Kürd Bölge Devletleri (Kuruluş-yıkılış "resimlerle")

#1
Merwanî Devleti Kuruldu [981]




Ubeydullah bin Bahtişu ile Amid emiri Sadeddin’i gösteren bir minyatür (11. Yüzyıl - BL)Harputtaki Kürt aşiretlerinden Dostkî’lere mensup Ebu Abdullah Şa Baz Bin Dostik tarafından 981 yılında Meya Farqin’de (Diyarbekir-Sîlwan) kurulan Merwanî Kürt Devleti’nin varlığına, 1085′te Selçuklu Emîri Melikşah tarafından son verildi.
990 yılında Hamdanîlerle yapılan bir savaşta Baz ölünce, yerine yeğeni, Merwan’ın oğlu Ali Hasan geçti. Babasına atfen, devlet Merwanî olarak adlandırıldı. Devletin egemenlik alanı kısa bir sürede gelişti. Güneyde Cudî eteklerinden başlayıp Cizre ve Hasankeyf’e, batıda Harput, kuzeyde Malazgirt ve doğuda Hakkâri’ye kadar uzandı. Çoğu tarihçiye göre, Merwanîlerin zenginliğine göz koyan Melikşah, devletin hükümdarlarından Nasır Nizam El-Dewle’ye memleketi paylaşma teklifinde bulundu; fakat bu teklif reddedilince, Melikşah veziri Fahrüldevle yönetiminde büyük bir ordu göndererek Diyarbakır ve Silvan’ı ele geçirirerek hazinedeki 1 milyon altına el koydu. Mervanî ailesini de Bağdat’ın kuzeyinde bulunan Harbe köyüne sürgüne gönderdi.

11. Yüzyıla ait elyazmada batılı bir seyyahın Merwanî’leri konu alan yazısı ve Emir Ebu Nasr’ı gösteren resim. Merwanîler döneminde Kurdistan’da birçok cami, medrese, kervansaray, köprü, hamam, su kanalı yapıldı. Meyafarqîn bu dönemde büyük bir ticaret merkezi haline geldi. Emir Ebu Nasr döneminde kültürel ve edebî çalışmalara önem verildi. Devlete sığınan şairler ve bilim adamları himaye edildi. Bu nedenle El Dela, Tihamî, Ebu Riza, Siman El Hotaci gibi birçok yerli ve yabancı şair, şiirlerinde Emir Ebu Nasr’dan övgü ile söz ederler.


Mitannî Krallığı Kuruldu [M.Ö. 1500]




Mitannî Krallığı, milattan önce 1500’lü yılların başında Kürdistan coğrafyasının kuzeybatısında bir üst medeniyet olan Hurriler tarafından kuruldu. Hititlerin belgelerinde geçtiği haliyle isimlendirilen bu ülkenin kendi dilinde hangi adla anıldığı henüz tespit edilmemiş olmakla birlikte; büyük kanı onların da çağdaşları Asurîler gibi ülkelerine Hani-Galbad adını verdikleri yönündedir. Mitannî Krallığı, Fırat kıyısındaki Qarqamiş (Karkamış) kentinden başlayarak Bêlih ve Xabûr’u da çevreleyip Nisibis’e (Nusaybin) kadar uzanıyor ve doğuda Bitlis, kuzeyde Elazığ ve Malatya’yı içine alarak güneyde Aleppo (Halep) ve Nuzzi (Kerkük) kentlerini kapsıyordu. Kuzey ve batısında Hattilerin bulunduğu ülkenin güneyinde Asurîler, doğusunda ise diğer Hurrî kabilelerinin oluşturduğu küçük krallıklar bulunmaktaydı. Mitannî Krallığının başkenti, bugün Mardin olarak bilinen ovada kurulu Waşukkannî’ydi.
Asurîlerle girdikleri savaşlar sonrası zayıflayarak M.Ö 1200’lere doğru dağılan; fakat M.Ö 900’lü yıllara kadar Asurîlerin bir eyaleti olarak devam eden krallık, tek hanedanlık olmak üzere 14 kral tarafından yönetildi (Kirta 1500-1490, I. Shuttarna 1490-1470, Barattarna 1470-1450, Parshatatar 1450-1440, Shaushtatar 1440-1410, I. Artatama 1410-1400, II. Shuttarna 1400-1385, Artashumara 1385-1380, Tushratta 1380-1350, Shuttarna III 1350, Mattivaza 1350-1320, I. Shattuara 1320-1300, Wasashatta 1300-1280, II. Shattuara 1280-1270).
Güçlü dönemlerinde Asur ve diğer komşularının topraklarına el koyarak vergi alan Mitannîler, Mısır hanedanlıklarıyla sağlam bir bağ oluşturmuş ve kral eşlerinin firavun soyundan olmasına dikkat etmişlerdi. Ülke kralının, halkın babası olarak görüldüğü ve çoktanrılı inancın geliştiği ülkede, inanç sistemi ve tanrı isimleri Wedîk Hindî inancının tanrı isimleriyle aynıydı. Hindo-Aryen oldukları kabul edilen Mitannîlerin kral isimleri, tanrı adları, at yetiştiricilikleri, iki tekerlekli savaş arabaları, işleme ve çömleklerde kullandıkları motif ve teknikleri, sahip oldukları coğrafya ve diğer kültürel terimler ile halen Kürtçede yaşayan kimi sözcük ve Kürtler tarafından halen kullanılan kimi coğrafî adlar onların bugünkü Kürtlerin ataları oldukları savını kuvvetlendirmiştir.
Çanak-çömlekçiliğin ilk başlarda gelişmekte olduğu ülke zamanla halı dokumacılığının icat edildiği bir merkez oldu. Mezopotamya, Mısır ve Agyan (Ege) sanatlarından etkilerin bulunduğu Mitannî sanatı, bazalt taşlar üzerine yapılmış işlemelerle günümüze kadar ulaşabilmiştir. Kanatlı güneş, tilki, yıldız ve insan başı figürlerinin yer aldığı işlemelerin büyük bir kısmı Fransa’daki Louvre Müzesi’nde bulunmaktadır.
Sosyal hayatın ve mülk edinme kavramlarının gelişmiş olduğu Mitannî halkında bütün önasya toplulukları gibi evlilik, hukukî bir akit olarak kabul ediliyordu. Medenî hukukun temelini şahsî mülkiyet kavramı oluşturuyordu. Mitannîlere ait veraset, vekalet ve yargılanma ile ilgili bir takım çivi yazılı tabletler Kerkük ve Musul yöresindeki kazılarda bulunmuştur. Bu tabletler, ülkenin ne denli bir sosyal yapıda olduğunu çok iyi yansıtmıştır.
Kürt sözcüğünün ilk hali olarak kabul edilen ve ilk kez bu dönemde Asurlular ile yapılan ve Mittanîlerin kaybettiği bir savaş sonrası, Asur Kralı I. Tiglath-Pileser adına hazırlanan zafer silindirinde (M.Ö. 1125) geçen Kurtie / Qurti halkının ismi bu döneme denk gelmektedir. Asurluların bu yazıtta bahsettiği ve Azu Dağı’nda yer aldığı söylenen Kurtie, arkeologların belirlemesine göre Hizan Dağı dolaylarındaki Kurtî bölgesi ile aynıdır. Nitekim ünlü Kürt tarihçisi Şerefxan, 1597 yılında yazdığı Şerefname’de bu bölgeden Kürt yöneticilerin ikametgahı olarak bahsetmektedir. Yazıktır ki, 25 Aralık 1935’te Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı Kürt yerleşim birimlerinin ismini değiştirmesinden nasibini alan Kurtî nahiyesinin adı Aksar olarak değiştirilmiştir. M. Izady’ye göre, 3100 yılı aşkın bir zaman dilimi yaşayan ve Kürt isminin doğum yeri olan bu isim çok yakın bir dönemde tarihe karışmış olmaktadır. Tarihçi Gernord Wilhelm ve Prof. Ephraim Avigdor Speiser, Kral I. Tiglath-Pileser’in bu tabletinde geçen Kurtie / Qurti sözcüğünün evrim geçirerek klasik Yunan ve Roma metinleriyle İslam öncesi Farsça kaynaklarda Kurtî (Latincede Cyrti) halini aldığını söylerken, M. A. Morrison ve D. Owen ise bilinen ilk Mitanni kralının isminin Kirta olmasını ve bunun Kurtie sözcüğüyle olan etimolojik bağını vurgularlar.

Mitannilerin kalıntılarıyla ilgili olarak ilki 1880’de olmak üzere, Qazanê (Urfa – Konuklu köyü), Qarqamiş (Antep - Karkamış), Kelazan (Elaziz Kalesi), Sêgir (Diyarbakır – Üçtepe), Xawuştran (Diyarbakır’ın Bismil ilçesine başlı Kavuşturan Höyük Köyü), Tirban (Siir- Türbehöyük), Gircafer (Malatya - Cafer Höyük), İzollu (Malatya), Pirotan (Pirotlu – Malatya), Gundê Şêran (Malatya – Aslanlı Köyü), İsahöyük (Malatya) Halep, Rassulayn (Suriye) Musul (Ninewe) ve Kerkük (Nuzzi) kazıları yapılmıştır. Türkiye sınırları içerisindeki kazıların çoğu baraj alanı kurtarma kazıları olarak yapılmış ve kalıntıların çoğu kurtarılamamıştır. 1979 yılında başlayan Karakaya Barajı alan kurtarma kazılarının İsahöyük ve İzollu’dan sonraki ayakları başlamadan sona erdirilmiştir.
[Resim1: Ateş ve Su Tableti: Mitannîlerin ilk kralı Kirta’nın kahramanlığını anlatan tabletin ön ve arka yüzü - M.Ö 1500. Resim2: I. Radiant - Mitanni Kraliçesi Büstü. Resim3: Mitannilerde kalma bir halı deseninin tıpkı çizimi. Resim4: Mitannî Kralı Tushratta’dan, Mısır Kralı III. Amenhotep’e yazılan mektup (1370) - Tel-el Amarna kazılarında bulunan bu tablet halen British Müzesi’nde bulunmaktadır…]
 
#2
Soran Kürd Prensliği Kuruldu [1830]



Mir Muhammed, 1810′da Şîrwan ve Biradost beyliklerini birleştirerek Rewanduz’da yeni bir egemenlik alanı oluşturdu. 5 kişilik askeri konseyin yönetiminde 50 bin kişilik bir ordu kuran Mir Muhammed, başkent Rewanduz şehri olmak üzere mirlik düzeyinde çeşitli faaliyetlerde bulundu. Kürtler arasında Mirê Kor olarak da bilinen Mir Muhammed, 1816′da Havlokan’da kurduğu silah fabrikasında kılıç, hançer, top gövdesi, fişek, top tekerleği, ve diğer mühimmatlar üreterek düzenli ordu üzerinde çalıştı ve 1830′da Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlık ilan etti. Osmanlı’nın Bağdat valisi tarafından resmen tanınan hükümet, kendi adına bir Kürdistan Dinarı bastırdı. İlk yıllarında Osmanlı’nın hafife aldığı Soran Kürdistan Prensliği 1833′te bölgedeki Ermeni ve Yezidi Kürtlerle de ittifak kurup Diyarbakır ve Mardin’deki Osmanlı egemenliğine de son verince Osmanlı orduları kumandanı Reşit Paşa bir kuvvetle Mir Muhammed’in ordularına küçük çaplı saldırılar düzenlemeye ve Kürdistandaki bazı yerleşim birimlerini yağmalamaya başladı.
Yaklaşık beş yıl süren sürtüşmeler sonrası yapılan müzakereler, Osmanlı’nın, Kürtlerin bağımsızlık fikrine ne denli karşı olduğunu ortaya koydu. Şeyhülislam Molla Hadi’nin ‘Kürtlerin Osmanlıyla savaşmalarının ümmete ihanet olduğu’ yönündeki fetvası sonrası bazı Kürt aşiretlerinin geri çekilmesiyle Mayıs 1838′de başlayan kanlı çarpışmalar, 13 Ağustos 1838′de Mir Muhammed komutasındaki Kürdistan ordusunun, bir İngiliz yüzbaşısının komutasındaki Türk-İran kuvvetlerinin ortak saldırısı sonucu Rewanduz yakınlarında yenilgiye uğramasıyla son bulacaktı. Bu yenilgiden sonra çok sayıda Kürt yerleşim birimi yağmalandı ve Rewanduz’un büyük bir kısmı ele geçirilerek yakıldı.

Mir Muhammed halkına zarar verilmemesi koşulu ile Sivas eski mutasarrıfı Reşit Paşa’ya teslim oldu ve tutuklanarak İstanbul’a götürüldü. Kendi adına Kurdistan Dinarı basan bu Kürdistan Prensi, Osmanlı Padişahı II. Mahmud tarafından şeref konuğu olarak karşılandı ve Topkapı Sarayı’nda ağırlandı. İstanbul’a gelişinden yirmi gün sonra Mir Muhammed ve arkadaşları için Trabzon’a sürgüne gönderilme kararı çıktı. İstanbul’da Kürtler tarafından uğurlanan Mir Muhammed, himayesindekilerle birlikte, sürgün yolunda öldürülerek cesetlerine bilinmeyen bir yere gömüldü.
[Üstteki fotoğraf: Rewanduz şehri - 1900′lerin başı. Resim: Mir Muhammed’in kullandığı Kürdistan bayrağı, siyah ve beyaz şeritler.]

Kürd Cumhuriyeti Bağımsızlık İlan Etti [22 Ocak 1946]




İran’ın 1941 yılı Eylül ayında İngiliz ve Ruslardan müteşekkil itilaf kuvvetleri tarafından işgal edilmesi, İran’ın Kürtler ve aynı yönetim altında yaşayan Azeriler üzerindeki otoritesinin çökmesine yol açtı. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bu çöküşün en ciddi sonuçlarından biri Ruslar karşısında yenilen ve geri çekilmek zorunda kalan İran kuvvetlerinin geride bıraktığı askerî mühimmatın Kürtlerce ele geçirilmesi oldu. Bu gelişme, Şah Rıza rejimi tarafından zulme uğramış, liderleri zehirlenmiş, asılmış ya da toplu olarak göçe zorlanmış Kürtlerin konumunu bir anda değiştirmekle birlikte bölgedeki dengeleri de alt-üst etmeye yetmişti.İngiliz-Rus işgali sonrası Doğu Kürdistan, Rus Hakimiyet Bölgesi, İngiliz Hakimiyet Bölgesi ve Kürtlerin denetimindeki bir ara bölge olmak üzere üçe bölünmüştü. Denetimsiz kalan bu bölgede güç toplayan Kürtler, Rus ve İngilizlerle görüşerek, İran’ın bölgedeki hakimiyet bağını tamamen ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmakta gecikmediler.
İran idaresinin bölgedeki zayıflığı Rusların, Celalî, Şîqaq, Herkî ve diğer birçok aşiretle lokal ilişkiler geliştirmesinin önünü açmıştı. Kürtlerin talepleri Ruslar tarafından ilk başta olumlanmadıysa da ilerleyen zamanlarda Kızıl Ordu’ya tahıl temini ve bölgede güvenliğin Kürt birliklerince sağlanması şartıyla Ruslar, Kürtlere İran ile aralarındaki meseleyi çözme izni verdiler. İngilizler ise Şeyh Mahmud Berzenci’den deneyledikleri sorunlardan dolayı Kürt taleplerine her seferinde olumsuz yanıtlar vermekteydi. Nitekim Kürdistan, bölgedeki diğer ülkeler için de hassas bir konuydu ve İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Britanya, Ortadoğu’da bir risk almak istemiyordu.

Denetimsiz bir bölgenin oluşması Kürt aşiretleri için önemli hâkimiyet alanları meydana getirmişti. Örneğin Şah Rıza ile girdiği mücadele sonrası topraklarını terk etmek zorunda kalan Banî Beyzade aşiretinin liderlerinden Hama Reşit Beg, saygı duymadığını söylediği Irak-İran sınırını geçerek, topraklarına dönmüş ve taraftarlarının yardımıyla Bane ile Zerdeşt bölgelerini kapsayan yarı-özerk bir otorite kurmayı başarmıştı. Yüksek rütbeli bir İran subayını öldürmesine ve isyancı olarak ilan edilmiş olmasına rağmen İran Hükümeti, Hama Reşit’i bölgenin yarı-resmî valisi olarak tanımak zorunda kalmıştı. Yine aynı şekilde Mehmud Axayê Senê’nin kurmuş olduğu hakimiyete İran güçleri müdahele edememişti. 1942 yazında Hama Reşit Beg ile Mehmud Axa arasında ihtilafların ortaya çıkmasıyla İran, Mehmud Axa tarafında yer aldı ve Hama Reşit’in yok edilmesi için gerekli mühimmatı sağladı. Yenilen Hama Reşit, tekrar Irak sınırının diğer tarafına sürüldü. Bir yıl geçmeden İran, kuvvetlerini Mehmud Axa’nın üzerine yöneltti ve sınırın diğer tarafına sığınana kadar peşini bırakmadı.
Bu olayların neticesinde zayıf düşen Kürt birlikleri İran ordusu karşısında tutunamadı ve 1945 Eylül’ü itibariyle Saqiz - Bane - Zerdeşt hattının güneyindeki tüm Kürt bölgelerinin denetimi tekrar İran Hükümeti’nin eline geçti. Geriye kalan bölgelerde yine güçlü bir Kürt varlığının söz konusu olması hasebiyle İran daha çok ilerleyemeden durmak zorunda kaldı. Hattın diğer tarafında kalan Mehabad şehrinde ise Kürt siyasî çalışmaları önemli sonuçlar doğuracaktı.
İşgalin ilk yıllarından beri Kürtlerin siyasi bir varlık gösterdikleri Mehabad şehrinde 16 Ağustos 1943′te bir grup Kürt yurtseveri tarafından Komelaya Ciwanê Kurd (Kürt Gençlik Komitesi) kurulmuştu ve faal bir şekilde bağımsız Kürdistan propagandası yapmaktaydı. Değişen dünya dengeleri onlara bu fırsatı verebilirdi. Bu dönemde Kürdistan için iki önemli girişim dikkat çekiyordu. İlki, Rusların 1942′de nüfuz sahibi bazı Kürtleri Moskova’ya bir kongreye davet etmesi, ikincisi ise Irak ordusuna mensup üç Kürt subayın Kürdistan’ın bağımsızlığının desteklenmesi karşılığında Almanya’ya karşı verilen savaşta Kürt vatandaşlarının silahlı desteğinin önerilmesi oldu.
<A title=mehabad-kurdistan.gif href="http://www.kurdistantime.com/wp-content/uploads/2007/02/mehabad-kurdistan.gif">
Rusya, İran’daki Kürt politikasını 1944′te uygulamaya koydu ve Komela’nın başvurusu üzerine Mehabad’a Kürdistan-Sovyet Kültürel İlişkiler Topluluğu (KSKT) adıyla bir şube kurdu. Nitekim, öncesinde bir yeraltı örgütü olan Komela, 6 Nisan 1945′te, KTSK’nin binasında yapılan bir törenle tüzüğünü deklere etti. Rızaiye’deki Sovyet Konsolosu ve Sovyet-Azerbaycan Kültürel İlişkiler Topluluğu’nun şefi törenin şeref konuklarıydı. Bu programın en önemli bölümü “Dayika Niştiman” (Anavatan) adlı oyundu. Bu oyunda Kürdistan’ı temsil eden bir yaşlı bir kadın, Irak, İran ve Türkiye’yi temsil eden üç ‘vicdansız’ tarafından tartaklanıyor ve kötü muameleye tabii tutuluyordu. Oyun, ‘Dayika Niştiman’ın oğullarının ortak çabasıyla kurtarılmasıyla bitiyordu. Oyun seyredenleri o kadar etkiliyordu ki hayatları boyunca düşman olmuş kimseler gözyaşları içerisinde birbirlerine sarılıyor ve Kürdistan’ın intikamını almaya hep beraber yemin ediyor, kan davalarından Kürdistan için vazgeçiyorlardı.

Bu dramatik oyunun başarısının yanı sıra bu toplantıdaki en önemli olay, elbette ki Kültür Kurumları başkanı Qadi Muhammed’in Komela’ya kabul edilişiydi. Bu kabul edilişten hemen sonra güçlü kişiliği, karizmatik davranışları ve entelektüel birikimiyle örgüt içinde yükselen Qadi Muhammed, yönetimi tek elde bulundurarak bir Kürdistan politikası belirlemeye başladı.
Qadi Muhammed, 12-15 Eylül 1945 tarihlerinde çeşitli temaslarda bulunmak üzere kuzeni Seyfî Qadi ve Hecî Baba ile birlikte Bakü’ye gitti. Burada Rus yetkililerle görüşmelerde bulunan heyet, Mehabad’a dönüşü ertesi Mizhê Dimoqratî Kurd (Kürdistan Demokrat Partisi) adlı bir parti kurduğunu açıkladı ve bir bildirgeyle Kürt aydın ve soylularına bildirimde bulundu. Açıklama toplantısına katılan bütün Kürtler, oluşuma tam destek sundular ve ortak bir bilgirge yayınlayarak partiye üye oldular. Kısa bir süre içerisinde Iraktaki Kürtlerle diyalog geliştiren parti yöneticileri, Mustafa Barzanî ve peşmergelerini Mehabad’ta bir tören ile karşıladılar.

Tarih, 22 Ocak 1946′yı gösterdiğinde Qadi Muhammed, Çarçıra Meydanı’nda Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Mahşerî bir kalabalık ve büyük bir coşkunun hakim olduğu tören Kürdistan için bir dönüm noktası niteliğindeydi.

Kürdistan Milli Meclisi, 11 Şubat 1946′da Qadi Muhammed’i Cumhurbaşkanlığına, Hecî Baba’yı Başbakanlığa ve General Mustafa Barzanî’yi de Genelkurmay Başkanlığına, Seyfi Qadi’yı ise Kolluk Kuvvetleri Komutanlığına atadı. Aynı gün, yürütme organları, yargı, askerî ve kültür kurumları kabul edildi. Kürdistan Cumhuriyeti Anayasası ile “milletin meşru egemenliği” garanti altına alınarak Kürtçe resmî dil, üstte kırmızı altta yeşil kuşak üzerine bir güneşin bulunduğu bayrak Kürdistan bayrağı ve Şair Dildar Rauf’un Ey Reqib adlı şiiri milli marş olarak kabul edildi.

Bir süre sonra basın yayın örgütlenmesi yapıldı ve 10 Ocak 1946′da yayın hayatına başlamış olan Kurdistan dergisinin yayına devamına ve Kurdistan adlı resmî bir gazetenin çıkarılmasına karar verildi. Kürdistan Milli Meclisi, aldığı kararlar ile eğitim alanında iyileştirme kararı aldı ve genel ve zorunlu ilk öğretimi tesis eden yasalar çıkardı. Fakir ailelerin çocuklarına para yardımı, giyecek ve ders kitapları verildi. Kültürel çalışmaların önemini vurgulayan meclis, ilk olarak iki Kürt şairin, Hejar ile Hêmen’in şiir kitaplarını devlet matbaasında bastırdı. Kısa bir süre içerisinde Kürt okulları kuruldu ve Kürtçe eğitime başlandı. Hawar ve Hilale adıyla iki yeni dergi yayınlandı. 10 Mart’ta ise Sovyetlerin göndermiş olduğu bir verici istasyonu ile Mehabad Radyosu yayın yapmaya başladı.
Bu arada komşu ülkelerin konuyla ilgili tepkileri gecikmedi. Türkiye Başbakanı Mehmet Şükrü Saraçoğlu 6 Mart 1946′da, İran ve Rusya’ya, konuya müdahalelerinin olabileceğine dair birer telgraf çekmiş ve gelişmelerin endişe verici olduğunu belirtmişti. İran ise Kürdistan rahatsızlığını Rus ve İngiliz yetkililere bildirmiş ve Sovyetlerin Kürt gücünü kontrol edememesinin tehlikeli sonuçlar doğuracağını beyan etmişti. Bu gelişmeler karşısında Kürdistan Milli Meclisi, İran Hükümeti’ne bir muhtıra çekerek, ülkedeki Kürt sorunun sadece Kürdistan Cumhuriyeti sınırlarıyla değil, ülkenin tümünde yaşayan Kürtlerle ilgili bir iç sorun olduğunu vurguladı ve karşılıklı müzakereler ile Kürtlerin insani haklarının iade edilmesi istendi. Muhtıra, bir Kürdistan Yüksek Konseyi’nin oluşturulmasını teklif etmekteydi ve bu muhtıranın barışa uzatılmış bir el olarak algılanması gerektiği belirtiliyordu.

Tarihler 9 Mayıs 1946′yı gösterdiğinde ABD, İngiltere, Türkiye ve İran’ın baskıları sonucu Sovyetler, Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nden desteğini çektiğini Moskova Radyosu’ndan duyurdu. Bunun üzerine ertesi gün Kürdistan Savaş Konseyi, ABD, İngiltere, Türkiye, İran ve S.S.C.B’ye birer ihtar çekerek Kürdistan’ın bağımsızlığı ve milli eğemenliği vurgulandı. ABD ve SSCB’nin bu konuyla ilgili görüş ayrılıkları Soğuk Savaş’ın başlangıç merhalelerinden birini oluşturdu. Bir anda yalnızlaşan Kürtler, serinkanlı davranmak durumundaydılar. Qadi Muhammed, 1 Haziran 1946′da Fransız Basın Ajansı’na açıklamada bulundu ve İran Hükümeti’nin İran genelinde demokratik yasaları uygulamasını, Kürtlerin dil, eğitim ve kültürel haklarını tanımasını istedi. Fransız muhabirin Qadi Muhammed’e merkezi hükümetle çatışma tehlikesi ve yabancı müdahale ihtimali ile ilgili bir soru sorması üzerine, Kürdistan Cumhurbaşkanı şu cevabı veriyordu:
“Kürdistan’daki durum Azerbaycan’daki durumdan çok farklıdır. Ülkemiz hiçbir zaman Sovyet askerlerince işgal edilmemiş ve Rıza Şah tahttan indirildiğinden beri, ne jandarm ne de İran ordu birlikleri Kürdistan’a girmişlerdir. Bu sebeple biz, bağımsızız ve kendi irademize sahibiz. Üstelik kim tarafından yapılırsa yapılsın yabancı bir müdahaleye müsamaha göstermeyeceğiz. […] Ancak bilinmelidir ki Amerikalıları ya da Rusları taklit etmek istemiyoruz, fakat medenî ülkelerin hayvanları durumuna düşmeyi de reddediyoruz…”
Ne var ki 10 Aralık 1942′de Sovyetler ve İran arasında bir anlaşma sağlandı ve İran, aynı gün Kaflankuh Geçidi’nden Kürtlerle kader birliği yapmakta olan Azerilere saldırdı ve Tebriz’i geri aldı. Bu, başkent Mehabad’ın düştüğü anlamına geliyordu. İran Birlikleri buradan Kürdistan üzerine yürüdü. Qadi Muhammed’in Tahran’daki kardeşi Sadrî Qadi, İran’da bir parlamenterdi ve bu durum üzerine İran ve Kürdistan Hükümeti arasında uzlaşı sağlamaya çalıştı. Nitekim bir barış antlaşması da imzaladılar. Antlaşma gereği General Mustafa Barzanî ve Seyfî Qadi komutalarındaki birlikler etkisiz hale getirilerek başkentin dışına alınmıştı. Yaklaşık bir hafta boyunca İran ve Kürt hükümetleri herhangi bir sorun çıkarmadan kentte sükûneti sağladılar. Fakat 17 Aralık’ta Qadi Muhammed ve kuzeni Seyfî Qadi da dahil olmak üzere Kürdistan Milli Meclisi’nin tüm üyeleri tutuklanarak hapse atıldı. Kentte karışıklık baş gösterdiyse de İranlılar olaya hâkim olmakta gecikmediler ve Mehabad’ın denetimini ele geçirdiler. 30 Aralık 1946′da Qadi Muhammed’in kardeşi Sadrî, Tahran’daki evinde tutuklandı ve Mehabad’a getirildi. Usulsüz ve yetkisiz bir mahkeme kuruldu ve Qadi Muhammed, Seyfî Qadi ve Qadi Muhammed’in kardeşi Sadrî ölüm cezasına çarptırıldı. Qadi Muhammed, kardeşinin haksız yere cezalandırıldığını ve bu cezanın affedilmesi gerektiğini ısrarla belirttiyse de karar değişmedi ve üçü de 31 Mart 1947′de sıkı koruma altına alınan ve Bağımsız Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti’nin ilan edildiği Çarçıra Meydanı’nda idam edildiler.

Kürdistan Cumhuriyeti’nin yıkılması ve Qadi Muhammed’in asılması bütün Kürtler tarafından üzüntüyle karşılandı. Türkiye ve Irak’ta Kürt bölgelerinde geniş tedbirler alındı. Diyarbakır, İstanbul, Süleymaniye, Bağdat gibi şehirlerde ancak küçük protestolar düzenlenebildi. İran’da sıkıyönetim ilan edildiyse de Luristan’ın Urumabad kasabasında infazlara bir tepki olarak 11 Mayıs 1947′de şiddetli bir ayaklanma baş gösterdi. İran askerleri halkın üzerine ateş açtı ve 65 Kürt bu olaylarda hayatını kaybetti. Barzani ve peşmergeleri Irak Kürdistanı’na geçti. Burada sert bir müdahale ile karşılaştılar ve daha önce Irak ordusunda görevli olan ve Barzani’ye katılan 4 Kürt subay bir zaman sonra tutuklandı. 19 Mayıs 1947′de İzzet Abdülaziz, Mustafa Xoşnav, Muhammed Mahmud, Hayrullah Abdülkerim adlı bu peşmergeler Bağdat’ta idam edildi. General Mustafa Barzanî, 27 Mayıs’ta yanlarında peşmergeleriyle Moskova’ya doğru yol aldı.
İdamlar üzerine Avrupa’daki Kürtler başta olmak üzere protestolar yapıldı. Avrupa’daki Kürt öğrencilerin yayın organı Kürdistan’ın Sesi’nde ABD, İngiltere ve Irak sert dille eleştirilirken İran için “Haşhaş müptelası monarşist faşistler” ifadesi kullanıldı. Uzun süre ses getiren protestolar ile Qadi Muhammed, Kürdistan’ın ‘ebedî muzaffer’i ilan edildi. Irak’ta idam edilen subaylardan Hayrullah Abdülkerim’in son sözleri Avrupa’daki elçiliklerin binalarına siyah çelenk üzerinde iletildi: ‘Düşmanlarımıza ölüm, Yaşasın Kürdistan!’

Fotoğraflar (Sırasıyla)
 
#3
İç Asya’da Bir Kürt Devleti: Gorîyan [1148-1214]


Kürt Goran aşiretinden Seyfeddîn Surî, tarafından 1148 yılında kuzeydoğu İran’da kurulan Gor Devleti, Harzemşahlar tarafından 1214′te başkent Firuzkuk’un ele geçirilmesi sonucu yıkıldı. 1148 yılına kadar Selçuklu devletine bağlı bir beylik olan Gorîler Seyfeddîn’in beyliğin başına geçmesiyle birlikte bu tarihte bağımsızlık ilan ettiler.
Sûri kısa bir süre içerisinde devletinin sınırlarını genişletti. Kendisinden sonra gelen Gor hükümdarı Gıyasuddin Goran, Selçuklu ve Oğuzlarla sürekli çatışma halini şiddetlendirererek 1173′te büyük bir hareket başlattı ve kademeli olarak Gazne, Herat, Multan, Uccah, Siudi, Esaver, Debut ve Lahor şehrini ele aldı ve Gazneli Sultan Mahmud Hanedanlığı’ndan artakalan büyük-küçük bir çok beyliği ortadan kaldırarak, kardeşi Muhammed Gorî’yi (Muizzeddin), Gaznelilerin varisi ilan etti. Muhammed Gorî, 1192′de Kuzey Hindistan ve Bengal’i fethetederek Kudbeddîn Aybeg adlı Türkmen komutanını Delhi’ye genel vali tayin etti. Giyasuddin’in 1202′de, kardeşi Muizzeddin Muhammed Gorî’nin ise 1206′da Türk suikastçiler tarafından öldürülmesi sonucu devlet zayıfladı ve hanedanlık parçalandı. Hanedanlığı devralan Gıyaseddîn Mahmud’un da 1212′de öldürülmesinden sonra yerine geçen oğlu Bahauddîn yoğun saldırılara fazla direnemedi ve 1214′te Gor Devleti, başkentin düşmesi sonucu ortadan kaldırıldı.
Hükümdar Giyasuddin’in Herat’ta yaptırdığı Eşler Camii, İslam mimarîsinde bir devrim niteliğindeydi ve mimaride yeniliğin başlangıcı oldu. Yine Delhi’deki mimari yapılar ihtişamıyla göz kamaştırır niteliktedir. Kültür ve sanat yatırımları daha çok mimarî üzerinde gelişen Gorlar’ın döneminde Kürtçe’nin Hawramî olarak da bilinen Gorî lehçesi önem kazandı ve bir çok şair, filozof ve bilim adamı yetişti.
(Fotoğrafta, Sultan Giyasuddin’in yaptırdığı Herat’taki Cuma (Jama) Camisi)




Alamut Devleti Talan Edildi [1256]


Alamut Kürt Devleti, Moğol hükümdarı Hülagü tarafından 1256 yılında yıkılarak ortadan kaldırıldı. Hasan El Sabah tarafından 1011′de kuruldu. Hasan El Sabah, İsmailiye mezhebi dini öğretisi temelinde güçlü bir örgütlenme yaratıp, Kürt aşiretlerini hareketlendirerek Ziyar Devleti’ne son verdikten sonra, aynı topraklarda merkezî Qazvin yakınlarındaki Alamut Kalesi olmak üzere bu devleti kurdu. Bağımsız varlığını 179 yıl sürdüren bu devlet, 8 hükümdar tarafından yönetildi. Devletin son hükümdarı Kurşah, Moğollar tarafından idam edildi.
Bu devletin sınırlarında kendisi de bir filozof olan Kral Hasan’dan dolayı ****matik ve astronomi müthiş derecede ilerledi. Haşhaşilik olarak da bilinen örgütün kuruculuğuyla dünyanın ilk teröristi kabul edilen Hasan El Sabah, 1124 yılında ölene kadar, Selçuklu Türklerinin ve Nizamülmülk’ün korkulu rüyası oldu. Yine de etkileyici dini lider ve başarılı bir devlet adamı olan Hasan El Sabah için Marko Polo şöyle der: “Bu kişi yüksek dağlık bölglerde bir sevgi cenneti kurdu. Çok zengin bir hazineye sahipti. Kurmuş olduğu bu cennet onu kısa zamanda geniş bir taraftar kitlesine sahip kıldı. İslam ülkelerinin her tarafından binlerce genç, bu cennete girebilmek için akın ediyordu…”


(Üstte küçük resim: 17. yüyyıl Rus arşivlerinden bir Alamut Kalesi tasviri. Altta günümüzde Alamut Kalesi’nden artakalanlar.)

Kürt Eyyûbî İmparatorluğu Kuruldu [1175]



Muhteşem Kral olarak bilinen Selahadinê Eyyûbî tarafından Mayıs 1175′te kurulan imparatorluk, Selahaddin’in 4 Mart 1193 yılında ölmesi üzerine parçalanmaya başladı.
1137 yılında doğan ve Kürt Revvadî aşiretine mensup Selahaddin çok iyi bir dinî ve askerî eğitim aldı, 1165 yılında Mısır’a vezir seçildi. Yönetimin çeşitli kademelerine yakın akrabalarını yerleştirerek sağlam bir yapı oluşturdu. Fransız ve Bizansların müşterek saldırılarını başarıyla bertaraf eden ve onlar karşısında zaferler elde eden bu komutan, İslam dünyasında kendisine büyük sempati duyulan, tam anlamıyla güçlü bir vezir ve önder durumuna geldi.
10 Aralık 1171′de varlığını 200 yıl sürdürmüş olan Mısır Fatimî halifeliğine son verdi. Kısa bir süre içerisinde Yemen, Aden ve Hicaz’ı aldı. Suriye Kralı Nureddin’in 13 Mayıs 1174′te ölmesi üzerine, bir orduyla Dimeşq’e (Şam) girerek burayı da hakimiyetine aldı. Mayıs 1175′te Bağdat’taki Abbasî halifesi Selahaddinê Eyyûbî’nin krallığını kabul ederek, fethettiği topraklardaki otoritesini kabul ettiğini ilan etti. Dinde yaptığı reformlardan dolayı adı Yusuf Şêr Eyub iken dini ıslah eden manasında kendisine Selahaddin adı verildi. Hükümdarlığında kullandığı tam ismi şöyledir: El Malik El Nâşîr Salahaddin Yusuf ibni Eyyub. Bu gelişmelerden sonra Musul’a girerek, Atabekleri ortadan kaldırdı ve ülkesinin sınırlarını Fırat’a kadar genişletti. Sırasıyla kuzey Kurdistan’daki küçük beylikleri ve Kürt aşiretlerini topraklarına katarak kuzeyde Ermenistan’a kadar ilerledi. Kendisine doğuda Dicle’yi sınır alan Eyyûbî İmparatorluğu güneyde Yemen’e, batıda ise Tunus’a kadar uzanıyordu. 1187′de Kudûs’ü Hıristiyanların elinden aldı. Merhameti ve adaletiyle Hıristiyanların takdirini kazanan Selahaddin’in bu zaferi İslam dünyasında ona duyulan saygıyı daha da arttırdı ve ölümsüz bir hükümdar yaptı.
Eyyubîler döneminde pek çok Kürt yazar, şair, filozof ve aydın yetişti. İzzeddin Ali, Mecdeddin Ebu Saadet, İbnul Esir el Cizirî bunlardan birkaçıdır.
(Üstte: 14. yüzyıla ait bir Selahaddin çizimi. Altta: Batılı bir gezginin çizdiği Selahaddin’in Askeri adlı 12. yüzyıla ait bir tasvir.)
 
#4
Büveyhoğulları Devleti Yıkıldı [1050]


Kürt Büveyhoğulları devleti, 1050′de Selçuklu emîri Tuğrul Bey tarafından yıkıldı. Bu devlet, 934 yılında Ali Hasan ve Hüseyin Ahmed kardeşler tarafından Güneydoğu Kurdistan’da kuruldu. Deylem dağlarında yaşayan bir Kürt aşireti olan Bercenkiaver’e mensup bu kardeşler, kısa bir süre içinde devletin egemenlik alanını güneyde İsfahan ve Şiraz’a, kuzeyde ise Hamedan’a kadar genişlettiler. Babaları Ebu Şuce Büveyh’ten dolayı bu devlete Büveyhoğulları adı verildi. Abbasi halifesi, Halife Kahir Billah, bu devletin egemenliğini tanımak zorunda kaldı. Sürekli iç ve dış çatışmalarla uğraştığı için kültür ve sanat, bu devlet sınırları içerisinde pek gelişmedi. Yalnız, Adud üd-Dewle’nin hükümdarlığı sırasında pek çok cami, hastane, imarathane, yol ve kuyu yapıldı. Moğol İstilaları sırasında bu bölgelerde herşey yakılıp yıkıldığı için bu devlet hakkında daha ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.



Hamdanî Devleti Yıkıldı [1039]


Kürt Hamdanî Devleti 1039′da Arap Ukaylı Devleti tarafından ortadan yıkıldı. Hamdanî devleti Seyt El Dewle tarafından 944 yılında Halep bölgesinde kuruldu. Bu tarihe kadar Musul merkezli Büyük Hamdani Devleti’nin bir parçasıydı. Söz konusu tarihte bağımsızlığını ilan eden El Dewle, Bizans Kralı Romanas’la Ruha’da (Urfa) yaptığı savaşı kazanınca Suriye ve Yukarı Mezopotamya’nın büyük bir bölümüne egemen oldu. Varlığını 95 yıl sürdüren bu devlet Harput Kürt Aşiretleriyle anlaşmazlığı sonrası zayıfladı ve Araplar tarafından egemenliğine son verildi. Bu devletin sınırları ve süresi içerisinde El Mutanabi, Ebu Farizê Mala ve El Ferabî gibi önemli şair ve bilim adamları yetişti.
 
Üst