devrimciler zavallı değildir.

#81
ben tek cümlelik sorumu polisario gerillasına sormuştum. sonra anladım ki, meğer polisario aslında x'miş. üstelik de üzerinin o sırada çizildiğini, iki ayrı mahlasla yazdığı için yasaklandığını gördüm.

hayal kırıklığına uğramıştım. çünkü ben, x'den sonra ikinci bir x daha bulduğumu sanıp heyecanlanmıştım. meğer iki tane sandığım x aslında bir taneymiş. sadece 1...

ne bileyim, x artık forumda yazmayacağını ve daha ciddi işlerle ilgileneceğini daha geçen gün yazmamış mıydı? ben de bunu ciddiye alıp onun gitmiş olduğunu düşünmüştüm. demek daha ciddi işlerden kastı arada sırada başka mahlaslarla foruma girip burjuvaları öldürmekmiş.

ben de onu sormuştum. burjuvaları vurmak ne demek biliyor mu acaba polisario kardeşimiz? sadece bizim ülkemizde milyonlarca burjuva var. öldür öldür bitmez. cesetleri koymaya da ne topraklarımız yeter, ne de denizlerimiz. ayrıca burjuvaların içine küçükleri de giriyorsa, polisario kardeşimize de kıymayacaklar mı? n'aparız biz sonra?..

gelin şu burjuvaları öldürme işini bir daha düşünün. öldüreceğinize, devrimi yaptığınızda onları işçileştirin ve fabrikalarda, tarlalarda günde iki saat çalıştırıp üretici olma şansı verin. tanıdığınız burjuvalara torpil yapıp eski işyerlerine müdür falan yapabilirsiniz.

hem öldürünce o kadar kurşun ziyan olacak. memleketin kurşun stokları zaten sınırlı. dışa bağımlılığı artıracak bir girişime mahir de sıcak bakmazdı.

"burjuvazi" ile "burjuva" arasındaki farkı bilmeyen, sınıf iktidarını yıkmakla intikam duygusunu ve adam öldürmeyi birbirine karıştıran, "klavyede yetişmiş" delikanlıları, mahir yaşasaydı ne yapardı acaba?

"şiddeti, hedefe ulaşmada meşru bir araç olarak görür müsün?" derseniz, "elbette" derim. ama asla şiddeti, ulaşmak istediğim hedefe hizmet edip etmeyeceği konusundan bağımsız ele almam. mesela polisario'ya bazı şeyleri öğretmek için şiddet kullanmanın işe yarayacağına hiç kimse ikna edemez beni...
 
Son düzenleme:
#82
Tolll sana özellikle takılmak istemiyorm ama bu yazdığın özlü sözcükler beni etkiliyor.

Yukarda da yazdığın tarihsel metaryalist dünya görüşünün ıspatıdır. İnsanlar yaşadığı ortam dahilinde düşünebilirler,anlayabilirler. Geri bıraktırlmış ülkenin gencide o geri bıraktırlmış şartlarda,gelişmiş ülke insanından sığ düşünür ve anlar. Ne yazık ki gerçek bu... Bu benim içinde senin içinde geçerli...

Lütfen gart pozisyonunda yaklaşma. Yada sus.
bak höşmesini bilmeyen bu fıkrada kendini nerde görüyosun
birkaç yüzyıl önce papa bütün yahudilerin roma'yı terk etmeleri gerektiğine karar verir. doğal olarak yahudi toplumundan büyük bir tepki gelir.bunun üzerine, papa ile yahudi toplumundan önde gelen birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. yahudiler kazanırsa kalacaklar, papa kazanırsa gidecekler. yahudiler çaresiz kabul eder ve temsilci olarak moiz'i seçerler. ancak moiz'in papa ile aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece işaret dili nin kullanılmasını teklif ederler. papa kabul eder. müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra papa elini kaldırarak üç parmağını gösterir.
buna karşılık moiz tek parmağını kaldırır.
papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir.
moiz ise parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.
papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca, moiz de bir elma çıkartır.
bunun üzerine papa ayağa kalkarak :
"ben pes ediyorum, yahudiler kalabilirler" der.

müzakere sonrasında papa'nın etrafına toplanan kardinaller papa'ya ne olduğunu sorduklarında papa;

- ben önce 3 parmağımı gösterip kutsal üçleme yi işaret ettim.
buna karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrı yı tanıdığını soyledi.
ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu işaret etti.
ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir elma çıkartıp bana ilk günah ı hatırlattı.
herifin her şeye bir cevabı var. ne yapabilirdim ki?

aynı sırada yahudi cemaati de moiz'in etrafını sarmış ona nasıl başardığını soruyorlardı. moiz:

- önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi istedi. ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim. sonra bütün şehrin yahudilerden temizleneceğini söyledi. ben de, hiç bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.
- sonra ne oldu? diye kalabalık heyecanla sordu.
- valla,sonrasını ben de pek anlamadım. adam biraz hiddetlendi ve öğle yemeğini çıkarttı. bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım.
hepsi bu!...
sustan kastın aslında benim susumam deyil höşmez bu üç cümlede bir açık gördün sandın entel birikimiminle beni dövmek istiyosun sus demenin sebebi ben sus dedim susmadın ve sus demekle beni tahrikermek çok şey beni tahrik eder sen o çoklar içinde deyilsin emin ol :D beni yenmek yada beni madara etmek zor deyil höşmez ama doğru taktiği kulanmalısın bak sana bir tiyoda vereyim madem en saygı duyduğum adamlar bile nadara olmamı istiyo sana karşı entel birikimini at çope beş para etmez var olan şeyler üzarniden pratikte olan şeyler üzerinde konuş ve samimi ol

ha bana cevap vediğin cümlelerimde açık yok boş yere kürek salama
ama şu yazdıklarımda bir açık var ;)
 
#86
sadece bizim ülkemizde milyonlarca burjuva var. öldür öldür bitmez

alevli yıldız arkadaş sağlam bir tesbitte bulunmuş. hedef burjuvalarsa, bu savaşı vura vura yokederek kazanmak imkansız.

sadece bu konu dahi, ideolojik bunalımın net bir göstergesidir. marksizm, sadece devrimci dinamiği daraltmakla kalmıyor. aynı zamanda, devrimin hedefini de belirleme noktasında içinden o formasyonla çıkmaya yer bırakmayan bir belirsizlik yaratıyor.

nasıl işçiler önce makinalara saldırdılar diyorsa, devrimciler de gözlerinin gördüğüne saldırdılar yollu, günümüz marksistleri mantıksal tamamlama yapıyorlar.

alevli yıldız arkadaş, bu mantalite içinde gayet haklı olarak, küçük burjuvazi de dahil mi diye soruyor. mevzunun merkezinde modern sanayi proletaryası varsa ve bu modern sanayi muhabbeti de tdh nin kadrolarının yüzleri fabrikalara dönük olanlarının incik cıcık bilmediği bir konumlanmaysa, bu işin içinden nasıl çıkılacak.

örnek gerekiyor.

reno otomobil fabrikasında çalışan işçiler bursadaki modern sanayi proletaryasının bir parçası. senkromeçli şanzuman grup dişlisi de, yaptıkları otomobilin bir parçası.

şu dişlinin şu anda hali hazırda sürmekte olan üretim macerasını kabaca bi izleyelim bakalım:

demir madeni, nerden gelmişse gelmiş, illaki divriğiye gitmiş, orda pelet olmuş, sinterlenmiş,
ordan kamyon şoförleri bunları binbir meşakkatle 22 ton yükler halinde çekmiş, iskenderuna getirmiş. isdemir de işlenmiş evsafına ayrılmış ç 6280 olanlar haddelenmiş, ordan da koç holdingin asil çeliğinin depolarına bi daha kamyoncularla taşınmış. reno alım yapmış. dişlinin çeliği bursaya bi daha kamyoncu maharetiyle indirilmiş.

çeliklerin karneleri, fabrikadaki qc ( kalite kontrolcular ) lerce tek tek incelenmiş, yüz boyda bir boyu kesit alınıp laborantlar tarafından onaylanmış. nihayet malzeme hazır denilmiş.

işin püf noktasını fabrika üstlenmiş. önce çeliğin kabuğu attırılmış. zor iş. fırınların karşısında çırpınmadan olacak iş değil. birileri nefesi tıkana tıkana bunları trikotilenle arındırmış. ( tinerden ince, yanmaz bir uçucu )

vermişler otomatik testereye kaba boy kesmiş birileri, defalarca indir bindirle. ordan geçmiş kaba taşlamaya. ordan geçmiş ince taşlamaya. derken dişli olacak boyutlardaki bu çelikler kutulara dolmaya başlamış. her kutu 100 kilo. ordan da hooop, nereye ?

bi kısmı, bi kısmı gebzeye, bi kısmı bursa nilüfer sitesine, bi kısmı torbalıya, bi kısmı manisaya, bi kısmı izmire bi kısmı izmite, bi kısmı da istanbulun bayrampaşasına ikitellisine.

ne işi var bunların buralarda.

bi kısım dükkanda gövde işlenir. bi kısım dükkanda azdırılır. bi kısım dükkanda çapak alınır. bi kısım dükkanda diş taşlanır. bi kısım dükkanda alıştırılır. bi kısım dükkanda göz nuruyla merkez sulama yapılır. bi kısım dükkanda gerilim alınır. bu işler olurken o kutular ordan oraya dolar boşalır taşınır durur.

hadi yallah, gerisin geri renoya.

gc ci allah ve peygamberler geçerler sıratın başına, yapanın emdiği sütü burnundan getirmecesine, ayırır dururlar. ellerinde ultra hassas mastarlar, ( fransa reno, çine yaptırmıştır ) önlerinde keskin gözlü japon menşeğli profil projektörler bu geçer bu geçmez der dururlar.

sonrada geçenler fabrikada indiksion sulamaya girer iki frekansda. ordan da ya arabaya yada yedek parça kutularına.

bu iş burda bitti mi.

ya geçmeyenler nolacak. geri veren de yok. onlar da yallah, bulgaristandaki datça ya. tamamı beleş. nakliyesi malzemesi yapanlara yapacaklarına mahsuben ceza. fazlası mı var. ver doğan holdinge, gaste yayın dağıtırken onları da yan sanayi olarak bıraksın yedek parçacılara bi zahmet.

teslim edenlerin haline gelelim.

usta vallahi billahi tillahi, mesele sulamada çıktı. yok ne mümkün hepsi bi partide sulandı, çıksa hepsinde çıkardı. onun gerilimini alamamıştır necati...

bu iç kavga sürer gider. bu kavga burjuvalar arası bi kavga. dükkanlar ve içindeki alet edevatlar onların.

mesela ihale azdırmacıda kaldı. bi de onları dinliyelim bakalım:

yok edeceğimiz burjuva : - ulan senin yaptığın işi ben ossuruğumla yaparım. cezayı bize kestirdin.
işbirlikçi formen ( usta başı ) : - valla patron ben dedim, merkez rulman nanay, sen diyon idare et fiyatı anasının ... aha değişmedik de nooldu.

yazanede ( patronun ofisi, yazıhane ) muhabbet bu minvalde. devamı da var. formen lümpen proleterlere döner :

- dingiller işiniz gücünüz gırgır. ihale bize kalmış. ... gına yakın.

lümpen : - kesme yağı bi senedir değişmedi. bitti bitecek, talaşla yükseltiyoz a...
hoşafa döndü. südüğümlemi kestirecem. iş çakıyla bitiyor mu.

- içiyor musunuz lan bu yağı. sızdırın iyice diyoz parçanın üstünde gidiyo a ...larım.

************

bu arada bizim fabrikacı devrimciler, koş babam koş renocuları örgütlemeye çalışsınlar.

borga tavsiye eder, suyun başında qc ciler oturuyor. onları örgütleyin. sonra da dostu düşmanı bi daha gözden geçirin.
 
#87
Yukarda ki hikaye güzel. Ama ben bazı düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Bu orta sınıf burjuvanın bize söyledikleri ve yaptıklarına bakacak olursam. İşin gerçeği benim şahsen bunlarla sorunum yok. Ben bunları Proleter esnaf sınıfına sokuyorum. Burjuva sınıfı sizinde bildiğiniz gibi aynen işçi sınıfı gibi katmalara ayrılır. Yaşadığımız günümüzde ise isçi sınıfı denilen sınıfın -bir yerde şu veya bu biçimde ücretli çalışan- genişlediğini düşünmekteyim. Bu genişleme işte bu sizin bir kısmını anlattığını burjuvalara kadar gider. Onlarının bir kısmı yaşanan ekonomik gelişime uygun ve siyasal hukuki gericilik içinde bir alt sınıfa dönüşmektedir.

Ancak kapitalizm öyle bir işlevlik içinde ki ,rant,rüşvet ve sistemin kendi içinde bu gericiliğinden kaynaklanan nedenlerden ,yine işçi sınıfı denilen kesimler arasından sizin bu anlattığını konumada izin vermektedir. Orta sınıf burjuvaya yöneliş olmaktadır. Çünkü kapitalizm iradi değil irrasyasyonalistir. Çünkü serbest pazara inanmaktadır. Yani burjuva katmanından ücretli çalışan kesime aktarma olduğu gibi , ücretli kesimdende burjuv orta kesime olmaktadır. Bunu kapitalizm kendine güvenilir liman, kendi sipobu olarak görür. Tıpkı kar oranlarını yükseltmek için tarımsal alanlara fabrika yapmak gibi...

Burada genç arkadaşımızın dedediği gibi ve alevliyıldız arkadaşımızn ironik biçimde ortaya koyduğu gibi eğer bunları yok edeceksek Ne topraklar nede denizler ölülerini gömmeye yeter. Eğer adaletli ,eşitlikli burjuva adalettine ve eşitliğine oranla) bir toplum (sosyalizm) arzulanıyorsa, bu kendine ait temelerden değil,bu var olan temelerden hareketle kurulacaktır. İşte bunlar nedir dedğimizde elimize işçi sınıfı içinde en ezilen katman ve orta sınıf burjuvaya kadar uzanırız. Çünkü toplumun tümüyle kapitalizmden en çok müzdarip olan bunlardır. Kısaca birileri hayattan bişeyler yakalayabilen ama hiç bir zaman mutlu olmayıp,her an tepetaklak gidebilecekler. Diğer tarafta ise hayatta hiç tutunamayanlar. Sanırım hayata hiç tuttunamayanlar toplumda çok az yer tutmaktadır. Örneğin devlet sağlık,eğitim ve yoksulluk yardımlarıyla bunların bir kısmını da hayata tutturur. Bu da kapitalizm tarafında devlete verilen bir görevdir. Yoksa en korkutukları başlarına gelebilir.

Tabii bu sınıfsal katmanlar arasınada yukarda bahsederken; kapitalizmin önlenemez ekonomik yükselişi olarak, ücretli kesime aktarım genel anlamda fazla olmaktadır. Ama bu yarın yada hemen bugün olacak iş değildir. Bir kısım marksistler bunu önümüze taşıyıp -ki genellikle radikal sol kulvar bunu yapmaktadır- günümüzde toplumu iki sınıfa ayırarak kesin kavganın gelidiğini söyler. Bu kavganında hemen, şimdi, derhal yapılmasını ağırlıklsöyler ki bu,söylevinin temelidir. Ama ne yazık ki toplumsal evrim tam tamına böyle değildir. Bu durumun ancak bunalımlar sonucu ki oda belli evreden sonra başa gelebilecek seyler olarak düşünüyorum.

Dünya kapitalist sistemi bugüne kadar en büyük üç -dört bunalım dönemi yaşamış olarak görülmektedir. Bunlardan en sonuncusu 1929 bunalımıdır. Ancak kendini ikinci dünya savaşıyla ve o da keynesgen uygulamalarıyla çıkabilmiştir. Yoksa dünyada kapitalizmin bittiği yere gelindiği emareleri gözükmüştü. Keynes (en büyük anti marksist) sosyal devlet harcamalarıyla işin içinden çıkılabileceğini göstermişti.

Şimdi günümüzde yine bu bunalıma benzer bir bunalımın ortaya çıktığı söylenmektedir. Ancak görüldüğü gibi yine keynes imdada yetişmiş ve tüm merkez bankaları piyasayı paraya boğmuştur. Bunu geçici çözüm diyenler vardır. Neyse .. Ancak kısa bir not. Kapitalizm bu yaptıklarıyla eskisi gibi irrasyonel değil iradesini daha sıkı kullandığını ve o yöne evrildiğini görsekte bundan ben pek emin değilim. Yani eskiden suyu başıboş bırakırken ,bugün şöyle veya böyle gitmesi yönünde çaba görülmektedir. Evet Emperyalizmle bu yön ortaya çıkmışsada ,günümüzde daha belirginleşmektedir. Anlatmak istediğim budur.

Kısaca eğer sosyalizm gibi bir toplum kurma arzsu varsa ,bu toplumun uzaydan gelmeyeceğine göre bu temel üstünde yaratılacaktır. O zaman burjuva olup ta,burjuvanın orta kesimlerinin hergeçen gün rahatsız olduğu bu sistemi yıkmak için bunların kesilmesimi gerekir. ?!
 
#88
burjuvanın anlamı üretmiyen tüketen demek sanırsam ?
şu yukardaki tanım doğruysa neyi üretmiyen ve neyi tüketen diye bir kıstas varmı ?
misal fikir üretmiyen fikir türetende burjuva sayılırmı ?
 
#89
Tolll yazımı sildim yazdıklarımı geri alıyorum.
Bunu da yazmıyacaktım ama haberin olsun.
Hoşça kal
bir gün bir kürt beyi bir ziyafet verir ziyafeten sonra herkes döşekleri üzerine çekilir ve meyvalar gelir beyde bir elma alır ve topluluğa bakar kimsede bıçak varmı diye sorar bir hemen öne atılır kuşağında işlemeli bir hançer çıkarır buyur beyim der bey hemen muhafızlara vurun şunun kelesini der ihtiyarlar ileri gelenler girer araya aman beyim o bir cahilik yaptı sen beysin afet bey cevap verir ben bu bölgenin beyiyim benin sarayımda bıçakmı olmayacak veyahut meyvalarla beraber bıçak getirmeyi bilmiyen hizmetkarımı olacak onun benin mekanımda yaptığı terbiyesizliği cahiliğine veririm hayatınıda af ederim mühim deyil düşüncesiz umursamaz insan etrafına zarer verir ben size zarar vermesin diye bu adamı öldürüyorum ihtiyarlar ve ileri gelenler yine ısrar eder birkere oldu bir daha olmaz aklı başına gelmişitir der hayatını af etmesini rica ederler beyde kırmaz af eder

bu hançerini beye uzatan adamın yezdan şer olduğu söylenir burdaki şarkıda yezdan şer hakundada bişer söylenir

[YOUTUBE]VjBXvQ2OTHI[/YOUTUBE]
 
#90
hayri arkadaş,

bir potansiyel olarak vardı denilebilirse de, ilk kez organize olarak, koç holding, pilot bir uygulama yaptı. timlo blokları diye bilinen uygulama 1979 da kendi içinde yayıldı. işçi, bir ev alıyor, maaşından az bi kesinti ile orda ailecek oturuyor, atılmaz da emekli olursa, ikramiyesinin bir kısmını veriyor ve tapuyu alıyor. proje buydu, uygulandı.

bunun arkasından ücret kavgaları, sendika grev meseleleri sebebiyle atılmak durumuna gelen maharetli işçilere yeni bir kapı açıldı. o kapının pilot bölgesi ise istinyeydi. 15 yıl ve daha üzeri çalışmışlığı olan bu tarz işçilere, kullandıkları tezgah, sözleşmeli olarak satıldı. işçi, tezgahı alıyor, istinyede bir dükkana koyuyor, borcunun kalanını kendisine verilen fason işle ödemeye başlıyordu. ödeme koşulları ağırdı. iş yetiştirme derdi vardı. halkımız esas olarak çalışkandır. işden değil, işsizlikden yılgındır. ailecek çalıştılar ve ödediler. sonra evin ipoteğe verilmesi ile, ilave tezgah verildi. bu da hallolunca, iş karşılığı, dükkanın satın alınması şartı geldi. ofa hallolunca dükkan da ipoteğe girdi.

sscb nin dağılmasıyla beraber, stankov un zamanında bir milyon dolar fob export fiyat biçtiği tezgahlar 50 ile 100 bin dolar arası kapı teslim hale geldi.

bunun için, finansal kiralama dedikleri leasing kanunda değişiklik yaptılar, sıfır tezgah yerine üç yaş hakkı tanındı. üç yaş üstü tezgahlarda girdi aynı yolla. etiket değişikliği meselesine alenen gümrük girişlerinde göz yumuldu. kısa sürede kobi dedikleri işletmeler her türden sanayi sitelerini sardı.

avrupadaki iş dağıtıcı 5 büyük firma, tc ye de personel atadı. hedef fiyat diye adlandırdıkları bir teraneyle anormal düşük rakamlar işler ayarlanmıya başlandı.

taşınabilir imalata konu olan her şey bu 5 firmada iş olarak mevcut. bu son krizde, fiyatlar % 30 seviyesine indi. finlandıya, ukrayna, bulgaristan, türkiye, romanya bu işlerde düşük fiyat döneminin favori ülkeleri.

bunları ilave bilgi olarak nacizane bildirmek istedim.
 
#91
Üretim faaliyetleri ile üretimin el konuluş faaliyetleri ve biçimleri ayrı konulardır.. elbette bağlantılı ama ayrıdır..

Üretim faliyetleri ve çeşitleri tarih boyunca yaratılmış-geliştirilmiştir.. burada ele alacağım nokta şudur..
Üretim faliyeti içersinde.., üretim ve üretimin sahipliği noktasında.., genelde.., üretilen “nesne” üzerinden ve son üretici üzerinden bir analiz yapılıyor.. oysa.., o son aşamaya kadar gelen süreç içersinde olmaz ise olmaz bir çok faliyet ve katılım yaşanır..

Bir köyde..,
Kendi hayvanlarından elde ettiği yünü yine kendisi eğirir.., boyar.., ve dokuyup hırka yapar.. bu hırkayı kendisi için üretir.. ama bundan fazla yaparsa yada değişim için yaparsa bu hırka meta olur denilir.. bu metaya katılan değer nasıl saptanır.. harcanan emek zamanı ile mi.. hayır.. bu her üretim işinde geçerli değildir.. hatta tek değer katkısı da değildir.. hırka sahibi bunu gereksinimi ne ise onu karşılamak amacı ile yapar.. örneğin karşılığında tuz isteyebilir.. ve ne kadar tuz istediğini de belirtir.. belirtirken de makul yada ikinci bir hırka öreceği zamana kadar yetecek süreyi hesaplayadabilir.. ama bir anlam ifade etmez..
Çünkü tuzu verenin de kendine göre hesapları vardır.. kararın verilişindeki etkenler çoğalır..

Fenikeliler..; mallarını bir kıyıya boşaltır ve teknede beklerlermiş.., kıyı halkı gelip mallar karşılığında kıyıya bir şeyler koyarmış.., eğer o konulan şeyleri Fenikeliler yeterli görür ise.. konulanı alır giderlermiş.., yada beklerlermiş.., sonra konulanlara ekler yapılırmış.., bazen bu birkaç günde sürermiş.., bu arada kimse kimsenin malına dokunmazmış..,
Kısaca metanın değerini belirleyen öğeler çok farklıdır..
Sanayileşme döneminde de.. sadece emek gücü değildi.. ama belirgin bir etkendi..
Aynı emek zamanı harcayan.. İngiliz dokuma sanayisi ile yerinde üretim(ham maddeye yakın) yapan Hindistan dokuma sanayisi bir olmaz.. haliyle değerleri de bir olmaz.. sadece bu da değil.. yaşamsal gereksinimler.., toplumsal yaşam şartları vs. de etken olur..
1800 lerdeki ruhr havzasındaki kömür işçileri ve üretilen kömüre katılan emek değeri ile zonguldaktaki de aynı olamaz..

Bu anlamda.., mübadele değer biçimi yerine evrensel değer belirleme biçimleri geliştirilmiştir..
Bu gelişmelerle birlikte de.., üretim faliyetleri içindeki el koyma yani sahiplenme ve değer biçme biçimleri de değişmiştir..

Bir fabrikada.., üretim araçları sahibi fabrikatördür.. sıkça söylenen adı ile sanayi-burjuvazisidir.. ama.., zamanla.., üretim ve değişim arasındaki süre sonunda elde edilen değerler.. bu sanayi-burjuvazisinin etki gücünü zamanla kırmıştır.. burada bekleyip, bir geriye gidelim..
Zamanında aristokrasi egemenliği içinde yapılan.., toprak ve zanaatkar üretimleri metalarının değişimi için, tüccar denilen bir sınıf doğmuştur..
Bir aristokrat.. egemenliği altında üretilen.., yada bir yerden el konulan.., şeker-tuz yada.., kumaş vs. bir şekilde gereksinimi olan bölgelerde değişime sokulmalıydı.. aristokratlar savaş halinde olduklarından veya bu işlere bakmadıklarından dolayı bu metaların bir şekilde oradan oraya aktarılması gerekiyordu.. bu işi yapan “araclar” tüccar sınıfını doğurmuştur..
Panayır denilen alanlar da zamanın serbest bölgeleri idi.. hatta bazı bölgelerdeki egemenlikler de.., üretim yapmadığı halde.. bu tüccarların mallarının güvenlikli yer değiştirmesi sağlardı.. ve aldıkları pay ile geçinirlerdi.. Mekke ahalisi gibi.. bir bölgeden çıkan mallar.. bir başka bölgeye gidene kadar sürekli “pay-vergi” öderdi.. ve bu ödemeler de malın değerine eklenirdi.. bu tüccar sınıfı..; zamanla artık evrensel ilişkiler de kurdular..
(a) bölgesinden bir mal mı getirecek.., ödemeyi satacağı bölgedeki bir bankere yapabilirdi.. çünkü aynı şekilde.., malı satacağı bölgedeki bir başka malı alıp (a) bölgesine de götürecekti.. buradaki ödemeyi de oradaki malı alacak kişi oradaki bankere yapardı.. bu anlamda mö. Önce çinde görülen bir “senet” işlevleri ortaya da çıktı.. birbirleri ile bağlantılı bu bankerlerin bu kağıtları her yerde nakite çevrilebiliniyordu.. kısaca.., giderek ticaret ile bankerlik yani mali-sermaye ayrıştı.. sonradan eklenen sanayi ise.., önce ticarete bağlı idi.. üretilen malı alıp dağıtacak bir işleyişe gereksinimi vardı.. ama bu sanayiyi kurarken de, finansa gereksinimi vardı.. kısaca bunların üzerinde bir mali-sermaye gücü oluştu.. bu mali-güç nereye eğilir ise.., orayı belirliyor etkiliyordu..

elbette tüm bu gelişmeler böyle kabaca olmadı.., sanayi üretimi yani sürekli düzenli bir seri üretim aşamasına kadar.., karmaşık.., iç içe gelişti.. ticaret ile mali-sermaye birliktede oluyordu.. sermaye birikimi oluştukça.., mali-sermaye kendini bu alandan ayırdı.. finans alanında yetkinleşti..
bu iki sınıf.. önceleri.., üzerlerinde bir “zor” aracı olan askeri aristokrasi ve toprak aristokrasisi egemenliği ile yürüyordu.. toplumsal üretim ve el koyma işleminde bunlara pay veriyordu.. sanayi üretimi aşamasında.., özellikle sanayi-sermayesi için bu sistem işlevsel değildi..,
1- üretimlerini özgürce yapamıyorlardı..
2- iş-gücü gereksinimleri vardı.. buda kiralanan serf ile olmuyordu.., özgür bireylere gereksinimi vardı..
3- mallarını tüketebilecek özgür birey pazarlarına da gereksinim vardı..
Kısaca sistemsel yapı da sosya-kültürel ve siyasal değişimler gerekti..
Ticaret ve mali-sermayeler için bu kadar elzem olmasa da bu gelişme onlara da yarayacaktı..

Sanayi-burjuvazisinin yani kentli bu sermaye sahiplerinin ilericilikleri budur.. öncü olmaları da.., budur..
Asalak toplumsal yönetim-denetim.., “zor” sistemi kaldırıldı.. yerine devletin organize olmuş şekli getirildi..
Haliyle buda bir dizi çatışmalar vs. ve her alanda farklı biçimlerde olageldi..

Gelelim günümüze..;
Artık bu sanayi-burjuvazisi de.., burnunda halka takılı konumunda bir ayıdır.. mali-sermaye nereye çeker ise oraya yönelir.. üretimsel yaşamı ve pazarların işleyişini.., hatta bu pazarların toplumsal denetim organizasyonları olan devletleri de bunlar belirler..
Yıkılacak bir sanayi-burjuvazisi erki kalmamıştır.. bir devlette.., bütün sanayiye el koysan kamulaştırsan ne yazar.. bunu satacak bir Pazar ve gereksinimlerini alacak bir Pazar ile ilişkili olmak zorundasındır..
O toplumu.., var olan olanaklarla yaşamaya ikna edemez isen.. işler yine tersine döner..
Küba da.., herkese cep telefonumu gerekli yoksa her çocuğa süt ve herkese sağlık hizmetimi dediğinde aradaki farkı bilirler..
Bu memleket bizim özelleştirmeye hayır.. sloganları işi bitmiş sloganlardır..
Yine burjuvazi(sanayi) haliyle onun karşıtı da işlekte üretim yapan işçi sınıfı tezleri de yanlıştır..

Sayın kürkçünün vurguladığı sözü şöyle değiştireceğim..

“sınıftan kaçış bitmiştir”
tek bir sınıfa bağlı ve bu anlamda sistemi tek bir alanla çözümleyen mantalideden.. kaçma anlamında.., “sınıftan kaçmama bitmiştir”
artık sitem.., belirli iki sınıfla temsil edilen bir yapı olarak görülemez.. üretimin tüm faliyetleri ve tüketimi de dahil.., toplumu bu sisteme angaje eden sosya-kültürel ve siyasal mantalitenin tüm hücreleri ile toptan reddi kaçınılmazdır..

iktidarı alıp.., sanayileşmeyi yani bol ve fazla üretimi hedefleyen mantık yanlıştır.. reel sosyalizm deneyimleri bunun en acı örneğidir.. köleleştirilmiş bir sınıf olmak yerine bu sınıf olmayı red etmek daha önemlidir..
tüm ülkeyi sanayi ve tüm toplumu da işçi yapmak gibi bir mantalite anlamsızdır.. parisde-lyonda-londra da iktidar olmayı toplumsal değişim sanmak da yanlıştır.. zaten sanayi ve üretimi “geri” bölgelere kaydırılmıştır.. işçi sınıfı da buralarda garabet biçimde ortaya çıkmaktadır.. bu tarihsel evrimin(kapitalizmin) yani üretici güçlerin evriminin gerisinde kalmış alanlar(örneğin Hindistan) sanayileşirken.. Avrupa sanayiyi terk ediyor..
hadi Hindistan kapitalistleşerek devrime yaklaşıyor.. ya Avrupa nereye evriliyor.. ???
Hindistan işçi sınıfı devrimi.., kapitalist aristokrasisi haline gelmiş.., Avrupa toplumunu ne yapacak..?? orada devrim nasıl olacak..
Mesela dedim..:D
 
#92
algılama, sorgulama

divriğiye gitmiş, orda pelet olmuş, sinterlenmiş,
ordan kamyon şoförleri bunları binbir meşakkatle 22 ton yükler halinde çekmiş, iskenderuna getirmiş


kimi zaman, gençlerin yabancı olduklarını zannettiğim konularda yazarken bazı hatalar bırakırım. üstelik bu hataları dikkatli seçerim. bu dikkat neye göre. hazreti googleye göre. ordan bakıp yakalayabilecekleri hatalar seçerim.

ve artık gına geldi. ne bir merak ne bir itiraz. şahsıma laf etmek için fırsat kollayan bi kaç genç dahi, şunu bi irdeliyelim demiş değil. bu forumdaki yazıları ve dahi işe yarar yazıları böyle okuduklarını anladım. üzülerek forumlardaki gençlerden memnun olmadığımı belirteyim.

önce, yukardaki cümledeki hataları deşifre edeyim. sonra da derdimi diyeyim.

teknik bir konu ne önemi var canım önemli olan muhteva/içerik, teknik zaten hallolur. insanoğlunun ürettiği en aptalca cümlelerden biridir.

genellikle asalaklar ve asalak olmadığı halde iş bilmezler tarafından kullanılır. yukardaki cümlede SİNTERLENMİŞ kelimesi araya fazladan konulmuştur. o aşamada sinterleme de sinter metalurjisi de kullanılmaz.

pelet orta boy bir elma büyüklüğünde demir bir küredir.hafif de bozuk/orantısız bir küredir. bunların nakliyesi başa beladır. sscb de büyük entegrasyonlar olduğundan ciddi nakliye sıkıntıları oluşmaz. isdemirde eskiden mevcut 27 bin di. şimdi bilmiyorum. isdemirin modellendiği işletme yani sscb deki ana işletmedeki nüfus 1 buçuk milyondur. yeryüzünde özel sektör denen sanayi gruplarının böyle işlere gücünün yetmişliği yoktur.

pelet nakliye esnasında zıplar. dolayısıyla aşağıya ve yanlara doğru bir basınç yapar. bu basınç öyle bişeydir ki, buna hiç bi kamyonun kasası dayanmaz. istelik öyle bir rezonans yaratırki, o kamyonda civata-somun bırakmaz döker. pelet, demir yoluyla ve demir sac değil, çelik sacdan yapılmış konveyerlerle taşınır.

kimse çıkıp da demiyor bu peletler kamyonla nasıl taşınır borga, nerden uydurdun bunu.

yeni bi konu açtım, kefere sikkesi diye, esas olarak suat, hayri arkadaşların tartışmalarından ötürü gaza geldim. neyine senin zenginin sikkesi. zaten bilen yok. borga ve diğer katkı yapan arkadaşlar çırpınacak, aman dikkat ediyim bi yanlışlık olmasın diye yorulacak, gençler de hamburger yer gibi, hoppadanak tüketecek. halbuki yazı dediğin, tekerleme gibi ve klişe bi kaç cümle olacak. bu gayet yeterli geliyor. msn lerde saatlerce muhabbet edip yazan okuyan gençler, şurada 10 sayfalık bir yazı olsa yüzüne bakmaz haldeler.

genç arkadaşlar, hayat bir demo değildir. onu algılamak ise fragmatif değildir. meseleler ne fragmanlarla ne de fragman gibi yazılarla kavranamaz. aslında demostrasyonun bi anlamı da kanıtlamadır:) gel görki, ön tanıtım seviyesine inmiş hali benimsenmiş durumda.

normal aklın üreteceği en iyi devrimcilik, menzil bakımından devrimci menşevizmdir. daha ötesi olmaz.

ama devrimci menşevik olmak da kolay değildir. çünki burdaki norma izafidir. duruma bakarak söylersem, devrimci menşevizim, şu ahvaldeki akılla biraz zor üretilir. bana öyle geliyor. gençler içinde plehanovla aşık atabilecek bir yaklaşıma nadiren rastlıyorum.

kendinizi gözden geçirin. devrimciler zavallı değildir ama, akıl fıkarası da hiç değildir.


bu kadar sitemden sonra, bi fıkra anlatayım da sinirlenen gençlerin yüzü accık gülsün.

vakti zamanında, yani ikinci cihan harbinde, abd li yetkililer, başlarına bela olan ufak japon denizaltıları için bir çare arama toplantısı içindeler.

biri diyor çelik nakliyatını engelliyelim, çıkmaza girerler,
öbürü cevap veriyor, eritir hurdadan çelik elde eder tekrar...

bi mühendis var, o , araya giriyor ; efendim hurdadan yapılan sacın basınca dayanımı hakkında bazı rakamlar vermek istiyorum...

o teknik bi konu, karar verirsek hallolur bi şekilde, şimdi sırası değil,

bi başkası diyor, petrolü kesmenin bi yolunu bulmalıyız ancak böyle hallolur bu iş,
öbürü diyor, stokları var yeraltında, korunaklı, bu çare olmaz, konu acil,

mühendis diyor, efendim helisel yollu çok ağızlı darbeli tepkime hakkında bazı veriler sunayım...

o teknik bi konu, biz meselenin aslına dönelim,

bu böyle sürüp gidiyor. ama buldukları bi çözüm yok.
derken mühendis diyor ki, benim de bir önerim var ve kesin çözüm.

buyur diyorlar merakla:

efendim suyu 80- 90 derece sıcaklığa çıkaralım, o zaman bu denizaltıların içindeki personel iptal olur ve bu iş çözülür.

diyorlar be adam, koca okyanus, nasıl 80 derece ısıtılacak.

o da diyorki, meselenin aslına bakmak lazım, orası teknik bi konu, nasıl olsa hallolur.
 
#93
sayın lasalle
bu mesajınızı editledim aslı kaybolmasın diye size öm ile yollayacağım. çünkü, mesajınız konu içeriği ile ilişkin değil. bu konuda yazmak istiyorsanız ayrı bir sayfa açar yazarsınız. bu müdahaleyi konuyu korumak amaçlı yapıyorum, size özel bir müdahale olarak algılamayın.
saygılarımla
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst