan manüfaktür, yeni bir mülkiyet özel mülkiyet biçimi yarattı. Manüfaktür için ve büyük sanayiin gelişiminin birinci aşaması için, özel mülkiyetten başka hiç bir mülkiyet biçimi ve özel mülkiyet üzerine, kurulmuş olandan başka hiç bir toplum düzeni olanaklı değildi. Yalnızca herkese yetecek kadarla kalmayıp, toplumsal sermayenin artması ve üretici güçlerin daha da gelişmesi için bir fazlalık da üretmek olanaklı olmadığı sürece, toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf ve bir de yoksul ezilen sınıf her zaman olacaktır. Bu sınıfların nasıl oluştuklan üretimin gelişme aşamasına bağlı olacaktır. Tarıma bağlı olen ortaçağda, bey ile serfi buluyoruz: ortaçağın sonlarına doğru, kentlerde, lonca ustasını ve kalfayı ve gündelikçi emekçiyi görüyoruz; 17. yüzyıl, manüfaktürcüye ve manüfaktür işçisine sahiptir; 19. yüzyıl ise büyük fabrika sahibine ve proletere. Açıktır ki, üretici güçler, şimdiye dek, henüz herkes için yeterli miktarda üretebilecek ya da özel mülkiyeti bu üretici güçler için bir ayakbağı, bir engel haline getirecek (sayfa 107) kadar gelişmemişlerdi. Ama birincisi, büyük sanayiin gelişmesinin şimdiye dek duyulmamış ölçekte sermaye ve üretici güç yaratmış olduğu ve bu üretici güçleri kısa bir sürede sınırsız ölçüde artırması çarelerinin varolduğu; ikincisi, bu üretici güçlerin birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, geniş halk yığınlarının giderek daha çok proleterler haline geldiği ve bunların durumlarının burjuvaların zenginliklerinin artması ölçüsünde daha da perişanlaştığı ve çekilmez bir hal aldığı; üçüncüsü, kolayca artırılabilecek bu kuvvetli üretici güçlerin, özel mülkiyetin ve burjuvaların boyutlarını toplumsal düzende her an en şiddetli patlamalara yolaçacak kadar aşmış olduğu bugün ise, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca olanaklı hale gelmemiş, hatta mutlak bir zorunluluk olmuştur.

Soru 16:
Özel mülkiyetin kaldırılmasını barışçıl yöntemlerle gerçekleştirmek olanaklı olacak mıdır?

Yanıt:
Bunun olabilmesi istenilen bir şeydir, ve buna karşı direnecek en son kişiler elbette komünistler olurdu. Komünistler, komplonun hiç bir türlüsünün, hiç bir yarar sağlamadığı gibi, hatta zararlı olduğunu çok iyi biliyorlar. Devrimlerin kasten ve keyfi olarak yapılmadıklarını, bunların her yerde ve her zaman belirli partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tamamıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçları olduklarını çok iyi biliyorlar. Ama, proletaryanın gelişmesinin, hemen her uygar ülkede, zorla bastırıldığını ve komünistlerin muhaliflerinin, böylece, bütün güçleriyle, bir devrime doğru gittiklerini de görüyorlar. Ezilen proletarya, sonuçta bir devrime zorlanacak olursa, biz komünistler, nasıl şimdi sözle yapıyorsak, o zaman fiilen de proleterlerin davasını savunacağız.

Soru 17:
Özel mülkiyeti bir çırpıda kaldırmak olanaklı olacak mıdır?

Yanıt:
Hayır, mülkiyetin ortaklaşalığını kurmak için mevcut üretici güçleri, bir çırpıda gereken ölçüde artırmak ne kadar olanaksızsa, böyle bir şey de o kadar olanaksızdır. Şu halde, nasıl olsa yaklaşan proleter devrim, mevcut toplumu ancak yavaş yavaş değiştirecek ve özel mülkiyeti ancak gerekli miktarda üretim aracı yaratıldığı zaman kaldırabilecektir. (sayfa 108)

Soru 18:
Bu devrim nasıl bir yol izleyecektir?

Yanıt:
Her şeyden önce, bir demokratik yapıyı, ve böylelikle de, dolaysız ya da dolaylı biçimde, proletaryanın siyasal egemenliğini yürürlüğe koyacaktır. Proletaryanın şimdiden halkın çoğunluğunu oluşturduğu İngiltere'de dolaysız olarak. Halkın çoğunluğunun yalnızca proleterlerden değil, henüz yeni yeni proleterleşen ve siyasal çıkarları bakımından proletaryaya gittikçe daha çok bağımlı hale gelen ve bu yüzden de çok geçmeden proletaryanın istemlerine uymak zorunda kalacak olan küçük köylülerden ve kent küçük-burjuvazisinden oluştuğu Fransa ve Almanya'da ise, dolaylı olarak. Bu belki de ikinci bir savaşı gerektirecektir, ama ancak proletaryanın zaferiyle sonuçlanabilecek bir savaşı.
Özel mülkiyete doğrudan saldıran daha ileri önlemleri gerçekleştirmenin ve proletaryaya geçim araçları sağlamanın bir aracı olarak ivedilikle kullanılmayacak olduktan sonra, demokrasinin proletaryaya hiç bir yararı olmaz.

Mevcut koşulların şimdiden zorunlu hale getirdiği bu önlemler arasında başlıcaları şunlardır:

1. Müterakki vergilendirme, yüksek veraset vergileri, ikinci dereceden akrabaların (erkek kardeşler, yeğenler, vb.) veraset haklarının kaldırılması, zorunlu ikrazlar, vb. yoluyla özel mülkiyetin sınırlandırılması.

2. Toprak maliklerinin, fabrika sahiplerinin, demiryolu ve gemicilik ayrıcalıklarını ellerinde bulunduranların, kısmen devlet sanayiinin rekabetiyle, kısmen doğrudan ferat tazminatlarıyla yavaş yavaş mülksüzleştirilmeleri.

3. Bütün mültecilerin ve halkın çoğunluğuna karşı başkaldıran isyancıların mülklerinin zoralımı.

4. Proleterlerin çalışmasının ya da istihdamının, ulusal mülklerde, ulusal fabrika ve atelyelerde örgütlendirilmesi, böylelikle işçilerin kendi aralarındaki rekabete son verilmesi ve, hâlâ varoldukları sürece, fabrika sahiplerinin devletin ödediği kadar yüksek ücret ödemeye zorlanmaları.

5. Özel mülkiyet tamamıyla kaldırılıncaya kadar, toplumun tüm üyeleri için eşit çalışma yükümlülüğü. Sanayi ordularının kurulması, özellikle tarım için.

6. Sermayesi devletin olan bir ulusal banka aracılığı ile kredi ve bankacılık sisteminin devlet elinde merkezileştirilmesi (sayfa 109) ve bütün özel bankaların ve bankerlerin faaliyetlerine son verilmesi.

7. Ulusun elindeki sermayenin ve işçilerin artması oranında, ulusal fabrikaların, atelyelerin, demiryollarının ve gemilerin artırılması, bütün boş toprakların ekime açılması ve halen ekilen toprakların iyileştirilmesi.

8. İlk ana bakımına gereksinme duymayacak kadar büyür büyümez, bütün çocukların ulusal kurumlarda ve ulus hesabına eğitilmeleri. Üretimle birleştirilmiş eğitim.

9. Ulusal mülkler üzerinde, sanayi ile olduğu kadar tarımla da uğraşan yurttaş toplulukları için ortak barınak olarak kullanılmak üzere, büyük sarayların inşaası, ve her ikisinin de tekyanlılıkları ve sakıncaları olmaksızın hem kentsel ve hem de kırsal yaşamın üstünlüklerinin birleştirilmesi.

10. Sağlığa aykırı ve kötü inşa edilmiş bütün konutların ve mahallelerin yıkılması.

11. Gayrimeşru ve meşru çocukların miras hakkından eşit olarak yararlandırılmaları.

12. Bütün ulaşım araçlarının ulusun elinde yoğunlaşması.
Bütün bu önlemler, elbette ki, bir anda uygulanamazlar. Ama bunlardan herbiri, her zaman, bir ötekini gerektirecektir. Özel mülkiyete karşı ilk köklü saldırıda bir kez bulunuldu mu, proletarya, durumdan daha ileriye gitmek, bütün sermayeyi, bütün tarımı, bütün sanayii, bütün ulaşımı, ve bütün değişimi gittikçe daha çok devletin elinde yoğunlaştırmak zorunda kaldığını görecektir. Bu önlemlerin hepsi de, bu gibi sonuçlara yolaçarlar; ve ülkenin üretici güçlerinin proletaryanın emeği ile çoğaltılması oranında bunlar, gerçekleşebilir hale gelecekler ve merkezileştirici etkilerini geliştireceklerdir. Nihayet, bütün sermaye, bütün üretim ve bütün değişim ulusun ellerinde yoğunlaştığında, özel mülkiyet kendiliğinden ortadan kalkacak, para gereksiz olacak, ve üretim o denli artmış ve insanlar o denli değişmiş olacaklardır ki, eski toplumsal ilişkilerin son biçimleri de yok olabilecektir.

Soru 19:
Bu devrimin yalnızca tek ülkede yer alması olanaklı olacak mıdır? (sayfa 110)

Yanıt:
Hayır. Dünya pazarını yaratmış olan büyük sanayi, yeryüzündeki bütün halkları, ve özellikle de uygar halkları öylesine birbirlerine bağlamıştır ki, her halkın başına gelecekler, bir ötekine bağlıdır. Ayrıca, büyük sanayi bütün uygar ülkelerde toplumsal gelişmeyi öylesine eşitlemiştir ki, bütün bu ülkelerde burjuvazi ve proletarya, toplumun iki belirleyici sınıfı, ve bunlar arasındaki savaşım da, günün temel savaşımı olmuştur. Komünist devrim, bu yüzden, hiç de salt ulusal bir devrim olmayacaktır; bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya'da, aynı zamanda yer alan bir devrim olacaktir.[17] Bu ülkelerin herbirinde devrim, o ülkenin daha gelişkin bir sanayie, daha çok zenginliğe, ve daha hatırı sayılır bir üretici güçler kitlesine sahip olup olmayışına bağlı olarak, daha çabuk ya da daha yavaş gelişecektir. Dolayısıyla, bunu gerçekleştirmek, en yavaş ve en güç Almanya'da, en çabuk ve en kolay da İngiltere'de olacaktır. Bunun dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimlerini tamamıyla değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu, dünya çapında bir devrimdir, ve dolayısıyla kapsamı da dünya çapında olacaktır.

Soru 20:
Özel mülkiyetin nihai olarak kaldırılmasının sonuçları neler olacaktır?

Yanıt:
Her şeyden önce, toplumun, hem bütün üretici güçlerin ve haberleşme araçlarının kullanımını ve hem de ürünlerin değişim ve dağıtımını özel kapitalistlerin ellerinden alarak, bunları elde bulunan olanaklara ve tüm toplumun gereksinmelerine uygun düşen bir plan uyarınca yönetmesiyle, büyük sanayiin şu andaki işletilişinin bütün kötü sonuçları ortadan kaldırılmış olacaktır. Bunalımlar son bulacaktır; mevcut toplum sistemi altında aşırı üretim demek olan ve sefaletin bunca büyük bir nedeni olan genişletilmiş üretim, o zaman yeterli bile olmayacak ve çok daha genişletilmek zorunda kalacaktır. Toplumun ivedi gereksinmelerinin ötesindeki aşırı üretim, sefalet yaratmak yerine, herkesin gereksinmelerinin karşılanması demek olacak, yeni gereksinmeler ve aynı zamanda da bunları karşılayacak araçlar yaratacaktır. Bu, yeni ilerlemelerin koşulu ve nedeni (sayfa 111) olacak, ve bu ilerlemeleri, böylelikle, toplum düzeninde şimdiye dek hep olduğu gibi kargaşalığa yolaçmaksızın başaracaktır.

Manüfaktür sistemi zamanımızın büyük sanayii ile kıyaslandığında ne denli zavallı kalıyorsa, büyük sanayi de, özel mülkiyetin baskısından bir kez kurtuldu mu, bugünkü gelişme düzeyini o denli zavallı bırakacak bir ölçekte gelişecektir. Sanayiin bu gelişmesi, topluma, herkesin gereksinmelerini karşılamaya yeterli miktarda ürün sağlayacaktır. Aynı şekilde özel mülkiyetin baskısıyla ve topraktaki parçalanmayla kösteklenen tarımda, mevcut iyileştirmelerin uygulamaya konmasından ve bilimsel ilerlemelerden yepyeni bir hız kazanacak ve toplumun emrine bol miktarda ürün sunacaktır. Toplum böylece dağıtımını bütün üyelerinin gereksinmelerini karşılayacak şekilde düzenleyebilmesine yeterli miktarda ürün üretecektir. Toplumun çeşitli karşıt sınıflara bölünmesi, böylelikle, gereksiz hale gelecektir. Yalnızca gereksiz olmakla kalmayacak, bu, yeni toplum düzeni ile bağdaşmayacaktır da. Sınıflar işbölümü yüzünden varoldular, bu işbölümünün bugüne kadarki varlık biçimi tamamıyla yok olacaktır.

Çünkü sınai ve tarımsal üretimi tanımlanan düzeye getirmek için, mekanik ve kimyasal araçlar tek başlarına yeterli değildir; bu araçları harekete geçiren insanların yetenekleri de buna tekabül eden bir ölçüde geliştirilmelidir. Nasıl ki geçen yüzyılda köylüler ve manüfaktür işçileri tüm yaşam biçimlerini değiştirmişler ve büyük sanayie sürüklendiklerinde bizzat çok farklı insanlar haline gelmişlerse, üretimin toplumun tamamı tarafından ortak yönetimi ve bunun sonucu üretimin göstereceği yeni gelişme de çok farklı insanları gerektirecek ve aynı zamanda bunları yaratacaktır. Üretimin ortak yönetimi, herbiri tek bir üretim dalına bağlanmış, ona zincirlenmiş, onun tarafından sömürülen, herbiri bütün öteki yetenekleri pahasına yeteneklerinden yalnızca bir tekini geliştirmiş ve toplam üretimin yalnızca bir tek dalını, ya da o dalın dallarından birini bilen bugünün insanları tarafından gerçekleştirilemez. Bugünün sanayii bile, bu gibi insanlardan gittikçe daha az yararlanıyor. Toplumun tümü tarafından ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, ayrıca, her yönden gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama yeteneğine sahip insanlar (sayfa 112) öngörür. Böylece birini köylü, ötekini ayakkabıcı, bir üçüncüsünü fabrika işçisi, bir dördüncüsünü borsa tellalı yapan ki makineler bu kimselerin ayaklarını daha şimdiden kaydırmıştır işbölümü tamamıyla yok olacaktır. Eğitim, genç insanlara üretim sisteminin tamamını baştanbaşa çarçabuk görme olanağını verecek, toplumun gereksinmelerine ya da kendi eğilimlerine göre onların sanayiin bir dalından ötekine geçebilmelerini sağlayacaktır. Dolayısıyla, mevcut işbölümünün bunlardan herbirine zorla kabul ettirdiği bu tek-yanlılıktan onları kurtaracaktır. Toplumun komünistçe örgütlenmesi, böylece, üyelerine, her yönde gelişmiş bulunan yeteneklerini, her yönde kullanma şansını verecektir. Bununla, çeşitli sınıflar zorunlu olarak yok olacaklardir. Şu halde, toplumun komünistçe örgütlenmesi, bir yandan sınıfların varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan bu toplumun kurulması da, bu sınıf farklılıklarını yoketmenin araçlarını sağlar.
Bundan, kent ile köy arasındaki karşıtlığın da, aynı şekilde, yok olacağı sonucu da çıkar. Tarımın ve sanayiin iki farklı sınıf yerine, aynı insanlar tarafından yürütülmesi, zaten, salt maddi nedenlerden ötürü, komünist birlikteliğin temel bir koşuludur. Tarımsal nüfusun kırdaki dağınıklığı ile sınai nüfusun büyük kentlere yığılmasının yanyana bulunması, tarımın ve sanayiin ancak az gelişmişlik aşamasına tekabül eden bir durumdur, kendisini daha şimdiden şiddetle hissettiren bütün daha ileriki gelişmeler için bir engeldir.

Üretici güçlerin ortak ve planlı olarak işletilmesi amacıyla toplumun bütün üyelerinin genel birlikteliği; üretimin herkesin gereksinmelerini karşılayacak ölçüde genişletilmesi; kimilerinin gereksinmelerinin başkalarının pahasına karşılanması durumunun son bulması; sınıfların ve bunların karşıtlıklarının tamamıyla yok edilmesi; bugüne kadar mevcut olan işbölümünün kaldırılmasıyla, sınai eğitimle, iş alanının değiştirilmesiyle, herkesçe sağlanan zevklerden herkesin yararlanmasıyla, kent ile kırın kaynaşmasıyla toplumun bütün üyelerinin yeteneklerinin her bakımdan gelişmesi özel mülkiyetin kaldırılmasının temel sonuçları işte bunlardır. (sayfa 113)

Soru 21:
Komünist toplum düzeninin aile üzerindeki etkisi ne olacaktır?

Yanıt:
Bu, cinsiyetler arasındaki ilişkiyi, yalnızca ilgili kişileri ilgilendiren ve toplumun hiç bir müdahale isteminde bulunmayacağı salt özel bir ilişki haline getirecektir. Bunu yapabilecek durumdadir, çünkü özel mülkiyeti kaldırmakta ve çocukları komünal olarak eğitmekte, böylece bugüne kadar mevcut evliliğin ikiz temelini özel mülkiyet sayesinde kadının kocaya ve çocukların da ana-babaya olan bağımlılığını yoketmektedir. Ahlak dersi veren darkafalıların kadınların komünist ortaklaşalığına karşı kopardıkları yaygaranın yanıtı da buradadır. Kadınların ortaklaşalığı tümüyle burjuva toplumuna ait bir ilişkidir ve bugün eksiksiz bir biçimde fuhuş ile gerçekleşmektedir. Ama fuhşun kökleri özel mülkiyettedir ve onunla birlikte o da kalkar. Şu halde, komünist örgütlenme, kadınlarda ortaklaşalığı getirmek yerine, ona son verir.

Soru 22:
Komünist örgütlenmenin mevcut milliyetler karşısındaki tutumu ne olacaktır?
Kalacak[2*]

Soru 23:
Mevcut dinler karşısındaki tutumu ne olacaktır?
Kalacak[3*]

Soru 24:
Komünistler sosyalistlerden hangi bakımdan farklıdırlar?

Yanıt:
Sosyalist denilenler üç gruba ayrılırlar.
Birinci grup, büyük sanayi, dünya ticareti ve bunların ikisinin var ettiği burjuva toplumu tarafından yıkılmış, ya da hâlâ gün be gün yıkılmakta olan feodal ve ataerkil toplum (sayfa 114) yanlılarından oluşur. Bugünkü toplumunun hastalıklarından, bu grup, feodal ve ataerkil toplumun yeniden kurulması gerektiği, çünkü onun bu hastalıklardan uzak olduğu sonucunu çıkartıyor. Bu grubun bütün önerileri, doğrudan ya da dolambaçlı olarak, bu hedefe yöneliktir.

Proletaryanın sefaleti karşısındaki bütün yakınlık gösterilerine ve yakınmalara karşın, komünistler, bu gerici sosyalistler grubuna şiddetle karşı koyacaklardır, çünkü

1. bu grup tamamen olanaksız bir şey için uğraşıyor;

2. bu grup, mutlakiyetçi ya da feodal hükümdarlardan, bürokratlardan, askerlerden ve rahiplerden oluşan maiyetleriyle birlikte aristokrasinin, lonca ustalarının ve manüfaktürcülerin egemenliğini; bugünkü toplumun kusurlarından gerçekten de uzak olan, ama peşinden en azından bir o kadar başka kötülük getiren ve ezilen sınıfların bir komünist örgütlerime yoluyla kurtuluşları için umut dahi vermeyen bir toplumu kurmaya çalışıyor;

3. proletarya ne zaman devrimci ve komünist olsa, bu grup, proleterlere karşı burjuvaziyle derhal bağlaşıklık kurarak gerçek niyetlerini her zaman açığa vuruyor.
İkinci grup, bugünkü toplumun ayrılmaz kötülüklerinin onları kendi varlıkları konusunda telaşa düşürdüğü mevcut toplum yandaşlarından oluşur. Bunlar, bu yüzden, mevcut toplumu korumaya, ama ona bağlı olan kötülükleri kaldırmaya çabalarlar. Bu amacı gözönüne alarak, bunlardan bazıları salt hayırsever önlemler; ötekiler ise, toplumu yeniden örgütleme bahanesi altında, mevcut toplumun temellerini, ve dolayısıyla mevcut toplumun kendisini koruyacak tantanalı reform sistemleri önerirler.

Komünistler bu burjuva sosyalistlerine karşı da durmadan savaşmak durumunda olacaklardır, çünkü bunlar komünistlerin düşmanları için çalışıyorlar ve komünistlerin yıkmak amacında oldukları toplumu savunuyorlar.

Nihayet, üçüncü grup, Soru ... [4*]'da sıralanan önlemlerden bir kısmını komünistlerle aynı şekilde, ama komünizme geçişin bir aracı olarak değil de, mevcut toplumun sefaletini kaldırmaya ve kötülüklerini yoketmeye yeterli önlemler (sayfa 115) olarak arzulayan demokratik sosyalistlerden oluşur.

Bu demokratik sosyalistler, ya kendi sınıflarının kurtuluş koşulları konusunda henüz yeterince aydınlanmamış proleterlerdir, ya da demokrasi kazanılana ve bunu izleyen sosyalist önlemler gerçekleşene dek proletarya ile birçok bakımlardan aynı çıkarlara sahip olan bir sınıfın, küçük-burjuvazinin üyeleridirler. Eylem anlarında komünistler, bu nedenle, bu demokratik sosyalistlerle bir anlaşmaya varmak ve, bu demokratik sosyalistler egemen burjuvazinin hizmetine girmedikleri ve komünistlere saldırmadıkları sürece, bunlarla genel olarak şimdilik olabildiğince ortak bir politika izlemek durumundadırlar. Açıktır ki, bu ortak eylem, onlarla olan ayrılıkların tartışılmasını dıştalamaz.

Soru 25:
Komünistlerin günümüzün öteki siyasal partileri karşısındaki tutumu nedir?

Yanıt:
Bu tutum ülkeden ülkeye değişir. Burjuvazinin egemen olduğu İngiltere, Fransa ve Belçika'da, komünistler, çeşitli demokratik partilerle, halen her yerde savundukları sosyalist önlemlerde demokratlar komünistlere ne kadar yaklaşacak olurlarsa, yani bunlar proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir biçimde savunacak ve proletaryaya ne kadar çok dayanacak olurlarsa o kadar büyük olan ortak bir çıkara şimdilik hâlâ sahiptirler. Örneğin İngiltere'de, hepsi de işçi olan çartistler[48] komünistlere, demokratik küçük-burjuvaziden ya da radikal denenlerden çok daha yakındırlar.
Demokratik bir anayasanın getirilmiş olduğu Amerika'da, komünistler, bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirecek ve onu proletaryanın çıkarları doğrultusunda kullanacak olan parti ile, yani ulusal tarım reformcuları ile dava ortaklığı yapmalıdırlar.

İsviçre'de, hâlâ çok karışık bir parti olmalarına karşın, radikaller, gene de komünistlerin birlikte herhangi bir şey yapabilecekleri tek kimselerdir, ve ayrıca, bu radikaller arasında Vaud ve Cenevre kantonlarında bulunanlar en ileri olanlardır.

Nihayet, Almanya'da burjuvazi ile mutlak monarşi arasındaki kesin savaşım uzak değildir. Ne var ki komünistler, kendileri ile burjuvazi arasındaki kesin savaşımı burjuvazi (sayfa 116) egemen oluncaya dek hesaba katamayacaklarına göre, kendisini bir an önce devirmek için burjuvazinin bir an önce iktidara gelmesinde ona yardımcı olmak kömünistlerin çıkarınadır. Dolayısıyla komünistler, her zaman, hükümetler karşısında liberal burjuvazinin yanında yer almalı, ama burjuvazinin kuruntularını paylaşmaya, ya da burjuvazinin zaferinin proletaryaya getireceği yararlar konusunda bunların verdikleri sahte güvencelere inanmaya karşı her zaman tetikte olmalıdırlar. Burjuvazinin zaferinin komünistlere sağlayacağı tek yarar şunlar olacaktır: 1. komünistler için kendi ilkelerini savunmayı, tartışmayı ve yaymayı ve böylece proletaryayı sıkıca örülmüş, militan ve örgütlü bir sınıf halinde birleştirmeyi kolaylaştıran çeşitli ödünler, ve 2. mutlakiyetçi hükümetlerin düştüğü gün, sıranın, burjuvalar ile proleterler arasındaki savaşa geleceğinin kesin oluşu. Komünistlerin parti politikası, o günden sonra, burjuvazinin halen egemen olduğu ülkelerdeki ile aynı olacaktır. (sayfa 117)


Ekim 1847 sonunda yazılmıştır.

Ayrı olarak, ilk kez,
1914'de yayınlanmıştır.


http://www.sosyalistforum.net/dunya-devrim-tarihi/25101-friedrich-engels-komunizmin-ilkeleri.html
 
#6
I. Bütün uygar ülkelerde bütün geçim araçlarına ve bu geçim araçlarının üretimi için gerekli hammaddelere ve aletlere (makineler, fabrikalar, vb.) daha şimdiden hemen tamamıyla sahip büyük kapitalistler sınıfı. Bu sınıf, burjuvalar sınıfı, ya da burjuvazidir.
işçi ve "emekçi" çarpıtmalarının temeli burada.Burjuvazi kim??? ne iş yapar??? proleter kim??? ve emeğini kime satar.Burjuvazi geçim araçlarının (means of subsistence) sahibi ve onları üretimi için gerekli olan hammadde ve aletlerin sahibi olan "sanayi sermayesi (üretim sermayesi)" dir

onun bir yere kadar yoldaşı ve bir yerden sonra can düşmanı olan da :D sanayi proleteryası oluyor.Geçim araçlarını elde etmek için emeğini geçim araçlarının ve onların üretiminin sahibi olan burjuvaziye satmak zorunda olan sınıfın adı oluyor.

Komünist devrim, bu yüzden, hiç de salt ulusal
bir devrim olmayacaktır; bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından
ngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya'da, aynı zamanda yer alan bir
devrim olacaktir.[17]
Komünistler, komplonun hiç bir türlüsünün, hiç bir yarar sağlamadığı gibi, hatta zararlı olduğunu çok iyi biliyorlar. Devrimlerin kasten ve keyfi olarak yapılmadıklarını, bunların her yerde ve her zaman belirli partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tamamıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçları olduklarını çok iyi biliyorlar. Ama, proletaryanın gelişmesinin, hemen her uygar ülkede, zorla bastırıldığını ve komünistlerin muhaliflerinin, böylece, bütün güçleriyle, bir devrime doğru gittiklerini de görüyorlar. Ezilen proletarya, sonuçta bir devrime zorlanacak olursa, biz komünistler, nasıl şimdi sözle yapıyorsak, o zaman fiilen de proleterlerin davasını savunacağız.
 
#7
bir "paradıgma"da ana "noktaları" yakalamak gerekir.. sonrası tüm eleştiri yada kabüller bu ana noktalarla uyumlu olursa ortaya doğru sonuçlar çıkar ve doğru paylaşımlar yaşanır..

marksizm paradıgmasına baktığımızda bana göre en önemli "nokta" toplumsal., dolayısyla insan iradesi dışında bir toplumsal yaşam ve sistemler anlayışının var olmasıdır..

marks bunu üretici güçler olarak tanımlıyor ve kavramlaştırıyor.. üretici güçler.; insan/toplum iradesi dışında ana belirleyici de değil düzenleyici olarak resmediliyor..
tıpkı ilahi bir güç.. bir tanrı..

et obur canlılar ot oburları yer.. yada ot obur yiyen et obur canlıları.. neden!? bazı., ete sahip canlılar sadece bitki ile beslenir..

buna doğanın kanunu!! deyip geçeriz.. bilimsel/teknik "ilerlemeyi" önemseriz ama işin bu "teferruat" yanlarına pek takılmayız.. bitkiler.; toprakta biriken ölmüş! canlılardan arta kalan ve dönüşmüş şeylerle(mineral-bakteri vs) beslenir ve bunların bir kısmı et obur canlılardır..

yani.. bitkiler., eti., hayvan gibi çiğ yada insan gibi pişirip yemiyor., çürütüp yiyor.. :D
hatta üzerinde bir dizi işlem yaşandıktan sonra bunu yapıyor.. hatta kendinden şeyler katarak bu dönüşümü hazırlıyor/pişiriyor..

neyse bunlar bilimsel! sosyalizmin işleri değil.. doğanın nesnel işleyişi der geçeriz.. tıpkı sınıf mücadelesine dediğimiz gibi..
nesnelliği yaratan içinde yer alan iradelerdir.. o iradelerin birinde olan değişim.. var olan nesnelliği bozabilir hatta kökten değiştirebilir..
bilimsel sosyalizmde böyle bir cümle var mıdır!! yoktur..

köleci., feodal sömürü sistemi dediklerindeki irade toprak mülkiyeti.. ve bu mülkiyeti sağlayan hegomanik araçlar.. yani sınıflaşma.. bu iradede bir değişim yaşanıyor.. feodal sermaye/egemenlik yerini burjuvaya bırakırken., hegomanyası altındaki iradeleri de proleterya yapıyor.. elbette araçlar bile değişiyor..

bir üretimhanede köle emeği kullanmakla ücretli emek kullanmak arasındaki fark "ilerlemeyi" anlatırken işe yarar ama özü değiştirmez.. hatta hegomanya için emek kullanımı açısından bir tercih bile olamaz.. köle emeği daha tahakkümlü ve daha mülkiyetçi ve..
marksizm sınıf mücadelesini red eder..

çünkü.. bu emek kullanım ve tahakkümü değişimleirni sınıf mücadelesine değil., nesnelliğe bağlar..
yani.. köle emeği isyan etmese bu çağda bile köleler olabilirdi demez.. burjuva dedikleri bir mülkiyet/sermaye biçimi iktidara talip olmasa aristokrat sanayiciler olur demez.. ama şunu der.. burjuva sınıfı devrimci atılım yaprtığı için işçi sınıfının bilinci ve mücadele olanakları doğru der.. burada bir anlamda sınıf mücadelesinin varlığını söyler ama bahsettiği sınıf mücadelesi mülkiyetler/sermayeler arası mücadeledir..
engels.. a.öm. ve devletin kökeni adlı kitabında.. "bu güne kadar olan devrimler, bir mülkiyetin bir başka mülkiyete el koyması şeklinde olageldi" mealinden tespitler yapar..
yani.. burjuva iktidarına yada egemenliğine kadar diyeyim.. sınıf mücadelesi yoktu ama egemen sınıflar arası mücadele vardı demiş olur.. köle ve serf isyanlarını hatta abbasın vaktinin gelmediği aşamalarda proleteryanın da verdiği mücadele bu gerçekliği!! olageleni değiştirmez der..
Komünistler, komplonun hiç bir türlüsünün, hiç bir yarar sağlamadığı gibi, hatta zararlı olduğunu çok iyi biliyorlar. Devrimlerin kasten ve keyfi olarak yapılmadıklarını, bunların her yerde ve her zaman belirli partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tamamıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçları olduklarını çok iyi biliyorlar. Ama, proletaryanın gelişmesinin, hemen her uygar ülkede, zorla bastırıldığını ve komünistlerin muhaliflerinin, böylece, bütün güçleriyle, bir devrime doğru gittiklerini de görüyorlar. Ezilen proletarya, sonuçta bir devrime zorlanacak olursa, biz komünistler, nasıl şimdi sözle yapıyorsak, o zaman fiilen de proleterlerin davasını savunacağız.

bu cümleler bile yeterince açık.. devrimler ve dahi devrim mücadeleleri.. belirli partilerin ve koskoca sınıfların irade ve önderliklerinden tamamıyla bağımsız koşulların zorunlu sonuçları oluyor.. ise.. şimdi sözle yapıyorsak, yani yapacağız.. taki.. nesnel koşullar zaman geldi dediğinde o zaman fiilen de proleterlerin davasını savunacağız. dikkat edin.. yapacağız demiyor.. savunacağız diyor.. çünkü nesnellik zaten işçi sınıfına devrimin zamanı geldi diyecek ve onu ortaya itikleyecek.. "komünistler"de akıl hocalığı yapacak.. devrime başlayan proleterler sanki komünist olarak bu işi yapmayacak ilahi güç yapmalısın dediği için yapacak da.. komünistler işin savunma yanında olacak..

nerden baksan garip!! bir anlatım.. bugün bunları savunanlara revizyonistden tut., burjuva reformistine kadar her türlü itham yapılıyor.. çünkü lenin vakit geldi demiş.. ama aynı lenin dediği tarihlerde burjuva devrimlerini savunmuş(polonya-türkiye vs.)..

tarihin nesnelliğinde vaktin geldiğini lenin iddia edebilir ama nesnellik bunu onayladı mı?.. onayladıama marksı-engelsi onayladı.. sscb'yi kapitalist yaparak ispatladı..

peki.. bilimsel sosyalist ve marksist olarak ne anlamalı ve ne yapmalıyız.. bu soruya günümüzde de yanıt vermek için marksizmi referans alabiliriz..

Soru 19:
Bu devrimin yalnızca tek ülkede yer alması olanaklı olacak mıdır? (sayfa 110)

Yanıt:
Hayır. Dünya pazarını yaratmış olan büyük sanayi, yeryüzündeki bütün halkları, ve özellikle de uygar halkları öylesine birbirlerine bağlamıştır ki, her halkın başına gelecekler, bir ötekine bağlıdır. Ayrıca, büyük sanayi bütün uygar ülkelerde toplumsal gelişmeyi öylesine eşitlemiştir ki, bütün bu ülkelerde burjuvazi ve proletarya, toplumun iki belirleyici sınıfı, ve bunlar arasındaki savaşım da, günün temel savaşımı olmuştur. Komünist devrim, bu yüzden, hiç de salt ulusal bir devrim olmayacaktır; bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya'da, aynı zamanda yer alan bir devrim olacaktir.[17] Bu ülkelerin herbirinde devrim, o ülkenin daha gelişkin bir sanayie, daha çok zenginliğe, ve daha hatırı sayılır bir üretici güçler kitlesine sahip olup olmayışına bağlı olarak, daha çabuk ya da daha yavaş gelişecektir. Dolayısıyla, bunu gerçekleştirmek, en yavaş ve en güç Almanya'da, en çabuk ve en kolay da İngiltere'de olacaktır. Bunun dünyanın öteki ülkeleri üzerinde de önemli etkileri olacak ve bunların daha önceki gelişme biçimlerini tamamıyla değiştirecek ve büyük çapta hızlandıracaktır. Bu, dünya çapında bir devrimdir, ve dolayısıyla kapsamı da dünya çapında olacaktır.
bu sözleri yazan kişi.. kafasına göre yazmıyor.. üretici güçler tezine yani marksizme bağlı olarak yazıyor.. yani tarihin nesnelliğine göre yazıyor.. sonrası yıllarda ölene kadar da bu sözlerini eleştiren ve değiştiren bir söz duymadım.. okumadım..


ama bu çizgiyi sahiplenenler bu sözleri red ediyor.. çünkü daha sonra olanlara devrim(proleter devrimi) diyor.. hepsi burjuva sistemine dönüştüğü halde bu satırları yazan haklı çıktı demiyor.. ayağı kaydı.. iç-dış mihraklar vs. diyor..

o halde iyi bir marksist olmak için ne yapmalı?..

Soru 25:
Komünistlerin günümüzün öteki siyasal partileri karşısındaki tutumu nedir?

Yanıt:
Bu tutum ülkeden ülkeye değişir. Burjuvazinin egemen olduğu İngiltere, Fransa ve Belçika'da, komünistler, çeşitli demokratik partilerle, halen her yerde savundukları sosyalist önlemlerde demokratlar komünistlere ne kadar yaklaşacak olurlarsa, yani bunlar proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir biçimde savunacak ve proletaryaya ne kadar çok dayanacak olurlarsa o kadar büyük olan ortak bir çıkara şimdilik hâlâ sahiptirler. Örneğin İngiltere'de, hepsi de işçi olan çartistler[48] komünistlere, demokratik küçük-burjuvaziden ya da radikal denenlerden çok daha yakındırlar.
Demokratik bir anayasanın getirilmiş olduğu Amerika'da, komünistler, bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirecek ve onu proletaryanın çıkarları doğrultusunda kullanacak olan parti ile, yani ulusal tarım reformcuları ile dava ortaklığı yapmalıdırlar.

İsviçre'de, hâlâ çok karışık bir parti olmalarına karşın, radikaller, gene de komünistlerin birlikte herhangi bir şey yapabilecekleri tek kimselerdir, ve ayrıca, bu radikaller arasında Vaud ve Cenevre kantonlarında bulunanlar en ileri olanlardır.

Nihayet, Almanya'da burjuvazi ile mutlak monarşi arasındaki kesin savaşım uzak değildir. Ne var ki komünistler, kendileri ile burjuvazi arasındaki kesin savaşımı burjuvazi (sayfa 116) egemen oluncaya dek hesaba katamayacaklarına göre, kendisini bir an önce devirmek için burjuvazinin bir an önce iktidara gelmesinde ona yardımcı olmak kömünistlerin çıkarınadır. Dolayısıyla komünistler, her zaman, hükümetler karşısında liberal burjuvazinin yanında yer almalı, ama burjuvazinin kuruntularını paylaşmaya, ya da burjuvazinin zaferinin proletaryaya getireceği yararlar konusunda bunların verdikleri sahte güvencelere inanmaya karşı her zaman tetikte olmalıdırlar. Burjuvazinin zaferinin komünistlere sağlayacağı tek yarar şunlar olacaktır: 1. komünistler için kendi ilkelerini savunmayı, tartışmayı ve yaymayı ve böylece proletaryayı sıkıca örülmüş, militan ve örgütlü bir sınıf halinde birleştirmeyi kolaylaştıran çeşitli ödünler, ve 2. mutlakiyetçi hükümetlerin düştüğü gün, sıranın, burjuvalar ile proleterler arasındaki savaşa geleceğinin kesin oluşu. Komünistlerin parti politikası, o günden sonra, burjuvazinin halen egemen olduğu ülkelerdeki ile aynı olacaktır. (sayfa 117)
Ekim 1847 sonunda yazılmıştır.

tamam 1847 de yazılmış aradan çok zaman geçmiş diyelim ama 1800 sonlarında da buanlayışı mark-engels değiştirmedi.. yada artık işler başka demedi.. lenin değiştirdi..

toparlarsam.. asıl marksistler kimler sorusuna yanıt yine kuranda pardon marksizm de var.. bakın anlarsınız..




 
#8
sevgili suat,marksizmin "paradigması" bu dur ne güzel engelsin kendisi de özetlediği bu yazısında ve herkesin elinden düşmeyen komünist manifesto da aynı içerik üzerinden sorunları ele alır.

Burada konu başlığıyla da ilgili olarak ele almamız gereken en önemli mesele bu üretici güçler ve üzerinden şekillenen üretim ve toplumsal ilişkileri temelindeki "sınıflar" kim??? ne iş yaparlar.

Temel sınıflar diye başlarlar:burjuvazi ve proleterya.Bunu söyledikten sonra hangi burjuvazi??? sorusunu sormak lazım.Mali burjuvazi mi yoksa onun altındaki sanayi burjuvazisi mi???? temel sınıf oolmak tarihsel "ilerlemenin" önünü açmak demektir.Tarihsel ilerleme "üretici güçler" üzerinden işliyorsa burjuvazinin "ilerletici-devrimci" yanı da sanayi burjuvazisi ve yoldaşı "proleterya" üzerinden işlemektedir

Ara sınıflar:bu kesimler ise toplumsal ilerlemenin gerisinde ya da etkilemeyen sınıflardır.Buradaki gerici sınıflar proleterya saflarına dahil edilirken devamındaki diğer sınıflar(şehir küçük burjuvazisi) de ara sınıf olarak devam etmektedirler.

Bu söylediklerim benim çıkarımlarımdır.Misal "şehir küçük burjuvazisi" kimdir??? memurlar buna dahil midir??? 1980 lere kadar dahildi ondan sonra bazılarını "işçi" kapsamına dahil edildiler geri kalanları da "emekçi" kapsamına alındılar.

Fakat her zaman denir ki "sanayi orduları şeklinde örgütlenmiş olan sanayi proleterya (proletaryanın hası :D) öncüdür".

Evet öncüdür bu tezlere göre öncüdür.Bunun dışında bahsedilen "halk devrimleri" proleter partisi aracılığıyla yapılsa bile evrileceği yer kapitalizmdir.

Peki reel sosyalizm çöktüğünde marks haklıydı diyen oldu mu??? suçu başkasına atmak kolay.İş teoriye gelince marksist olmayanlara "teorik eksik ve zaaflı" demek de kolay.
 
#9
bir önceki yazımda devrim için grekli nesnel koşullar ve bu anlamda üretici güçler tezi ile ilgili yazmıştım.. ve demiştim ki.. marks-engels bu anlamda proleteryanın iktidarı almasının şartlarının henüz olgunlaşmadığını tespit eder ve bu anlamda misyonunun kapitalist sistemin belirli merkezlerde olgunlaşıp., küresel yayılmasına hizmet olduğunu söyler... ve bunun nesnel zorunluluk olduğunu da söyler..


oysa aynı engels yazısında tam tersi sözler de var.. üstelik zaman gelmedi açıklamalarından daha önce..
Soru 15:
Şu halde, özel mülkiyetin daha önce kaldırılması olanaklı değildi?

Yanıt:
Hayır. Toplum düzenindeki her değişiklik, mülkiyet biçimlerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkileriyle artık bağdaşmayan yeni üretici güçlerin yaratılmasının zorunlu sonucu olmuştur. Özel mülkiyetin kendisi de bu şekilde doğmuştur. Çünkü özel mülkiyet her zaman varolmamıştır, ama ortaçağın sonlarına doğru, manüfaktür biçimi olarak, ortaya, o sıradaki mevcut feodal ve lonca mülkiyetine tâbi kılınamayan yeni bir üretim biçimi çıktı, eski mülkiyet ilişkilerine sığmayan manüfaktür, yeni bir mülkiyet özel mülkiyet biçimi yarattı.
açık ifade ile olmasa da evet olanaklı değildi diyor.. çünkü.. Manüfaktür için ve büyük sanayiin gelişiminin birinci aşaması için, özel mülkiyetten başka hiç bir mülkiyet biçimi ve özel mülkiyet üzel gerekçelerine, kurulmuş olandan başka hiç bir toplum düzeni olanaklı değildi. diyor ve bunun nesnel gerekçelerini de açıklıyor..
Yalnızca herkese yetecek kadarla kalmayıp, toplumsal sermayenin artması ve üretici güçlerin daha da gelişmesi için bir fazlalık da üretmek olanaklı olmadığı sürece, toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf ve bir de yoksul ezilen sınıf her zaman olacaktır.
engelsin bu açıklamasına göre.. artı ürün tüm topluma yetecek oranda üretilene kadar ezen-ezilen., sömüren-sömürülen olacak.. yani.. toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf olacak.. engels açıkça diyorki.. toplumun refahı için özel mülkiyet yani tahakküm ve hegomanya şart.. ama üretim bollaştığında artık gerek kalmayacak-mış!!

....... Açıktır ki, üretici güçler, şimdiye dek, henüz herkes için yeterli miktarda üretebilecek ya da özel mülkiyeti bu üretici güçler için bir ayakbağı, bir engel haline getirecek (sayfa 107) kadar gelişmemişlerdi. bahsettiği sanayileşmedir.. örneğin.. bir köydeki toplumun kendine yetecek kadar ekmek üretmek için buğday ekmesi bir şey ifade etmiyor.. fazlasını üretecek koşullar yaratılacak.. iyi de başka köyler de fazla ekmek üretince ne olacak.. ekmek üretme koşulları olmayan ama kumaş üreten köylere mi? satacak yada bağışlayacak.. onlardan da kumaş bağışı alacak.. engels işin bu yanında değil.. çok üretim bu anlamda her şeyde sanayileşme diyor.. ama şin paylaşım yanı ile henüz ilgilenmiyor..
alttaki yazı devamı garip..
Ama birincisi, büyük sanayiin gelişmesinin şimdiye dek duyulmamış ölçekte sermaye ve üretici güç yaratmış olduğu ve bu üretici güçleri kısa bir sürede sınırsız ölçüde artırması çarelerinin varolduğu;derken.. evet özel mülkiyet sayesinde üretici güçlerin geliştiği ve devasa üretim yaptığı doğru ama diye devam ediyor..
ikincisi, bu üretici güçlerin birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaşmış olmasına karşın, geniş halk yığınlarının giderek daha çok proleterler haline geldiği ve bunların durumlarının burjuvaların zenginliklerinin artması ölçüsünde daha da perişanlaştığı ve çekilmez bir hal aldığı;
buna karşın.. paylaşımda sorun var diyor.. bu sorun.; özel mülkiyetin insanlık yaşamına dahil olmasından itibaren var..
engels.. hem özel mülkiyet olmadan üretim ve üretici güçler gelişmesi olanaksız diyor hemde bu durumun yoksullaşmayı artırdığını söylüyor..
o zaman şunu demiş oluyor.. "yoksulluk bir dönem kaderdir".. yine kader işleyişi ile kalkacak.. ama önce yoksulluk kaderi yaşanacak..
üçüncüsü, kolayca artırılabilecek bu kuvvetli üretici güçlerin, özel mülkiyetin ve burjuvaların boyutlarını toplumsal düzende her an en şiddetli patlamalara yolaçacak kadar aşmış olduğu bugün ise, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca olanaklı hale gelmemiş, hatta mutlak bir zorunluluk olmuştur.
bugün dediği yıl bu yazının yazıldığı yıl.. ve özel mülkiyetin kaldırılması olanaklı da değil zorunlu hale gelmiştir diyor.. ortada bir çeviri hatası yoksa.. üretici güçler tezi üzerinden zaman gelmedi tespitlerini çürütüyor..
bana göre çeviri hatası olabilir diyeceğim ma değil.. marksın ve engelsin yazılarına.. hatta öüimlerine kadar yazdıklarına baktığımızda tam tersini söyler..

ben açıklayayım.. çünkü marksistler kuran yorumlaması formatındalar.. ayetlerin zaman mekan koşul konumlarına bakmadan işlerine geldikleri yerden alıp., zaman-mekan-koşul bakmadan kullanırlar..
yazı 1847 de yazılmış.. yani isyanların yaşandığı dönemlerde.. yine marks ve engelsin komünist olmaya karar verdikleri aşamada.. ve var olan komünistlerin onlara aydın olarak yazı yazma görevi bahşettikleri döneme denk düşüyor..

zaten marks 1848 ayaklanmalarında yanıldık der.. o meşhur üretici güçler tezini ortaya attığı dönemlerdir..

marks üretici güçler tezini 1848 ve sonrası yenilgilerden sonra yazar.. yine avrupa birleşik devriminin aracı olacak olan enternasyonali de 1871 yenilgisinden sonra ayarlar..

her şey üretici güçler tezinde saklıdır.. marksizm buradan çözümlenir.. gerisi teferruattır.. içindeki doğrularla., demagojilerle teferruattır..

yine markiszm sermaye sınıfları içinde mali sermayeyi aristokrasi ile özdeş görür.. doğaldır çünkü mali sermayenin tarihsel sürecini bilir.. varlığını asalak olarak aristokrasi üzerinden işlettiğini de bilir.. bu anlamda burjuva dediğinde bu tanımın içine sadece sanayiciler girer.. ve bu anlamda emek dediğinde de sadece bu sanayicilerin araçları olan sanayi işçileri girer.. o yüzden tarihsel olarak kentli anlamına gelen burjuva ve proleter tanımlarını özenle seçmiştir..

birinci tanım(burjuva) doğrudur ama eksiktir.. ikinci tanım proleterya ise külliyen yanlıştır.. üretici güçlerin ana motoru olarak resmettiği burjuvaya köylü kökenli serfi katamaz.. yerine bir tarihsel sınıfı koyar ama bu sınıf tarihsel olarak asla emek kavramı dahilinde olmamıştır.. yani üretici değildir.. şimdinin devlet bürokrati k alt tabakası ve sermayenin yan alt tabakası gibi döneminin üretim dışıama egemenliğin aracı özgür kent vatandaşıdır..

daha sonra da marks-engelsin devrim anlayışına geleceğim.. özellikle toplumsal devrim ve komünizm anlayışına..
 
#10
Yalnızca herkese yetecek kadarla kalmayıp, toplumsal sermayenin artması ve üretici güçlerin daha da gelişmesi için bir fazlalık da üretmek olanaklı olmadığı sürece, toplumun üretici güçlerini kullanan bir egemen sınıf ve bir de yoksul ezilen sınıf her zaman olacaktır. (engels)
engels.; toplumsal sermaye tanımını kullanırken bahsettiği farklı bir şey değildir.. mülkiyeti yani sermayeyi üretimin toplumsal yanından dolayı toplumsallık içine katıyor.. şimdiki milli gelir tanımı gibi.. fazlalık üretmek! de garip bir ifade.. üretim faliyeti kendine yeterli olma dışında fazlalık üretecek ki.. birikim olsun.. bu her zaman olan bir şey.. arılar bile fazla üretim yapar., depolar.. ama burada aslolan bu üretim faliyeti içindeki mülkiyet biçimidir.. özel mülkiyet varsa fazlalık sermaye demektir.. yoksa sermaye değildir.. yani sermayeyi anlamdıran mülkiyettir.. fazlalık değil..


bu anlamda.. özel mülkiyetin olması-olmaması fazlalık üretimini etkilemez.. sermaye varlığını-yokluğunu etkiler.. "bilimsel sosyalizm".; olana bakmış ve tespit yapmış.. özel mülkiyet varken üretim fazlalığı oluyor.. yokken olmuyor demiş.. neden yokken olmuyor ile ilgilenmemiş.. ihtiyaçtan fazla üretmek doğaya zarar verir.. ve ortada mülkiyet-pazar ilişkileri yoksa., ihtiyaç dışında birikmiş fazlalık bir işe de yaramaz.. belirteyim.. üretimini yapmadığın ihtiyaç mamüllerini alabilmek için(takas) biriktirmek de ihtiyaç tanımı içindedir..

bu mantıkla yola çıkan bilinç haliyle çözüm noktasında da mülkiyetçi bakar.. burada özel mülkiyet olmayabilir ama bir çeşit özel mülkiyet sayılan devlet mülkiyetini devreye sokar.. mülkiyet hakkını kişi ve tüzel kişilerden(şirket) alıp devlete devretmek mülkiyet anlayışını ve işleyiş yasalarını ortadan kaldırmaz.. yine üretim faliyetleri içinde olanları değil., olmayanların tahakkümü vardır..

"bilimsel sosyalizm" her ne kadar proleterya diktası dese de ortada proleteryanın dikta işleyişi göremeyiz.. adına!! bir işleyiş görürüz ki., modern devlet dedikleri de aynı şeyi iddia eder.. toplum adına yada toplumun verdiği yetki devri ile tahakküm işleten araç devlet oluyor..
ücretli emek işleyişi yine var.. emeğin karşılığı noktasında karar emek sahibinde değil.. üretimin amacı yine pazar üzerine yine bir birikim var ve devlet mülkiyeti sahipliğinde bir birikim..
engels bunun "zorunluluğunu" şöyle izah!! ediyor..

Bir toplumsal devrimin, servet üretimi ve dolaşımı üzerinde şu anda otorite sahibi olan kapitalistleri devirdiğini düşünelim. Anti-otoritercilerin bakış açısını tamamıyla benimseyerek, toprağın ve iş aletlerinin, bunları kullanan işçilerin kolektif mülkiyetine geçtiğini düşünelim. Bu durumda otorite kalkmış mı, yoksa yalnızca biçim mi değiştirmiş olacaktır? Görelim bakalım.
diyor ve açıklıyor.. ama bu açıklama gerçekten büyük bir demagoji gösterisidir..

Örnek olarak bir pamuklu iplik atelyesini alalım. Pamuk, iplik haline gelmezden önce, birbirini izleyen en az altı işlemden geçmek zorundadır, ve bu işlemlerin büyük bir kısmı ayrı ayrı odalarda yapılır. Dahası, makineleri işler durumda tutmak için, buhar makinesinin başında duran bir makiniste, günlük onarımları yapacak bir teknisyene ve bütün işleri ürünleri bir odadan ötekine aktarmak olan daha birçok işçiye vb. gerek vardır. Bütün bu işçiler, erkekler, kadınlar ve çocuklar, işlerini bireysel özerkliğe hiç aldırmayan buharın otoritesi tarafından saptanan zamanlarda başlatmak ve bitirmek zorundadırlar.
engelsin otorite anlayışı çok "anlamlı".. gece ile gündüzün., yağmur ile kuraklığın sıcak ile soğuğun insan yaşamını belirlemesi gibi insan iradesi dışındaki nesnelliklerin(ki bumlarda birer iradedir) tanrının gücü-işi sanılması gibi.. buharlı makinayı tanrı yerine koyuyor.. din yine daha bilimsel.. bu saydıklarımı değil bunların sahibini(mülkiyet sahibi) tanrı olarak görüyor.. ama engels o buharlı makinanın bir sahibi olduğu gerçekliğini atlıyor., halı altına iteliyor...

buharlı makinaya çalış emrini veren ve belirleyen mülkiyet sahibidir ve makinanın belirleyiciliği de bu makina üzerindeki mülk sahibinin keyfiyetine bağlıdır..

Şu halde, işçiler, ilkin bu iş saatlerini kabul etmelidirler; bu saatlere, bir kez saptandıktan sonra, ayrıcalıksız herkes uymalıdır. iş saatlerini belirleyen kim?.. makina mı? örneğin müslüman ülkede şalter cuma namazı zamanı kapanacak deme yada dememe hakkı makinada mı?.. işçi de mi?.. değil.. ama makina üzerinde bir mülkiyet hakkı yoksa o makinanın hangi saatte ve ne kadar çalışacağı kararını emek harcayanlar belirler..

bilimsel sosyalizm!! öz olarak maddeci değildir.. tam trsi ilahi güçler anlayışına sahiptir bunu tanrı olarak tanımlamaz ama insan ve doğa iradesi dışında bir irade olarak tanımlar.. üretim faliyetlerine de toplumsal(sadece insan değil tüm canlılar anlamında) yaşam proğramlanması olarak bakmaz.. illaki başında bir otorite arar ve bu otorite de üretim ve yaşam faliyetleri dışındadır.. nesnel bir şeydir..

... İnsan, iş saatleri konusunda bu fabrikalarının üzerine hiç değilse şunları yazabilir: Lasciate ogni autonomia, voi che entrate![2] İnsan, bilgisinin ve yaratıcı dehasının yardımıyla doğa güçlerine nasıl boyuneğdirdiyse, beriki de insanı, kendisini kullanması ölçüsünde, her türlü toplumsal örgütlenmeden bağımsız gerçek bir despotizm altına sokarak ondan intikam almaktadır.
beriki diye bahsettiği şey.. yine insan üretimi olan makinalar oluyor.. haliyle sahipleri olan mülkiyetçiler oluyor.. bilimsel sosyalizm!! mülkiyeti kaldırmıyor., sadece bireylerden alıp., devlet denilen aygıta veriyor.. yani devleti kutsuyor..
Büyük sanayideki otoriteyi ortadan kaldırmayı istemek, sanayiin kendisini ortadan kaldırmayı, gerisin geriye çıkrığa dönmek üzere buharlı çıkrığı yoketmeyi istemekle aynı şeydir. iddialarını şöyle devam ettirebiliriz.. ... devletteki otoriteyi ortadan kaldırmayı istemek, sanayiin kendisini ortadan kaldırmayı, gerisin geriye çıkrığa dönmek üzere buharlı çıkrığı yoketmeyi istemekle aynı şeydir
engelsin bu sözleri anti-otoritecilerle olan polemiklerde geçer.. konu devletin varlığıdır.. istedikleri kadar devlet sönümlenecek desinler bu anlamda somut ifadeleri yoktur.. ama satır aralarında kalıcılığına dair görüntüler mevcuttur..
Bu baylar hiç bir devrim görmüşler midir? Devrim, elbette ki, en otoriter olan şeydir; bu, nüfusun bir bölümünün kendi iradesini, nüfusun öteki bölümüne tüfeklerle, süngülerle (sayfa 451) ve toplarla —akla gelebilecek bütün otoriter araçlarla— dayattığı bir eylemdir; ve eğer muzaffer olan taraf yok yere yenik düşmek istemiyorsa, bu egemenliğini, silahlarının gericiler üzerinde yarattığı terör ile sürdürmelidir
o baylar devrim görmekle kalmadı bizzat devrim yaptı engels hiç yaptı mı?.. engels her zamanki gibi kapitalist modernite ahlakına uygun demagojisini yapmış.. devrimin korunması ile devletin var olmasını "karıştırmış".. bir de nufus diyerek bir avuç azınlığı toplum yerine koyuyor..

devletin silahını aldığında dişleri sökülmüş kurta döner.. haliyle ortada burjuva azınlığının gücü de kalmaz ama devletin varlığı üzerinden kurulan otoritenin sahibi yine devlet olacağından., illaki bir azınlık(bürokrasi) otoritesi başlar.. komünal kabile içinde de böyle başlamıştı..

kısaca..
bilimsel sosyalizm!! ezilenler devrimi dese de mülkiyete dokunmuyor., mülkiyeti var eden işleyişin özüne dokunmuyor.. bunu devlet ile korumuş oluyor.. iktidar emek faliyetlerinde bulunanlarda da olmuyor.. çünkü iktidar asıl olarak emek faliyeti alanlarında ve araçları üzerinde başlar.. bunlar devlet denilen bir otoritenin mülkiyetinde ise.. işçi yine mülkiyet altındaki emek hallerindedir..

bilimsel sosyalizm!! merkezi bir otorite altında sanayiye dayalı bir sistem öneriyor.. sanayi eşittir sermaye yani para ise aslında mali sermayeyi iktidar yapıyor.. ama bunun ya farkında değil yada para otoritesini toplum refahını düşünen ermiş aydınlar ele geçirirse insanlık daha iyi yaşar diyor ve bunu komünizm sanıyor.. bu anlayış tevratikdir.. mehdinin devrimi ile kurulacak yeryüzü cenneti ve başındaki ruhaniler anlamındadır..

alıntılar..
Ekim 1872-Mart 1873'te Engels tarafından yazılmıştır.Aralık 1873'te, 1874 yılı için hazırlanan Almanca Repubblicano derlemesinde yayımlanmıştır.

alıntılar solplatformdan yapılmıştır..
 
Üst