Korkunun ve yabancılaşmanın üzerine gidebilmek

#1
KORKUNUN VE YABANCILAŞMANIN ÜZERİNE GİDEBİLMEK…[1]

SİBEL ÖZBUDUN

“Kendi kafanla
düşünmesini öğrenmelisin.”[2]

1) Neo-liberal saldırılarla birlikte toplumun tamamı bundan nasibini alırken en çok da gençlik, özellikle öğrenci gençlik etkilenmiştir. Bu etkilerin gençlik üzerindeki yansımalarını nasıl değerlendirebiliriz?

Neo-liberal politikalardan en fazla toplumun en kırılgan kesimlerinin, göçmenlerin, etnik azınlıkların, kadınların ve gençlerin etkilendiği doğru. Özellikle de çalışmaya yeni başlayacak gençler… Onların büyük çoğunluğunu uzun süreli ya da kronik bir işsizlik değilse eğer, düzensiz, düşük ücretli, örgütlenmenin, sendikalaşmanın neredeyse tümüyle olanaksızlaştırıldığı, taşeron işler bekliyor. Üstelik de işsizlik ölümündense sıtmaya razı edildiklerinden, bu tip işler için birbirleriyle kıran kırana rekabet etmek zorunda bırakılıyorlar.
Geçmişteki örgütlü sınıf mücadelesi deneyimlerinden yoksun oldukları, istikrarlı bir istihdamdan yoksun oldukları -bunun için aynı işyerinde çalışsalar bile, örneğin sık sık görev ya da yer değişikliğine uğratılıyorlar- ama en çok da işsiz kalmaktan korktukları için hak mücadelesine de girişemiyorlar.
Öğrenci gençliğin durumuysa, bir başka vahimlikte: hızla piyasalaşan (yalnızca finansmanı açısından değil, aynı zamanda içerik ve işleyiş açısından da) bir öğrenim sistemi içerisinde, mezun olduklarında kendilerini bekleyenin uzun süreli bir işsizlik olduğunu bile bile, sürekli katlanan harçların basıncı altında, dolap beygiri gibi koşuldukları iki vize bir final kıskacında sürdürmeye çalışıyorlar nafile öğrenimlerini. Çarpıcı bir örnek vereyim: Türkiye’de üniversite sayısı (vakıf + kamu) 2002 yılında 72 ya da 73’tü. Bugün bu sayı 150’ye yaklaştı, ama bütçede yükseköğrenime ayrılan pay, aynı kaldı. Bazı üniversiteler, bulundukları ildeki devlet dairelerinin bir-iki odasında sürdürüyorlar programlarını - henüz doktoralarını tamamlamamış hocaların elinde… Daha fazla söze hacet var mı?

2) Neo-liberal politikaların da etkisiyle gençliğin evde, okulda, işte bir bütün olarak hayatında korku imparatorluğu ile sarmalanmış olmasıyla; oluşturduğu 'itaatkâr yaşam'ı nasıl yorumluyorsunuz?

Sözünü ettiğiniz “itaatkâr yaşam”ın bir ayağı Orwell’varî bir “Büyük Birader toplumu”na, hepimizin Kafka’varî bir “neden-nasıl-niçin’ini bilmeksizin her an gözaltına alınabiliriz,” duygusunu içselleştirmiş olmamıza dayanıyorsa eğer, -özellikle gençlik üzerinde etkili olan- bir ayağı da tüketim toplumunun kıskacıdır. Neo-liberal distopya, hepimize, uysal, sorgulamasız, itaatkâr tüketiciler olmamızı talep ediyor. Son çıkan ipad’i edinmek, kişi için, örneğin yeryüzündeki yaşamı yok edecek küresel iklim değişikliğinden, dünya nüfusunun yarıya yakınının açlık tehdidiyle karşı karşıya olmasından, ne bileyim bu ülkede Kürt çocukların göç etti(rildi)kleri illerde yaşamlarını atık kağıt toplayarak sürdürmek durumunda kalmalarından daha acil ve önemli görülüyorsa eğer; yalnız korku üzerinde değil, yabancılaşma üzerinde de konuşmamız gerekiyor demektir. Çünkü korku ve yabancılaşma, bir kısır döngünün birbirlerini besleyen uçlarıdır.
Aslına bakarsanız, korkmamak, korkuyu yenmek, son derece kolaydır. Yeter ki, insan olduğumuzu ve bunun koşulunun da her insan yarasıyla kanamak olduğunu hatırlayalım…

3) Politize olmuş günümüz gençlerinin Kemalizmin boyunduruğundaki siyasetlerde kümelenmesini nasıl izah edebiliriz?

“Yeterince politize ol(a)mamaları” desek? Sanırım sorunuzun ima ettiği sorun, genç insanların çoğunun “politizasyonu”nun belirli ezberler ve kolay erişilebilen malûmatlar üzerinden gerçekleşmesi: TV, facebook, twitter vb. çoğunlukla konfeksiyon fikirlerin insanların kafalarına aktarıldığı ortamları oluşturuyor.
Oysa politizasyon, mutlaka ve mutlaka kişinin kendisiyle yüzleşmesini, derin bir hesaplaşmayı, acımasız bir (öz-)eleştirelliği içermelidir. Bir bakıma kendisine, yaşamı boyunca sahip çıkacağı bir hat seçmesini içeren bir taahhüdü… Bunun için de siyasallaşmasını koşullayan terimleri içselleştirerek kendisinin kılması, onlara “angaje olması”nı gerektirir. Şöyle bir örnek vereyim mi? Bizim kuşakta “sosyalist” olmayı seçenlerimiz, lise talebeleriyken yaptığımız eğitim çalışmalarında Marx’ın Kapital’ini anlayabilmek için kafa patlatırdık.
Günümüzde “politizasyon” olarak adlandırılan süreçlerin pek de böyle olmadığını, kısa vadeli “dolduruşlar” üzerinden yürüdüğünü gözlemliyorum…

4) 68 devrim kuşağından günümüze kadar gelişerek değişen sistematik saldırılara karşın sosyalist gençliğin sağlamlıkla koruyabildiği yönleri neler sizce?

Aslına bakarsanız bugün sosyalist olmak ve daha önemlisi öyle kalmak, benim kuşağıma göre çok daha zor. Çünkü nihayetinde, 1970’lerde hem dünyada hem de bu ülkede sosyalizm hegemonik bir düşünce ve eylem biçimiydi. Bu bakımdan, kayıtsız, gününü gün etmeye bakan, tarikatların etkisi altındaki ya da şövenizme kendini kaptırmış kuşağının karşısında akıntıya kürek çeken devrimci gençlerin inadına, ısrarına hayranım.

5) Sizin L. Amerika devrimleri üzerine çalışmalarınızı biliyoruz. Tavsiyeleriniz üzerine Türkiye ve Kürdistan Gençliği oradan ne gibi dersler çıkarabilir?

Kimseye “tavsiye”de bulunacak bir konumda görmüyorum kendimi. Ama Latin Amerika’da tanığı olduğum(uz) mücadele tarihinde bana en çarpıcı gelen birkaç yönü şöyle sıralayabilirim:
* Mücadelenin süregenliği: Hiçbir kuşak tarihi kendisiyle başlatmadığı gibi, içerisinde yer aldığı mücadelenin tarihinin bir unsuru olduğunun bilincindeler.
* Yaratıcılık: Buna karşın, kendilerini kalıplara teslim etmeden, “zamanın ruhu”na, gereksinimlerine uygun olarak farklı mücadele biçimlerine, esnek bir biçimde başvurabiliyorlar. Ne “eski” bir biçimi kutsadıklarına, ne de bütün “eski” biçimleri sıfırlayıp “yeni”yi fetişletirdiklerine tanık oldum.
* Farklı biçim ve ifadelere saygı: Tıpkı bizde olduğu gibi, Latin Amerika ülkelerinde de farklı siyasal hatları, mücadele biçimlerini benimsemiş gruplar var. Ancak birbirlerini “rakip” değil, “müttefik” sayıyorlar ve eleştirilerinde oldukça özenli bir dil kullanmaya gayret ediyorlar.

6) Hâli hazırda yaşadığımız devrim sürecine gelirsek. İşsizlik, baskı, yıllara dayanan sorunların çözümsüzlüğü Ortadoğu ve Afrika’da halk isyanlarına Yunanistan, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde ise devasa eylemlilikleri yaratıp-taşıyabilen gençliği bizim coğrafyamızda neden ayaklarının üstünde duramıyor?

Size ilginç bir şey söyleyeyim mi? Ben sizin kadar “umutsuz” değilim. Son yıllara bakıldığında gerek Kürt coğrafyası, gerekse Batı’nın son derece gözükara eylemliliklere sahne olduğunu görmemek mümkün mü? Hele ki gösterilere, protestolara, mitinglere katılan, polis saldırılarına pabuç bırakmayan genç kadınların sayısının katlanması, daha da umutlandırıyor beni.
Evet, şimdilik sayıca azız, hele ki Batı kesiminde…
Ama “demir cendere” giderek sıkışıyor. Bu topraklarda ekmek giderek küçülüyor, özgürlükler giderek daralıyor. AKP “F-tipi devlet” tahayyülünü hayata geçirme konusunda toplumu zorlarken, toplumun en duyarlı kesimi olan ve bu partinin uygulayıcısı olduğu Neo-liberal rejimin geleceksizliğe mahkûm ettiği gençliğin saflarında tepkiler birikiyor.
Bu birikim, er geç kapsamlı bir “Edi Bese!/Yetti Artık!” eylemselliğine dönüşecektir. Sanırım bugünün devrimci gençleri, kendilerini yakın gelecekteki bu eşiğe hazırlamalı.

7) Özgürlük mücadelesinin yanında sosyalizm mücadelesi de veren biz gençlere ne gibi tavsiyeleriniz olur?

Tekrar ediyorum, kendimi hiç kimseye “tavsiye”de bulunacak bir konumda görmüyorum. Kişisel tavrımı paylaşabilirim yalnızca; o da düşünen aklın kötümserliği ile çarpan yüreğin iyimserliğini bir arada sürdürmek… hayatın hem eleştirel izleyicisi, hem de etkin, dönüştürücü aktörü olmak… bize dayatılan “hazır giyim” duygu ve düşüncelere prim vermemek… çevremizi saran yabancılaşma ve korkunun üzerine gidebilmek… ve hepimizin içindeki o sorgulayıcı, başkaldıran, statükoya boyun eğmeyen çocuğun peşinden gitmek… Hepsi bu. Basit, değil mi?

8) Bize gösterdiğiniz samimi ilgi ve ayırdığınız vakit için teşekkür ederiz.

Esas ben sizlere teşekkür ediyor, dayanışma duygularımı dile getiriyorum.

3 Mart 2011 16:45:18, Ankara.

N O T L A R
[1] Newroz, Yıl:5, No:167, 23 Mart 2011…
[2] Umberto Eco.
 
Üst