Sendikalar ve durumlar'

#1
‘’Çalışma hayatı sahte bilgilerle dolu. Sendikalı sayısı gerçekte 650 binlere, sendikalı oranı yüzde 9'a inmiş durumda.’’

Bunu söyleyen Türk-iş genel sekreteri. Hani tarihinde genel sekreterini Cuntacıların emrine verme utancını taşımayan büyük işçi konfederasyon’un sekreteri..

Bu utanmazlığı kendilerinin yaptığı o sekreteri olduğu kurumunun yaptığını bu demeçleriyle saklayamaz. Utanmazca bugün 100 çalışandan 9 kişisinin sendikalı olduğunu yüzümüze söylüyor. Ben bununda yalan olduğunu söylüyorum . Daha az beyefendi daha az..

Kıç yalarken düştüğünüz durumu kendi hatan değilmiş gibi sunma..

Uzun zamandır hükümet ile Türkiye'nin belli başlı konfederasyonlu olan hak-iş ve türk-iş arasında yeni tekrardan AB intisabıyla değişiklik yapılmak zorunda kalınan 2821 ve 2822' yasa üzerinde pazarlık olmaktadır. Bu 1.Mayıs katılımları döneminde su yüzüne çıktı. Uslu Tür- işe (baştan çekinceli sonradan katılmasına) rağmen 1 Mayıs’ı Taksimde katılmamayı gerilim yaratacağı gerekçesiyle olmamıştır. Disk zaten bu ülkede ömrü boyunca üvey evlat,iç düşman olmuştur..

Hak-iş Salim Uslu yine o büyük!? ‘’Sendikacılığını’’ göstermiş. Hükümette (AKP)yağ çekerek Türkiye de yaşanan siyasal düzeyde ki değişikliklerin yansıması olan Türk-iş’i de devre dışı bırakarak Hak-iş atılım yapılmaktadır.

Türkiye eski kurumlarını değişikliğe gitmekte liberallerin dediği gibi AKP ‘’ devrim’’ uygulamaları yapmaktadır. Türk-iş Türkiye cumhuriyetinin eski kurumu olmuştur ve çöp sepetine gönderilmelidir efendim. Aynen kamu işletmeleri gibi. Çünkü Türk iş ömrü boyunca bu işletmelere ‘’iç düşman,komünist’’ olan Disk ve bunun gibi sendikaların girişini engelleyen, devlet tarafından desteklenen sendika olmuştur.
Şimdi 80 sonrası gelişen ve 10-15 yıldır devam eden siyasal dönüşüm sancıları içersinde Türk iş’in, devlet işletmelerinin özelleştirilmesiyle kitlesel gücü yok edilmiştir. Türk-iş şu hakiyle dişleri sökülmüş ve sökülmeye devam edilen Türk iş’tir. Bu aynı zaman da Türkiye’de sendikalaşma oranıyla yakından ilgili bir durumdur. Öyle ki Türkiye’nin demokratik olabilmesinin şartları salt partiler değil,bunun yanında diğer kurumların olmasıyla yakından ilgilidir. Sendikalar (Örgütlenme)bu kurumların vazgeçilmezlerindendir.

Şu durumda Devlet işletmelerini özelleştirilmesi ülke sendikal üye sayısını cunta (faşist) ülkeleri seviyesine düşürmüştür. Bundan Türkiye burjuvazisi ve hükümetti utanç duymaktadır. Bu durum bu ülke patlayacak bir bomba görünümü olarak uluslar arası sermeye tarafından algılanabilir. Algılanırsa sermaye gelmez.
İşte iki yıldır üzerinde çalışılan 2821 ve 2822' çalışma yasalarında ki değişilirler yapılamaktaki sorundur. .


Bugün Çalışma Bakanlığı'na göre 5 milyon işçi çalışıyor Üç buçuk milyonu yani yüzde 60'ı sendikalı görünüyor.-(Yani devlet işletmelerinden işlerine son verilenler hala sendikalı, mesela Tekel satılmış ama işçiler hala sendikalı gibi-) Bu eh kabul edilebilinir bir durumdur. Ama Her şeyde olduğu gibi gerçek bu değil sahtedir..
SGK'ya göre Türkiye'de 8.5 milyon düzenli çalışan var. SGK verileri dikkate alınırsa üç buçuk milyon sendikalı kabul edersek ki bunların bir çoğu yukarda dediğim gibi hikayeden sendikalıdır. Gerçekte bu kadar sendikalı bile yoktur. Ülkede Sendikalaşma oranı otomatikman % 40 düşecektir. İç karartıcı bir durum. Çalışanlarının yarısı bile örgütlü olmayan devletin,uluslar arası şirketlerin ve şirketler karşısında bireyin inin inim inleyen çalışanları. Bugün ülkede sendikalaşma oranı benim tahminime göre %20 -25 geçmez. Bu utanç vericidir. Burjuva için bile rezalettir. Artık kendisini tehdit eder duruma gelmiştir bu durum.


Diğer taraftan şu haliyle çalışma bakanlığına göre büro iş kolunda dört yüz bin küsur çalışan var Yüzde 10 barajı 40 bin eder ki bu kadar üyesi olan bu iş kolunda toplu sözleşme hakkını elde eder. Normali bu.. Ama SGK’nın 8.5 çalışanına göre 1 milyon 700 bin çalışan var ve buna göre baraj 170 bine çıkacaktır. Yani en az bu iş kolunda sözleşme yapabilecek olan 170 bin üyesinin kendisine kayıtlı olduğunu göstermesi gerekecektir. Bu durumda o iş kolunda bulunan sendikaların çoğu bu sayıyı eremediğinden- Çünkü özeleştirme nedeniyle böyle sendika üyeleri de yok .- sendika diye bir şey kalmayabilir. Yada tek sendika kalır. Vs vs .. Bu tek sendika da İç düşman Disk olur mu bakın siz şu işe…
Kısaca Türkiye de siyasal düzeyde değişiklikler olmaktadır. Bu sendikal alanda da kendini göstermektedir. Hak-iş gelecek Türkiye’nin sendikası olma yolunda hazırlanmakta Türk iş’in yerini almaktadır. Hükümetle dansının nedeni ve Türk-iş’in darbecilere dahi rezilce sekterini bakan olarak vermesi ve bu göreviyle burjuva ile dansı bitme safhasına gelmiştir.

Şimdi, provokatif bir soru sormak gerekmektedir. Ben soruyorum. Tekel işçileri bu kavgada kulanılmaktamıdırlar.. ? Düne kadar susan tekel işçileri neden celallenmiş ve celallendirilmişlerdir.?
Tekel işçileri ne yapmalıdır…?
 
Son düzenleme:
#2


Şimdi, provokatif bir soru sormak gerekmektedir. Ben soruyorum. Tekel işçileri bu kavgada kulanılmaktamıdırlar.. ? Düne kadar susan tekel işçileri neden celallenmiş ve celallendirilmişlerdir.?
Tekel işçileri ne yapmalıdır…?


tekel işcileri yapması gerekeni yapıyor bana göre..bende sana provakatif bi soru sorayım neden türkiye solunun ttekel işcileri günlerdir ayaktayken sesi çıkmamaktadır?destek verilmemektedir?edirnedeki abd defol bu vatan bizim eylemi dahamı önemlidir?veya abd defol eylemi için trakya kapılarında bekleyenler ve daha sonra 30 kişinin bile bile linç edilmeye sürülme eylemleri,dahamı önemlidir tekel işcilerinden?
 
#3
tekel işcileri yapması gerekeni yapıyor bana göre..bende sana provakatif bi soru sorayım neden türkiye solunun ttekel işcileri günlerdir ayaktayken sesi çıkmamaktadır?destek verilmemektedir?edirnedeki abd defol bu vatan bizim eylemi dahamı önemlidir?veya abd defol eylemi için trakya kapılarında bekleyenler ve daha sonra 30 kişinin bile bile linç edilmeye sürülme eylemleri,dahamı önemlidir tekel işcilerinden?
Roj senin sorun provakatif değil dostum.. Şimdi bu vatan bizmle bu eylem arasınada ben pek bağ kuramadım ama sanırım sen bu vatan bizim muhabettine canın sıkılmış.

Boş ver onlar cocuk.. Kitlesel temeleri adamın kaybolunca ne yapacağını bilemez. Bunun gibi bir şey olarak görüyorum durumu.

Esas seninle tartışacağımız konu neden türkiye solunun ttekel işcileri günlerdir ayaktayken sesi çıkmamaktadır?destek verilmemektedir? Destekten kastın Tekel işçileriyle bereber olmaksa bu oluyor. Sol orada ve tekel işçilerinin yanında. Sadece Türk-iş'in istediği şekilde olmuyor işler arada fark var..

Türk-iş tekel işçilerini Ankaraya davet etti. İşçiler bağırdı çağırdı sonra ''tamam cocuklar herkes evine dönsün'' dedi. ''Bu kadar yeter Türk-iş'in gücünü göstediniz çünkü bizi uzun zamandır adam yerin koymam gibi durumlar var.'' Hatılarsan zonguldak kömür işletmelerininde şu özelleştirme,kapatılma bir yıllarında ankaraya yürüyüşü vardı. Şemsi Denizer gibi sendikacı ortaya çıkmıştı. Sonra ne oldu roj kardeşim, çalışanların siyasal kazançleri ne oldu o durumda hatırlıyormusun. Ben sıfır elde var sıfırı hatırlıyorum.

Şimdi bunları anımaayalım ve perde arkasında neler oluyor diye bıraz meraklı olalım değilimi? Hani bir laf var gaza gelmeyelim. Şu anda gaz veren ve meraklı olan bir kesimde va bu ülkede,aparto bekliyor. Ama diğer yanda aporta bekleyen var diye de elimiz kolumuz bağlı oturmak devrimciye yakışırmı? Bence yakışmaz ama argo tabirle tezgaha gelmeyelim durumu var ortada yani...

Bugün tekel işçileri Türk-işi dinlememektedir. Açık alan gösterisinde Ankarada işçiler Kürsüyü işgal etmişler genel grev çağrısı yapmışlardır. Gidip Türk-işi işgal etmişlerdir. Yine süresiz açlık grevine girmişlerdir. Bunlar Türk-iş sendikaclığının istediği türden olayların gelişmediğini göstermektedir.

Şimdi tüm bunlardan sona solcular ortaya çıkıp tekel işçilerine ''siz hele şöyle kıyıda oturun ben sizin için bu kavgayı veririmi'mi beklyorsun. oooo o devir geçti roj, bu türkiye solu iki sefer,ilki nitelikli ,ikincisi bıraz nıcelikli varta yedi. Her ileri gidiş ve darbe bizi tarih öncsi kalan bu deneyimlerimizi kafamıza kakarak tekrar iler fırlatıyor.

Ama değerlendirme yapacaksan yazdığım yazıda tek saplantı haline gelmiş sorunu ortaya koyarak değil. yazı bütününe bakarak ve eleştirerek kendi sorununu ortaya koy .

Analadığım bu Trakyalarda ''vatan bizimle'' uğraşacağına bu sol tekel işçileriyle uğraşsın diyorsun. Cephe geniş roj cephe geniş . Her alanda uğraşmak gerek...
Türkiye sendikacılığında ki gömlek değiştirmeyi,siyasal sistemde ki gömlek değiştirme kavgasıyla ortak yanların olup olmadığını sorgulayalım. Özeleştirme,kamu iktisadi teşekkülerinin dağitılmasının ülkede sosyal siyasal sonuçlarını okumaya çalışalım.. Haaa bunlar beni hırgalamaz kardeşim beni hırgalayacak şu bizim Kürtlerin hali ne olacak? Ötesinden bana ne dersen. o başka..
 
Son düzenleme:
#4
Bu utanmazlığı kendilerinin yaptığı o sekreteri olduğu kurumunun yaptığını bu demeçleriyle saklayamaz. Utanmazca bugün 100 çalışandan 9 kişisinin sendikalı olduğunu yüzümüze söylüyor. Ben bununda yalan olduğunu söylüyorum . Daha az beyefendi daha az..

evet hayri özşen arkadaşım, durumun sen de farkındasın. bu başlığı yeni gördüm. kusur beyan eder kabulünü dilerim.

geçen ekim ayında, sosyalist zemin isimli sitede yazmam yönünde bir davet almıştım. durumumu arzettim. bu işlere adil can ın karar verdiğini söyledim. bir vakit bekledik. sonra uygun gördük ve ekimin 24 dünde geçici bir süre için yazacağımızı beyan edip üye olduk.

orada anladım ki, bir forumda forumu kurmaktan ziyade meselelere hakim bir kadronun olması gerekiyormuş. bunu yönetici anlamında söylemiyorum. böyle bir kadro olmayınca forum denen şey bir ızdıraba dönüyormuş. aslında dönmemesi lazım ama, bu kadro ihtiyacını sadece ben tesbit etmemişim ki, orada da o forumun kadrosu olmaya niyetlenmiş iki şahıs belirdi. konu açmışım sorumluluk almışım. kesip atacağım okuyucudan utanıyorum. tartışacağım gel görki konuya hakim kimse yok. iki tane velet çen çen çeniliyor. ne usul ne terbiye. en son durduk yere yazı silmeler başladı. protesto ettim çekildim. gel gör ki, kaçtı gitti hesabı çıktı. ona da he diyelim. yazılar eleştiriliyor. döndüm ihtar ettim tekrar yazdım silindi. az evvel baktım ağır yazılar var. biri sendika konusunda.

buradan yazayım da canımın sıkıntısı gitsin derken senin başlığı gördüm. sağolasın aynı minvaldeymişiz.

bu konuda 4 yazı yazmıştım 3 ünü silmişler. silinmemiş olanı buraya olduğu gibi aktaracağım müsaadenle. okuyuculara dönük olarak aldığım sorumluluğu orada yerine getirme imkanları kapalı.
 
#5
tarihte 100 büyük düşünür gibi bir ismi olan bir kitapta ( ismi net olarak hatırlıyamıyorum, türkçe miydi onu da hatırlıyamıyorum ) bakuninin marks hakkında kendisine iki ayrı mektupta iki ayrı değerlendirmesini okumuştum. ilk mektup, belçikadan kendisine yazılmış olan ve 1848 tarihli bir mektuptu. soru, mealen şöyleydi ; marksizm diye bir akım duydum. burada hiç karşılaşmadım. sizin oaralarda olduğu söylendi, bana bu konuda bilgi verebilir misin.

cevap ise satırı satırına şöyleydi ; " evet, haklısın, burada marksistler var. onlar da bizim gibi komünist ama, bizim, proletaryanın kaymak tabakası dediğimiz okur yazar kesimi arasında faaliyet yürütüyorlar ve bunda da kararlılar. bu tabaka ne kadar yayılırsa, onlar da o kadar yayılabilirler. "

diğer mektup ise 1867 tarihini taşıyordu, cevabi bir mektuptu, kelimesi kelimesine şöyleydi ; " marks hakkında ne düşündüğümü soruyorsun, cevabı çok basit, o tam bir siyasi hokkabaz. "

dışardan bir göz ile sonradan ifşa edilen mektuplar aracılığı ile bizim de haberdar olduğumuz görüşler, bakuninden.

marksistler çok daha zayıfken ve anarşistlere zerre zararları olmamışken, bakunin isimli anarşist lider, ne görüyorsa onu söylüyor. halbuki 1867 de aynı örgüt içinde sayılırlar. bakunin yok ama bakuninciler enternasyonalde var. marksistler daha güçlü, dolayısıyla da daha ciddi bir değerlendirme gerekiyor. ama bakunin acizce bir pervasızlık ile - bir mektup olduğundan olsa gerek - gayrı siyasi ve hakaretamiz bir değerlendirme yapıyor.

5 fransız proleterinin yıllar sonra bir araya gelerek derledikleri bir hatıratta ise, çalıştıkları işçi havzasına eylem zamanlarında gelen enternasyonal temsilcileri ile ilgili anlatılarını okumuştum. orada okuduklarıma neredeyse birebir benzeyen bir anlatıyı da zola nın jerminal inde okumuştum.

gelen temsilci kıravatlı ve elinde çanta varsa marksisttir. çanta yoksa liberter. bizim gibi giyinmişse, ya blanquici ya da anarşist. yanımıza geldiğinde hemen söze başlamayıp hepimizi tek tek gözden geçiriyorsa bilin ki blanquici.

tüm bunların sendika konusuyla ilgisi ne ola diyenlere hak vermek mümkün. yine de okumaya devam edilse iyi olur

proletaryanın içindeki modern sanayi proletaryası, özellikle o tarihlerde endüstriyel sanayi proleterleri idi. marksistler bakuninin zannettiği gibi, gidip okur yazar proleterleri aramıyorlardı. endüstriyel sanayi az da olsa okur yazarlık gerektiriyordu. marksistler modern sanayi proleterlerini dinamo olarak gördüklerinden, bakunin işin okur yazar kısmını algılamış. komün ve sandıkçılık endüstriyel sanayi proleterleri arasında az idi. ama sendika meyli fazla idi. sonuç olarak da bu anlamıyla sendikal öncülük modern sanayi proleterlerinde oldu.

büyük bir konudur. bu ortamda çerçeveyi daraltalım. konuyu tc sınırları içine alalım. harabi arkadaşın arzusu yerindedir. bilinen kaynakları tekrarlamıyalım ama, bilinen fakat kaynağa dönüştürülmemiş 12 eylül öncesi genel çizgi dışı sendikal faaliyet ve durumdan da bir miktar sözedelim.

disk konusu bilinendir. onu geçiyorum. kızıl sendika yada devrimci sendikal muhalefet denilebilecek ilk çıkış, lastik iş üzerinden, bir thkp-c/ml militanı olan tamer saatçioğlu ile 1976 yılında başladı. dolayısıyla bu konuda ilk kadrosal şekillenme o örgütte oldu ve devamında da diğer örgütlerden hep biraz daha önce bu konularda örgütlülük yarattı.

1978 yılında dsm kuruldu. devrimci sendika muhalefeti, kendi yayın organı vardı. üye sayısı örgütlü olduğu üretim yada sosyal birimde % 65 i geçince sendikaya dönüşüyordu. eğer rakibi tkp kadrolarının yönetici olduğu maden-iş ise, ayak oyunlarına karşı yetkisiz kalmamak için bu oran % 80 civarı tutuluyordu.

onlardan az sonra tdkp de dsm kurdu. devrimci sendikal muhalefet. uzun süre isdemir ile sınırlı kaldı. o zaman uzun süre demek 1 yıl demekti

tdkp den sonra tikb de dsm kurdu. devrimci sendikal birlik. 1980 de dev-sol da dsm kurdu. devrimci işçi hareketi. istanbul ile sınırlıydı. dev-yol devrimci maden-iş içinde etkiliydi. 1980 de tkp/ml hareketi de dsm kurdu. eylülden az evveldi. ismini hatırlamıyorum.

12 eylül gelince hepsi bitti. ama biri kaldı. ve tdh içinde şu güne dek legal ortamda yazılıp çizilmemiş ilginç bir durum yaşandı. harabi arkadaşın proleter olduğunu konuşma panelinde zikretmiş olmasından ötürü, şahsımda oluşmuş kalbi yakınlık bu konuyu legale taşımama vesile olsun.

thkp-c/ml, 1972 yılında kızıl bayrak deklerasyonuyla kurulmuş bir örgüttür. bu örgütün seyrini değil ama, bu sendikal faaliyetten ötürü yaşadıkları ile ilgili olan kısımlarını aktaracağım.

sscb yi sosyal emperyalist olarak değerlendiriyordu. 1976 da nihai olarak kurulan 1 mayıs mahallesinin esas kurucusu olan örgüttü. bir kısım örgütlerde işin içindeydi ama, yönetim komitesi denilen 5 kişilik komitenin 5 i de bu örgütten seçilmişti. 1977 den sonra, ilk işimiz gerçek parti olmaktır bunun yolu da işçilerin öncülerini örgüte kazanmaktır deyip, 1 mayıs mahallesi de dahil bütün mahallelerden militanlarını çekti. adres fabrikalardı. ydgf diye bilinen yurtsever devrimci gençlik federasyonundan bütün militan ve taraftarlarını çekti. kendi gönlüyle ydgf yi tdkp-iö ye bıraktı. ortak örgütlenmeydi.

okullardaki faaliyetlerini meslek liselerine angaje etti. üniversitelerde fabrikada çalışmayı kabul eden militanlar bulmak için faal oldu. itü deki dernek dahil tüm derneklerden kendi gönlüyle çekildi. en önemlisi itü de idi. en son onu da dev-sol a bıraktı.

1980 nisanında sendikal örgütlenme ile kürt meselesi dediği meseleyi birbirine bağlı mesele kabul etti. yazdı çizdi, ilan etti.

tüm bunları yaparken, bir fabrikada üç ve dört tane ayrı örgütü olmaya başladı. ikisi öngörülmüştü. biri durum gereği doğdu. ilk örgütü fabrika hücresi dediği örgüt hücresiydi. parti militanlarından oluşuyordu. eğer orada dört örgütü varsa ikincisi yine örgüt hücresiydi ama, tkgö ye bağlıydı. ( tkgö, bugünki kgö )

ikinci örgütü dsm idi. fabrikadaki işçilerden ve örgütün bir aday üyesinden oluşan, kendi tüzüğü olan üyeleri olan bir gizli örgüttü. bir fabrikada ( döktaş-orhangazi) tkp ile çıkan bir hadise, hemen örgütsel bir tedbire yol açtı ve sendikalaşılan dolayısıyla fesh edilen dsm örgütü içinden daha yavuz işçiler seçilerek orada sendika yada dsm varken, bir de işçi komitesi diye başka bir örgüt kuruldu. onunda tüzüğü üyeleri vardı ve illegaldi.

12 eylül gelince, sendikalar kapatıldı. dsm fabrika yada sosyal hizmet biriminde sendika olmayı hedeflediğinden fakat bu da pratik olarak mümkün olmadığından kendi kendine fesh durumları yaşamaya başlandı.

12 eylül geldiğinde istanbulda 140 bin işçinin kimi grevde kimi de grev kararı almış fakat grev başlangıç günü devletten onay bekliyor haldeydi. o zaman grev kararından sonraki maksimum bekletme süresi 3 aydı.

tkp liler panik halinde ortadan yok oluyordu. ama tkp li işçiler bir yere kaçamıyordu. zaten grevde diretenler uluorta çadırlarda stadlarda toplatılıyor dayak yediriliyor sonra da bulunduğu sendikadan istifa ettiğine dair bir dilekçe versin diye işçiler zorlanıyordu. şubeler karakollar bu dilekçeci işçilerce dolduruluyordu. ama garip bir durum oldu, işçiler % 60 oranında ayak diredi ve sendikasından istifa etmedi.

thkp-c/ml nin sendikalarına dava açılamadı. hiç bir savcı ve siyasi polis dava açabilecek bir gedik bulamadı. öyle bir hal oldu ki, sendikanın parasına da el koyamıyor. bu sendikalar hiç grev yapmamış. anormal artışlarla sözleşme bağlamış. devlet örgüte darbe vuramamış. şikayetçi patron yok

işte o durum, 12 eylüle rağmen bazı şeyleri değiştirdi. fabrika hücreleri ve işçi komiteleri ayakta kaldı. iş bununla sınırlı kalmadı. rakip kabul ettikleri tkp li işçiler bu komitelere girmeye başladı. ve thkp-c/ml bu durum karşısında şaşırdı. örgütler tel tel dökülüyordu. dolayısıyla kendilerinde başına bir şey geleceği farzındaydılar. merkez komitesi geri çekilme kararı aldı. örgüt, mk nin böyle bir yetkisi olmadığı gerekçesiyle bu geri çekilme kararına uymadı. bunun üzerine bu kararı alabilecek organın yani kongrenin toplanmasına karar verildi.

kongre yapıldı. geri çekilme yanlısı mk üyeleri görevden alındı. işler yolunda gittiği ve örgütün ayakta kalan tek adres olduğu ve sair örgütlerin militanlarının örgüte kaydığı gerekçesiyle örgüt adını tkip olarak değiştirdi.

bu kongreden sonra örgüt darbe aldı, sonra bir darbe daha aldı. fakat bu arada eski tkp li ve işçi komitesi üyesi işçiler örgüte üye olmaya başladı. öyle olduki bu tarz üyelerin sayısı eski üyeleri geçti. örgüt tekrar kongre yaptı. adını tkip den tkih e çevirdi. bu arada kürt meselesinde ve sscb meselesinde görüş değiştirdi. 1972 den 1983 e dek sscb ye sosyal emperyalist diyen örgüt, sendikal faaliyetten gelen üyeler neticesinde bu görüşünden vaz geçti.

dağılmamış bozulmamış ve çözülememiş bu örgüt, 1984 den itibaren yükselen pkk hareketi karşısında netleşemediği için, elindeki kadrosal gücü kullanamaz hale geldi. 12 eylülden sonraki ilk grev olan netaş grevinde de etkisizdi.

şimdi gelelim yazının başındaki aktarımlar ile konunun alakasına.

1979 yılında işadamları enternasyonali, istanbulda toplandı. devletlerin kamu harcamalarının maksimum % 2 olması bu % 2 nin de abd gibi ülkeleri kapsaması ; sscb de sermaye birikimin yaratılması ; libyada sermaye birikiminin yaratılması ( o vakit kaddafi yeşil kitabı dünya dillerinde yayınlamış ve bedava dağıtıyordu, ekonomide sosyalizm kültürde islam diye bir mevzu ) silahlı hareketlerin geriletilmesi ; başlıca kararları bunlardı. bunun tc deki yansıması 24 ocak kararları oldu ve bunun akabinde fabrikalarda büyük tensikatlar yaşanmaya başlandı. üretimin şekli değişime tabi tutulmaya başlanmıştı ve bizler devrimci kadrolar olarak bunun anlamını kavramamıştık, bize ve proletaryaya nasıl yansıyacağına dair terennümü aşan değerlendirmeler yapamamıştık.

halbuki timlo hadisesi ve istinyeye kaydırma olayları gözümüzün önündeydi. örgütlü işçi arkadaşlarımız bunu an be an yaşıyordu biz hala bunu koç holdingin uyanıklığı değerlendirmesinin ötesine taşıyamıyorduk.

1987 den sonra öncü işçilerin işyerlerinde atılması yada başka ara formüller bulunması hadisesi hızlandı. 1989 da neredeyse fabrikalarda öncü işçi kalmadı. bunu tdh nin kadroları 1991 de ancak idrak edebildi. borga da o vakit hala sendika diye debelenen ve otomobil iş bir mevzi olsun diye çırpınanlardan biriydi.

halbuki, artık bakuninin söylediği kaymak tabakası yani kolay bilinç alan işçiler, fabrikalardan uzaklaştırıldı. 89 dan sonra sendikal faaliyet küçük bir büro faaliyeti olmalıymış. idrak edilemedi. yanlış noktaya çok enerji harcandı ve çok fazla sayıda devrimci bunaltıldı. sonuçsuz faaliyet kadroyu bitirir. buralardan bıkanlar ya küstü çekildi ya da yine bir mücadele kabul edilen pkk hareketine dahil oldu.

fabrikada işçi sayısı düştükçe proletarya azalıyor zannı ve fikri oluşmaya başladı. proletarya harici, "toplumsal dinamikler" özellikle avrupa finansmanlı olanlar kapıda bekliyordu. yıllar evvel avrupadaki mültecilere oradaki troçkistlerce yatay hareket, sivil itaatsizlik isimleri altında bu meseleler servis edilmiş müşteri de bulmuştu.

1987 den itibaren öncü işçiler hızla kıyıma uğrar pozisyon kaybederken, cezaevlerinde garip pazarlıklar sonucu oluşmuş tasfiyeci rüzgar devreye girmeye başlamıştı. öyleki öncü savaşçılar dahi yasal parti kurabilmek için yarışa katılmıştı. elbette bunda da masis kürkçügil öncülüğündeki troçkist avanenin emeği büyüktü.

devrimci sendikacılık yoksa, sendikacılık bir bataktır. devrimci kadroyu boğar bitirir. bu konuya kafa yoran, neden acilen komünlere ihtiyaç olduğunu daha iyi anlar.
 
#6
bu konuda 4 yazı yazmıştım 3 ünü silmişler. silinmemiş olanı buraya olduğu gibi aktaracağım müsaadenle. okuyuculara dönük olarak aldığım sorumluluğu orada yerine getirme imkanları kapalı.

söz konusu siteye dair, bir arkadaşımdan bir uyarı aldım. bu nedenle bu yazıyı kaleme alıyorum. biraz da üzgünüm açıkçası. bir dizi şahsa yönelme durumu ve mesnetsiz ağır ithamlarda bulunma hali karakteristik bir hal almış.

yukarıya astığım yazı hakkında geveleyip durmuşlar. aslında yazdığım bu dsm eksenli kısa tarihle ilgili, maddi hata iddiasında bulunulmuş ve baştan sona olduğu söylenene dair, her hangi bir örnek istemiştim. boş bir talep imiş. gününü bilmeyenden maziyi merak edip araştırmasını beklemek beyhude imiş.

Devrimci Sendikal Muhalefet denilen DSM ler, bu zat-ı muhteremin deyimiyle hemen hemen Türkiyede bulunan tüm sol örgütlerce denenmiş. Orijini ise THKP-C/ML e ait. Yani bilinen adı ile Halkın Yolu, daha sonralarıda Devrimci Halkın Yolu. Çok basit bir yöntemle o günün dergileri karıştırılırsa bu bilginin yanlış olduğu anlaşılır. Zira bu oluşum yani DSM ler o günlerde sadece TDKP tarafından savunulan, sendikal politikası bunun üzerine oturan bir anlayıştı. TDKP ye en yakın örgütler olan Halkın Yolu ve Halkın Birliği ise bu düşünceyi eleştiriyor ve hatta Halkın Birliğinin eleştirisi daha sonraları (1988) kendisine karşı bizzat TDKP tarafından yapılıyordu. Zira bu oluşum bu yıllarda H. Birliği nin devamı olan örgüt tarafından savunulmaya başlanmıştı. Aman tarihe dikkat... TDKP ise bu konuda, kendilerinin DSM ler örgütlemeye çalışırken gerici ve diğer sendikalar içinde çalışmayı aksattıkları için yanlış bir yöntem olduğu eleştirisini getirerek bu görüşten öz eleştiri veriyordu.

Fakat arkadaş hızını alamamış, Dev-Sol dahil Türkiyedeki tüm örgütlere birer DSM kurdurma bonkörlüğünde bulunmuş... Kanıtsız ispatsız konuşunca, karşısındakini de hiç bişey bilmez bilince böyle yazılıyor demekki.


hemen hemen Türkiyede bulunan tüm sol örgütlerce denenmiş

belirtmek gerekir ki. buradaki bahse konu olan örgüt sayısı, ilgili dönemdeki devrimci örgütlerin hemen hemen tümü değil, 4 te 1 inden de azıdır. ayrıca borga için geçerli olan tanımlama sol örgütler değil devrimci örgütlerdir. tip, tsip, tkp vb de sol idi.

sondan başlayalım, dev-sol yanlış hatırlamıyorsam, devrimci işçi hareketini (DİH) 1980 martında kurdu. yanlışsam nisandır.

Yani bilinen adı ile Halkın Yolu, daha sonralarıda Devrimci Halkın Yolu.

bu cümleyi, ancak, internet üzerinden mit destekli sitelerden bilgi toplayanlar kurar. dhy diye bir örgüt yoktur. o günlerde örgütler gazetelerinin adlarıyla da anılırlardı. dev-yol, dev-sol, halkın kurtuluşu gibi. halkın yolu, devlet kayıtlarına göre devrimci halkın yoluna dönüşmüştür. bu resmi olarak böyledir. bununla beraber söz konusu siyasi yapı, bu ismi ne sloganlarında ne pankartlarında ne de duvar yazılarında kullanmamıştır. temsili ortamlardaki ismi yine halkın yoludur. kimse onlara dhy demez devletten başka.

bu niçin böyledir : 1977 yılında, halkın yolu yazı kurulunun bir kısmı ve aynı zamanda isim hakkını elinde tutan şahıs, halkın yolu 57. sayıyı şu manşetle çıkardı :

türkiye devrimin önündeki büyük engeli, halkın yolunu kaldırıyor ve herkesi, proleter devrimci aydınlık saflarına çağırıyoruz.

isim hakkı onlarda olunca, örgüt yeniden bir gazete çıkardı ve isim değişikliği mecburiyeti ile karşılaştı. manşetteki halkın kelimesinin ilk harfindeki H nin sol bacağının üzerine küçücük bir "devrimci" yazısı yerleştirildi. devlete göre gazetenin adı dhy olmuştu. 6 gün sonra 57. sayı yeniden basıldı. biri aydınlığa gidenlerin çıkardığı fesih gazetesi idi. diğeri, örgütün çıkardığı, devam ediyoruz gazetesi idi. hiç bir ortamda da dhy ismi kullanılmadı.

yani ortada bir halkın yolu, bir de devrimci halkın yolu diye iki ayrı siyasi yapılanma hiç bir zaman olmadı. onlar isim hakkındaki mülkiyeti kullanarak halkın yolu isminin resmi olarak kullanımını engellediler. bu konuda olan biten budur.

bir başka husus ise halkın birliğine dair yazdıklarıdır. bunlarda konudan ve tarihimizden habersizlerin kelamlarıdır.

dsm (devrimci sendika muhalefeti) denilen örgütlenmeler, bu isim altında başladığı zaman, ortada ne halkın birliği isimli bir gazete ne de bunun devamı olan her hangi bir siyasi yapı söz konusu değildi.

halkın birliği bir gazete adıdır ve aynı zamanda bir siyasi yapıya denk gelir. zaman içinde ikiye bölünmüş, hb ve dhb olarak iki yayın ve iki ayrı siyasi yapı ortaya çıkmıştır. halkın birliği daha sonra kendini fesh ederek, partizan diye bilinen tkp/ml - tikko ya katılmıştır. dsm zamanında bu örgüt yoktu. bir blok olarak tkp/ml içinde yer alıyordu.

dsm yi savunan ise, daha sonra, dhb yani tkp/ml hareketi olmuştur. bu hareketin dsm sinin yani devrimci sendikal işçi mufalefetinin (DSİM) kurucusu da devrim şehidi süleyman yeter dir. kuruluş tarihi 1980 yılıdır. yanlış hatırlamıyorsam haziran ayı olması lazım.

halkın birliği (HB) ise, 1980 de partizan dan koparak yeniden kurulmuş, yayın organı olarak, proletaryanın yolu isimli illegal gazeteyi çıkarmış, ismini de TKP/ML-YİÖ ( yeniden inşa örgütü ) olarak değiştirmiştir. bu günki KP-İÖ bu damardandır. stalini usta kabul eden örgütler içinde, yeniden enternasyonal kurulması gerektiğini 1981 yılında (12 eylülden 5 ay sonra ) ileri süren ve bu konudaki, stalin kaynaklı gerekçeyi reddeden bir örgüttü. 1981 sonunda genel sekreterinin işkencede çözülmesi sonucu, ağır darbe aldı. dsm yi anlayış olarak reddetmemekle beraber, bu konuda bir örgütlülük yaratamadı.

bu konuda sarfedilen tdkp ye yakınlık iddası halkın birliği için geçerli değildir. halkın birliği, proletaryanın yolu na dönüşene kadar yani, 1980 ortasına kadar, halk savaşı stratejisini savunan bir örgüttü. tdkp ise, thko zamanında yani 1977 de halk savaşını reddetti. bu konuda öz eleştiri verdi.

diyelim ki yazıyı kaleme alan şahıs, HB ile DHB ni karıştırmış olsun. iddiası yine mümkün değildir. çünki dhb yani, TKP/MK-HAREKETİ demokratik halk devrimini değil, junker tipi kapitalizm tesbitinden ötürü, sosyalist devrimi savunmakta idi.

tdkp ise, dsm örgütlenmesini 1979 martından itibaren savunmaya başlamıştır. thkp-c/ml halkın yolu ise, bu anlayışı 1976 dan beri savunmaktaydı. kurucusu 1977 kanlı 1 mayısından bir gün evvel şehid düşen tamer saatçioğlu dur. o vakitler tdkp yoktu. onun önceli thko vardı ve onunda sendikal faaliyeti yoktu. halk savaşını savunuyorlardı.

Zira bu oluşum bu yıllarda H. Birliği nin devamı olan örgüt tarafından savunulmaya başlanmıştı. Aman tarihe dikkat..

alakasız bir cümle. o tarihte hb yok. devamı olan diye kastedilen her hangi bir örgütte olamaz. 1988 yılında kp-iö mevcut değil. yok yine burada hb ile dhb yi karıştırmışsa yazar, yine hata var. o tarihte dhb nin devamı diye bir durum söz konusu değil. dhb zaten kuruluşundan 1994 e kadar kesintisiz olarak gelmiş bir siyasi yapıdır.

Arkadaşın bahsettiği örgüt ise diğer örgütler gibi darmadağın olmuş bir örgüt.

bu satırlar, 12 eylül sonrasını yaşayanların değil, yılgınlardan dinleyenlerin yazabileceği türden satırlardır. herkesi çözülmüş dağılmış, 12 eylül ile her şeyin bittiğini sananlar böyle şeyler yazabilir. elbetteki opererasyonlar da olmuştur. darbeler de yenmiştir. darmadağın olma deyimi başka anlamlar taşır. burada adı geçen örgütlerden halkın yolu, halkın birliği çözülmemiş ve 12 eylül sonrasında geri çekilme kararı dahi almamış örgütlerdir. dev-sol ise, 6 kez merkez komitesi tazelemek durumunda kalsa da geri çekilmemiş, ağır darbeler yemiş ama mücadelesini sürdürmüş bir örgüttür. yerlerde sürünen bunların içinde tdkp dir. bunun sebebi de merkez komitesindeki 3 militanı hariç genel sekreteri dahil, ne var ne yok çözülmüş olmalarından kaynaklıdır. tdkp il örgütleri, merkezin aksine ve bir anlamda inadına sağlam durmuş fakat atıl kalmışlardır.

Örgüt değil Hayırseverler kulübü maşallah

dönemi ve konuyu bilmeyenler böyle cümleler kurabilirler. mesele, o vakit, söz konusu örgüt açısından, maoizmin tüm planda reddidir. üretim ve sosyal hizmet birimleri dışında örgütlenmeyi halk örgütlenmesi olarak değerlendirip, bunun ile sınıf örgütlenmesini yer değiştirmeye çalışmanın bir ürünü olarak, mahalle örgütlenmeleri reddedilmiş bu nedenle mahalle birimleri-komiteleri fesh edilmiştir. ydgf, halk tipi ve bulanık kabul edilmiş. anlayış olarak reddetmenin ardından ydgf deki komiteleri fesh etmiş, kadrolarını geri çekmiştir. okullarda ise, akademik-demokratik örgütlenmeyi reddetmiş, doğrudan örgüte kadro sağlamanın dışındaki örgütlülüklere denk gelen birimlerdeki kadrolarını çekmiştir. öğrenci dernekleri de bunların içindedir.

Bir ihtimal, polis deformasyonlarından alıntılamadır... O günleri bilen orta düzey bir kişi bile bunların nasıl saçmalıklar olduğunu bilir... Ha ben bunları arkadaşın engin tarih bilgisini ve dedikodu severliğini anlatmak için aktarıyorum...

bunlar manasız cümlelerdir. had bilmez türdendir. polis deformasyonu, hy nun devamı dhy dur denilince söz konusu olur. buradaki dedi kodu kavramı gayri siyasidir.

Türk-İş bile belli bir süre kapalı idi

bunlar bilgisizlik ürünü asılsız iddialardır. türk iş bir saat bile kapanmadı. disk kapandı zanneden yazar, diske açılan davanın aynı zamanda bir kapatma davası olduğunu bilmiyor. disk yıllarca yani mahkeme sonuçlanana kadar kayyumda kaldı. mahkemenin sonunda da kapatıldı.

Sen hangi sendikadan istifa ettiriyorsun birader

bu koyu deformasyon zihinlere egemen olmuş. o günün yenik ve kaçgınları da buna çok çanak tuttular. yazar, bunun etkisinde görünüyor. o istifa ettirme zulmünü ne yaşamış ne de duymuş. bu da ciddi devrimcilerle muhatab olmadığı ya da onlarla bu yönde bilgi alışverişinde bulunmadığının göstergesidir. bu bir yana, o vakit, disk üyesi olan her hangi bir işçi ile de bu konularda muhabbetinin olmadığının işaretidir. kendileri yavan olunca, dönemi aktaran, hikaye anlatıyor zannediliyor. eğer işçiler istifa etseydi, cunta disk davasında meşuiyet kazanacaktı. kenan evren onlardan, sol ağız ile, sendika ağası diye söz eder, onların lüks içinde yaşadıklarını anlatır, bu sendikanın bırakılmasını tavsiye ederdi.

kapandı zannettiği türk-iş in genel sekreteri sadık şidenin cunta hükümetinde çalışma bakanlığı yaptığından da haberi yok, bu satırları yazan şahsın. dönemi yaşamamış olmak mümkün, okumamış olmak da mümkün, ama, bunun üstüne iddia kurmak uygun değildir.

Darbeden on yıl sonra ancak başını kaldırabilen birkaç örgüt olayını bilenler için yazılanların nasıl bir kafadan çıktığını anlamak zor olmasa gerek.

bu cümle de olaylar üzerindeki yetersiz bilgi ürünü. basit bir kaç bilgi dahi olmuş olsa, bu cümle kurulamaz. söz konusu örgüt faaliyetine devam etti denilince, bunu olağanüstü zannedenler, o yılları, kavrayamamış anlamına gelir. 10 yıl sonra ancak başını kaldırdı diyen, 1984 deki uludağ kongresine bir anlam veremez.

bugünden o günlere bakarak bir yorum getireyim ; o günün yenikleri bu gün de yenik. ödp emep sdp, bunların ürünü. o günün savaşanları, hy, dhb, tdkp nin direnen kadrolarının bir kısmı, yani tdkih, bugün mlkp. o günün dev-solu bugünün parti-cephesi. o günün tikb si gene tikb. o günün tikko su gene tikko. o günün dev yolu bugün yok. o günün tdkp si de yok.

dsm konusunda o vakitler kimler faaldi manasında bir aktarma yaptım. her kes dsm ci olmuş oldu. ama herkesden kasıt nedir onu da bilmiyorlar.


mazimizde DSM, devrimci sendika muhalefeti, şu örgütler tarafından şu isimlerle örgütlenmiştir.

DSM - Devrimci Sendika Muhalefeti - halkın yolu ( THKP-C/ML )
DSM - Devrimci Sendikal Muhalefet - halkın kurtuluşu ( TDKP )
DSB - Devrimci Sendikal Birlik - devrimci proletarya ( TİKB )
DSİM - Devrimci Sendikal İşçi Muhalefeti - devrimci halkın birliği ( TKP/ML HAREKETİ )
DİH - Devrimci İşçi Hareketi - devrimci sol - ( THKP-C )

bu konuda ilgili sitede yazılan şeyler asılsızdır. olan biten bunlardan ibaretti. bu örgütler içinde sadece halkın yolcular, dsm ile ilgili aynı ismi taşıyan bir gazete çıkarmaktaydı. dsm ismi de buradan gelmektedir. bu konu tdkp de başladı diye neye dayanarak söyledikleri belli değildir. diğer siyasi yapılar, bu işi, kendi içlerinde sendikal büro yada sendikal komite dedikleri örgütlülük altında yürütüyorlardı.
 
Son düzenleme:
Üst