Araştırmacı yazar Haluk Gerger, Arap halklarının ekmek ve özgürlük kavgasını ETHA'ya değerlendirdi. Diktatörler deviren harekete ilişkin çözümlemeler yapan Gerger, "Dışarıdan bir el söz konusu değil" dedi. Gerger, halk isyanının çeşitli eksiklikler barındırmasına rağmen büyük kazanımlar ve bilinç sıçraması oluşturduğunu dile getirdi.
Arap ülkelerini kasıp kavuran isyanın ateşi Tunus'ta çakıldı, sarsıntı Mısır'da yankısını buldu. Arap halk güçleri, ekmek ve özgürlük için sokakları zapt etti. Ne tanklar, ne polis kurşunları halkın gerici diktatörlüklere öfkesini bastıramadı. Tunus'ta Ben Ali'nin gidişini, Mısır'da Mübarek'in istifası takip etti. Arap dünyasında yeni bir döneme girildi.
Arap dünyasını ve siyasi tarihini yakından inceleyen araştırmacı yazar Haluk Gerger, Ortadoğu'da yaşananları ETHA'ya değerlendirdi. Tunus'taki kıvılcım nasıl büyüdü? Mısır'da yaşanan ne; devrim mi, darbe mi? Halk ayaklanmaları nasıl bir niteliğe sahip? Ayaklanmalarda ABD'nin payı ne? Türkiye'nin bölgedeki rolü nedir? Haluk Gerger yanıtlıyor.
Tunus'ta işsiz bir genç, Arap dünyasını sarsan fitili ateşledi. Bu nasıl oldu?
Arap dünyasının zor koşullar altında oluşmuş bir isyan geleneği var. Önce Osmanlı yönetimi altındaydılar, sonra İngiliz ve Fransız sömürgesi oldular. O zamanlardan yabancı yönetime karşı bir bağımsızlık arzusu toplumda yer etmişti. Siyonist İsrail'in, Arap topraklarının bir bölümünü işgali ve savaşlarla, başka bir süreç ortaya çıktı. Bu Arap dünyasında, anti-Batı, bazen anti-emperyalizm ve anti-sömürgeciliğe dönüşen bir dinamizmi camide, sokakta, ailede, okulda ve evde hep üretti. Emperyalizmin baskı ve saldırıları da buna eklendi. 2. Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş yıllarında büyük toplumsal olaylar oldu Arap dünyasında. Bunlar bastırıldı, toplumda politikadan uzaklaşma ve bir çürüme dönemi oldu. Ama hep fokurdayan bir su söz konusuydu. Bir de Araplar, sürekli yoksulluk altında, hayatları şiddetle örülmüş biçimde yaşadıkları için o isyan ateşi küllense de ateş sürekli diri idi. Objektif koşullar ve hem de tarihsel gelenek bunu canlı tutuyordu. Ve nihayetinde patladı. Dolayısıyla sürpriz değil.
İsyan ideolojisiz
Mısır'da 30 yıllık devlet başkanı Hüsnü Mübarek gitti. Yaşanan ne; devrim mi, darbe mi?
İsyan oldu tabi. Ama en önemli iki özelliği, bunun kendiliğindenci, örgütsüz ve ideolojisiz olması idi. Bu ister istemez politik bakımdan bir vuzuhsuzluk yaratıyor. Yapıcı bir perspektiften yoksun olduğunu gösteriyor. Halk güçleri, örgütsüz ve ideolojisiz ama karşısındaki örgütlü ve ideoloji sahibi bir güç. Nedir bu güçler? Baskıcı devletin kendisi, ordu gibi zor aygıtları, siyasal parlamenter kurumlar, partiler ve nihayet içsel bir unsura dönüşmüş olan emperyalizm. Vuzuhsuzluk ve politik özün eksikliği burada ortaya çıkıyor, yaşadığımız belirsizliğin temel nedenleri bunlar elbette.
Sıçramanın temelleri atıldı
Halk ayaklanmaları bölgesel devrim perspektifini ortaya çıkarıyor mu?
Tabi ki. Örgütsüzlük, ideolojisizlik, politik vuzuh ve perspektif eksikliği rejime karşıtlHaber Metinığın yapıcı bir alternatifinin bulunmaması gibi temel zaaflar. Ama muazzam bir kazanım söz konusu. Bu, halk güçlerinin tarih yapabileceğinin, isyan ve toplumsal müdahalenin rejimleri, ne kadar zalim ve güçlü olurlarsa olsun değiştirilebileceğini göstermesi bakımından büyük bir kazanımdır. Bu toplumsal bilince de yansıyacak elbette. Halkın yapabileceğinin bilincine varması büyük bir sıçramayı ifade eder. Şimdi mesele sıçramanın, sıradan insanlardaki psikolojik üstünlük ve özgüvenin sağlam bir ideolojik-teorik temele ve örgütlenmeye dayandırılması. Bu kısa zamanda olacak şey değil, ama temeller atıldı.
Psikolojik üstünlük kırıldı
Eylemler başka ülkelere yayılıyor. Sizce isyan dalgasının bölgesel ve küresel etkileri ne olacak?
Henüz erken. Bir söz var "Bu hamur dağı çok su kaldırır" diye, gerçekten öyle. Şunu söyleyebiliriz; bölgede dengeler değişiyor. Yani siyonist-emperyalist güçlerin, su geçirmez gibi görünen bölge gericiliğinin, despotik feodalizminin, bürokratik devlet kapitalizminin, askeri diktatörlüklerin, polis devletlerinin egemenliği kırılıyor. Yakın vadede ne çıkar bilemeyiz, yüksek işsizlik ve belirsizlik bu örgütlü güçler tarafından ortaya çıkarıldı. Ve mevzileri kaybediyorlar.
Daha da önemlisi, kırılmaz gibi görünen psikolojik üstünlükleri kırıldı. Bunun etkisi ikili olacaktır. Birincisi, rejim değişiklikleri ve halk güçlerinin daha örgütlü biçimde toplumsal yaşama müdahalesi biçiminde ortaya çıkacaktır. Bu iç dinamik, kaçınılmaz olarak emperyalist siyonistlerle karşı karşıya gelecektir. Çünkü objektif çelişkiler söz konusu. Bu zamanla çatışmalara da yol açacaktır. Güç dengesi, ideoloji ve örgütlenme alanındaki zaaflar ortadan kalktığı zaman değişir. Bunu yaşayarak göreceğiz.
Arap dünyasında yaşananların, sizce 2008'de yaşanan ekonomik krizle ya da Avrupa'daki gençlik eylemleriyle bir ilgisi ve benzerliği var mı?
Arap dünyasında yoksulluğun, gericiliğin, toplumsal ekonomik sömürü ve siyasal baskıların geçmişi çok önceye dayanıyor. Yani dünya ekonomik krizinin doğrudan sonuçları değil. Belki bütün bu baskıların, sömürüyü ve dayanılmaz yaşam koşullarını arttırıcı etkileri olmuştur.
Avrupa'da göçmenler arasında gördüğümüz toplumsal hareketlilik, doğrudan ekonomik krizle bağlantılıydı. Mazlum halklarla ve gelişmiş ülkelerdeki proletarya ve proleter kökenli göçmenler arasında ittifakın nesnel zemini oluşuyor. Dünya ekonomik krizi bu nesnel zemini güçlendirici etkiler yapıyor. Önümüzdeki dönem bu ittifakın sonuçlarını göreceğiz.
Ama şunu unutmayalım. Hep Türkiye'nin hareketsizliğinden baktığımız için dünyayı o gözlüklerle görüyoruz. Oysa dünya, son 10-20 yıldır hiç huzur yüzü görmedi. Ayaklanmalar, savaşlar, iç savaşlar, toplumsal isyanlar dünyanın ayrılmaz bir parçasıydı. Türkiye'nin bunun dışında olması bir şaşkınlık yaratıyor. Yeni gibi görünüyor. Bunlar son 20-30 yılın doğal olayları aslında. Türk insanı bunların varlığından kazanıyor artık diyebiliriz.
İsrail birinci, Mısır ikinciydi
ABD sonuna kadar Mübarek'in üstünü çizmedi. Mısır'daki isyanda ABD parmağı tartışılıyor. Ayaklanmalarda ABD'nin payı ne?
ABD'nin bir payı olduğunu sanmıyorum. Olayın yönetilmesinde doğrudan müdahaleci olduğu kuşkusuz. Mübarek ve Mısır'daki rejim, doğrudan bir Amerikan projesidir. Doğrudan emperyalizme ve siyonizme hizmet eden bir diktatörlüktü. İç içe geçmişlerdi. Rejim, Mısır'ı emperyalizm adına yönetiyordu. Dolayısıyla ABD'nin, büyük etki ve denetim mekanizmaları vardı. Amerikan yönetimi bu değişiklikten hoşnut değil. Ama onlar da, rejimler gibi artık setlerin yıkıldığını ve eskisi gibi yönetilemeyeceğini gördüler. Çok açık bir tercih mecburiyetindeydiler. Geçişi kontrol altında ve kendilerine zarar vermeyecek bir şekilde yapmak... Bunun için eski tetikçi ve kuklalarını kullanılmış mendil gibi atmakta bir beis görmediler.
Unutmamak gerekiyor ki, Mısır yıllardır İsrail'den sonra, Amerika'dan en fazla askeri ve ekonomik yardım alan ülkeydi. Bu şeref önceden Türkiye'ye aitti. Ama son 10-15 yıldır ikincilik Mısır'da. Bu muazzam bir bağ olduğunu gösteriyor. Yani ABD emperyalizmi ile Arap rejimleri arasında organik bir bağ var. Dolayısıyla Amerika'nın, Mısır'daki rejim değişikliği için halk hareketine sahip çıkıyor gibi görünmesi büyük bir çelişki ve iki yüzlülüktür. Buna inanmak aptallıktır. İnanan da yoktur. Kontrolü kaçırmadan yumuşak bir geçiş ile tamamlamak gibi planları var. Örgütlü oldukları için, isyanın kendisine değil ama rejim ve devlet aygıtına hakim oldukları için kontrolü şimdilik ellerinde tutuyor görünüyorlar. Unutmayın ki, Mübarek'in konuşmadan önce gideceğini CIA başkanı açıkladı ve gitti.
Türkiye Arapların belleğinde sabıkalı
Türkiye Mısır isyanının 8. gününe kadar sustu. Başbakan ancak Obama ile 'düzenli geçiş' konusunda anlaştıktan sonrası sessizliğini bozdu. Neden?
Türkiye'yi; bağımsız, üstelik önder bir konumda görmek yanlış. Türkiye'nin böyle bir gücü yok. Tarihsel sabıkası Arap halklarının belleğinde buna engel. Türkiye'nin kim olduğunu, emperyalizm ve siyonizm ile ilişkilerini, soğuk savaşta Arap halklarının özlemlerine nasıl yaklaştığını herkes biliyor. Arap halkı geri kalmışlıklarında, 400 yıllık Osmanlı egemenliğinin dinamiklerini de biliyor.
Türkiye, isyandan korkan gerici iktidarlar tarafından yönetildi. İstikrar, sistem üstünlüğünün sağlanması ya da halk güçlerinin bastırılması demekti. Bu Arap halkları tarafından biliniyor. Türkiye, bölgede emperyalizmin Truva atıdır. Bu çok açık bir görev. Sadece siyonist devlet ile diplomatik ilişki kuran ilk ve tek Müslüman ülke olması değil asıl mesele. Emperyalizmle bağlantısı Türkiye'yi bölgedeki ortak, siyonizmin müttefiki yapmıştır. Bazen iç, bazen Arap dünyasındaki tepkilerden dolayı bu ittifak gizli yürütülmüştür. Bazen ortak tatbikat yapacak kadar açığa çıkmıştır. Ama İsrail kurulduğundan bu yana hep vardır.
Emperyalizm Türkiye'ye şunu söyler: "Siz bu bölgeyi yönettiniz, dolayısıyla tanıyorsunuz. Ortak kültür, tarihsel geçmiş ve dininiz var. Dolayısıyla bölgede Batı çıkarlarını iyi savunabilirsiniz. Bunun için diyalog lazım. Siz çok Batı'cı, siyonizmden yana tavır alırsanız, bölgeyle diyalog imkanlarınız kalmaz. Durumumuza düşersiniz. Size de tepki duyulur. O zaman işe yaramaz."
Türkiye papağan gibi
Türkiye'nin, İsrail ile arasına koyduğu mesafe bundan kaynaklanıyor yani...
Tabi ki. Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrasında NATO saldırısının bir parçası oldu. Ama bu işe yaramadı. Şimdi istenen geçmiş ortaklıkları kullanarak Batı çıkarlarının pazarlanması rolünü almak. Türkiye'nin yaptığı budur. Mısır ve Tunus'taki olayları değerlendirirken önce bakıyor, onlar ne diyor. Obama, "geçişi durdurmak mümkün değil, o zaman kontrollü ve çıkarlarımız doğrultusunda olsun" dedi. Türkiye papağan gibi aynı şeyi tekrarladı. Çünkü Türkiye'nin en çok korktuğu hareket halindeki halk kitleleridir. Ve ömürleri de halk kitlelerini bastırmanın yollarını arayarak geçmiştir.
Hükümet yanlısı gazeteler Mübarek'e sadece İsrail'in destek verdiğini yazdılar...
Mübarek ve benzer rejimler hep Türkiye'ye bakıyorlar. Neydi Türkiye modeli? Batıcı olacak. IMF'ci olacak. Özelleştirmeci olacak. Batı ile iyi geçinecek. İsrail'i tanıyacak. Mübarek de hep bunları yaptı. Aynen Türkiye gibi, Amerika ve siyonizmle dost oldu. Yardım aldı, Türkiye gibi ordusunu onların yardımı ile oluşturdu. Tek eksiği, Türkiye'deki göstermelik çok partili demokrasisine geçemedi. Aradaki tek fark budur.
Arap güçleri olmasın diye böldüler
İsyan yeni bir Pan-Arabizmin doğuşu mu? Öyle ise eski Arap ulusalcılığı ile farkları ne?
Araplar sömürgeci yönetimler ve emperyalizmin doğrudan müdahalesiyle bölünmüş bir halk. Bölünmeye karşı her zaman tepki oldu. Zengin doğal kaynaklara sahip, gelişmiş bir kültürel mirasa sahip Araplar, tek bir ülke olarak tarih sahnesine çıkmış olsalardı, herhalde refah, demokrasi ve güçleri farklı olurdu. Zaten böyle olmasın diye böldüler.
Her Arap ülkesinde iktidarı ele geçirenler, ülkeleri birleştirmek yerine emperyalizm tarafından bölünmüş küçük coğrafyalarında mikro milliyetçilikler oluşturdu. Kendi aralarında çatıştılar. Ama Arapların birliği fikri, toplum belleğinde öldürülemedi. Aynı din, tarih, kültür ve dil... Bu nesnel dinamikler etkilerini sürdürüyor. Buradan nasıl bir Pan-Arabizm çıkar, tek bayrak altında buluşma görünür... Gelecek için mümkün değil. Organik ve yakın ilişkiler kuran, Arap sorunlarına duyarsız kalmayan yani halkın istediği ölçüde bir Arap dayanışması gerekir. Eğer isyanlar başarıya ulaşır ve halkçı rejimler oluşabilirse, bu kendiliğinden oluşur. Avrupa gibi ekonomik birliktelikler giderek yarı gevşek siyasi birlikteliklere dönüşür mü? Bu uzun vadeli bir mesele olarak dönüşür olarak görünüyor.
Buhar kazanı kendiliğinden patladı
Arap isyanının Kafkas 'renkli devrim'leri ya da İran ile benzerliği var mı?
Mısır'daki hareketin bu 'renkli devrimlerle' ilgisi yok. Çünkü dışarıdan bir el söz konusu değil. Bu manada özerk, bağımsız ve gerçekten yerel ama kendiliğindenci. O ayrı bir mesele. Kafkaslar'dan bir kere ayrılıyor. İran'dan da ayrılıyor, çünkü din adamlarının öncülüğü altında bir rejim modeliyle ortaya çıkmış hareket değil. Farklı bir durum söz konusu. Bu bir buhar kazanının kendiliğinden patlaması. Bir devrimin gerektirdiği örgüt, ideoloji gibi pek çok unsura sahip olmadığı için toplumsal patlama mertebesinde kalmış durumda. Bu manada politik özü zayıf. Koşullara isyan var, ama çıkış tam bilinmiyor. Amorf bir durum söz konusu. Mesele; demokrasi meselesi değil, örgütlü halk güçlerinin kendi yazgılarına sahip çıkabilmeleri, toplumsal gelişmelere müdahil olabilmeleri, katılımcı olup kendi iradelerini ortaya koyabilmeleri. Kendine özgü bir sosyal patlama, nereye gidebileceğini henüz göremiyoruz. Psikolojik kazanımları, halk özgüveninin artmasını ve bilinç sıçramasını görebiliyoruz. Şimdi çelişkili dinamikler çatışıyorlar.
İsrail ile açık işbirliği zor
Arap dünyasındaki değişimler İsrail'i pozisyonunda bir değişime zorlar mı?
Arap dünyasında siyonist devlete karşı üç tepki ortaya çıktı. Birincisi, Lübnan gibi Arap kimliğini reddedip sorunlara kayıtsız kalmak biçiminde. İkincisi Ürdün'deki gibi doğrudan işbirliği şeklinde. Üçüncü tepki ise toplumdaki isyan ve direnişe katılmak biçiminde ortaya çıktı. Filistin davasına kayıtsız kalan ya da doğrudan İsrail ile işbirliği durumunda kalanların hepsi çöktü. Enver Sedat, bir gecede Mısır'dan Sovyet askerlerini kovdu. Knesset'te bir konuşma yaptı ve barıştı. Bir set yıkılmış oldu, işbirlikçilik dönemi başladı. Gerici rejimler rahat nefes aldı. Kimileri Mısır gibi açık, ötekiler gizli işbirliği yaptılar. Şimdi bu kesinlikle değişecek. Toplumsal tepki, yeni rejimlerde etkili olduğu sürece İsrail ile açık işbirliği yeniden canlandırılamaz.
Sol sokaklara çıkamadı
Türkiye'deki sol-sosyalist hareket nasıl bir sınav verdi?
Doğrusu bütün sol'un tavrını izleyemedim. Cevap verebilecek durumda değilim. Benim izlediğim kadarıyla destek söz konusuydu bir. Bir umut ve coşkuyla karşılandı gözlemlediğim kadarıyla iki. Belki şu tarafı eksik diyebilirsiniz, sokaklara çıkamadı sol. Ama bu bir tercihten ziyade, solun içinde bulunduğu durumdan kaynaklanıyordu. Destek ve dayanışma gösterecek zemini ve gücü olmadığı için bu manada belki bir eleştiri olabilir. Ama bu da bir tercih değildi. Herhalde sol bunu yapmak isterdi. Ama koşullar malum. (Nadiye Gürbüz/ETHA)
Arap ülkelerini kasıp kavuran isyanın ateşi Tunus'ta çakıldı, sarsıntı Mısır'da yankısını buldu. Arap halk güçleri, ekmek ve özgürlük için sokakları zapt etti. Ne tanklar, ne polis kurşunları halkın gerici diktatörlüklere öfkesini bastıramadı. Tunus'ta Ben Ali'nin gidişini, Mısır'da Mübarek'in istifası takip etti. Arap dünyasında yeni bir döneme girildi.
Arap dünyasını ve siyasi tarihini yakından inceleyen araştırmacı yazar Haluk Gerger, Ortadoğu'da yaşananları ETHA'ya değerlendirdi. Tunus'taki kıvılcım nasıl büyüdü? Mısır'da yaşanan ne; devrim mi, darbe mi? Halk ayaklanmaları nasıl bir niteliğe sahip? Ayaklanmalarda ABD'nin payı ne? Türkiye'nin bölgedeki rolü nedir? Haluk Gerger yanıtlıyor.
Tunus'ta işsiz bir genç, Arap dünyasını sarsan fitili ateşledi. Bu nasıl oldu?
Arap dünyasının zor koşullar altında oluşmuş bir isyan geleneği var. Önce Osmanlı yönetimi altındaydılar, sonra İngiliz ve Fransız sömürgesi oldular. O zamanlardan yabancı yönetime karşı bir bağımsızlık arzusu toplumda yer etmişti. Siyonist İsrail'in, Arap topraklarının bir bölümünü işgali ve savaşlarla, başka bir süreç ortaya çıktı. Bu Arap dünyasında, anti-Batı, bazen anti-emperyalizm ve anti-sömürgeciliğe dönüşen bir dinamizmi camide, sokakta, ailede, okulda ve evde hep üretti. Emperyalizmin baskı ve saldırıları da buna eklendi. 2. Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş yıllarında büyük toplumsal olaylar oldu Arap dünyasında. Bunlar bastırıldı, toplumda politikadan uzaklaşma ve bir çürüme dönemi oldu. Ama hep fokurdayan bir su söz konusuydu. Bir de Araplar, sürekli yoksulluk altında, hayatları şiddetle örülmüş biçimde yaşadıkları için o isyan ateşi küllense de ateş sürekli diri idi. Objektif koşullar ve hem de tarihsel gelenek bunu canlı tutuyordu. Ve nihayetinde patladı. Dolayısıyla sürpriz değil.
İsyan ideolojisiz
Mısır'da 30 yıllık devlet başkanı Hüsnü Mübarek gitti. Yaşanan ne; devrim mi, darbe mi?
İsyan oldu tabi. Ama en önemli iki özelliği, bunun kendiliğindenci, örgütsüz ve ideolojisiz olması idi. Bu ister istemez politik bakımdan bir vuzuhsuzluk yaratıyor. Yapıcı bir perspektiften yoksun olduğunu gösteriyor. Halk güçleri, örgütsüz ve ideolojisiz ama karşısındaki örgütlü ve ideoloji sahibi bir güç. Nedir bu güçler? Baskıcı devletin kendisi, ordu gibi zor aygıtları, siyasal parlamenter kurumlar, partiler ve nihayet içsel bir unsura dönüşmüş olan emperyalizm. Vuzuhsuzluk ve politik özün eksikliği burada ortaya çıkıyor, yaşadığımız belirsizliğin temel nedenleri bunlar elbette.
Sıçramanın temelleri atıldı
Halk ayaklanmaları bölgesel devrim perspektifini ortaya çıkarıyor mu?
Tabi ki. Örgütsüzlük, ideolojisizlik, politik vuzuh ve perspektif eksikliği rejime karşıtlHaber Metinığın yapıcı bir alternatifinin bulunmaması gibi temel zaaflar. Ama muazzam bir kazanım söz konusu. Bu, halk güçlerinin tarih yapabileceğinin, isyan ve toplumsal müdahalenin rejimleri, ne kadar zalim ve güçlü olurlarsa olsun değiştirilebileceğini göstermesi bakımından büyük bir kazanımdır. Bu toplumsal bilince de yansıyacak elbette. Halkın yapabileceğinin bilincine varması büyük bir sıçramayı ifade eder. Şimdi mesele sıçramanın, sıradan insanlardaki psikolojik üstünlük ve özgüvenin sağlam bir ideolojik-teorik temele ve örgütlenmeye dayandırılması. Bu kısa zamanda olacak şey değil, ama temeller atıldı.
Psikolojik üstünlük kırıldı
Eylemler başka ülkelere yayılıyor. Sizce isyan dalgasının bölgesel ve küresel etkileri ne olacak?
Henüz erken. Bir söz var "Bu hamur dağı çok su kaldırır" diye, gerçekten öyle. Şunu söyleyebiliriz; bölgede dengeler değişiyor. Yani siyonist-emperyalist güçlerin, su geçirmez gibi görünen bölge gericiliğinin, despotik feodalizminin, bürokratik devlet kapitalizminin, askeri diktatörlüklerin, polis devletlerinin egemenliği kırılıyor. Yakın vadede ne çıkar bilemeyiz, yüksek işsizlik ve belirsizlik bu örgütlü güçler tarafından ortaya çıkarıldı. Ve mevzileri kaybediyorlar.
Daha da önemlisi, kırılmaz gibi görünen psikolojik üstünlükleri kırıldı. Bunun etkisi ikili olacaktır. Birincisi, rejim değişiklikleri ve halk güçlerinin daha örgütlü biçimde toplumsal yaşama müdahalesi biçiminde ortaya çıkacaktır. Bu iç dinamik, kaçınılmaz olarak emperyalist siyonistlerle karşı karşıya gelecektir. Çünkü objektif çelişkiler söz konusu. Bu zamanla çatışmalara da yol açacaktır. Güç dengesi, ideoloji ve örgütlenme alanındaki zaaflar ortadan kalktığı zaman değişir. Bunu yaşayarak göreceğiz.
Arap dünyasında yaşananların, sizce 2008'de yaşanan ekonomik krizle ya da Avrupa'daki gençlik eylemleriyle bir ilgisi ve benzerliği var mı?
Arap dünyasında yoksulluğun, gericiliğin, toplumsal ekonomik sömürü ve siyasal baskıların geçmişi çok önceye dayanıyor. Yani dünya ekonomik krizinin doğrudan sonuçları değil. Belki bütün bu baskıların, sömürüyü ve dayanılmaz yaşam koşullarını arttırıcı etkileri olmuştur.
Avrupa'da göçmenler arasında gördüğümüz toplumsal hareketlilik, doğrudan ekonomik krizle bağlantılıydı. Mazlum halklarla ve gelişmiş ülkelerdeki proletarya ve proleter kökenli göçmenler arasında ittifakın nesnel zemini oluşuyor. Dünya ekonomik krizi bu nesnel zemini güçlendirici etkiler yapıyor. Önümüzdeki dönem bu ittifakın sonuçlarını göreceğiz.
Ama şunu unutmayalım. Hep Türkiye'nin hareketsizliğinden baktığımız için dünyayı o gözlüklerle görüyoruz. Oysa dünya, son 10-20 yıldır hiç huzur yüzü görmedi. Ayaklanmalar, savaşlar, iç savaşlar, toplumsal isyanlar dünyanın ayrılmaz bir parçasıydı. Türkiye'nin bunun dışında olması bir şaşkınlık yaratıyor. Yeni gibi görünüyor. Bunlar son 20-30 yılın doğal olayları aslında. Türk insanı bunların varlığından kazanıyor artık diyebiliriz.
İsrail birinci, Mısır ikinciydi
ABD sonuna kadar Mübarek'in üstünü çizmedi. Mısır'daki isyanda ABD parmağı tartışılıyor. Ayaklanmalarda ABD'nin payı ne?
ABD'nin bir payı olduğunu sanmıyorum. Olayın yönetilmesinde doğrudan müdahaleci olduğu kuşkusuz. Mübarek ve Mısır'daki rejim, doğrudan bir Amerikan projesidir. Doğrudan emperyalizme ve siyonizme hizmet eden bir diktatörlüktü. İç içe geçmişlerdi. Rejim, Mısır'ı emperyalizm adına yönetiyordu. Dolayısıyla ABD'nin, büyük etki ve denetim mekanizmaları vardı. Amerikan yönetimi bu değişiklikten hoşnut değil. Ama onlar da, rejimler gibi artık setlerin yıkıldığını ve eskisi gibi yönetilemeyeceğini gördüler. Çok açık bir tercih mecburiyetindeydiler. Geçişi kontrol altında ve kendilerine zarar vermeyecek bir şekilde yapmak... Bunun için eski tetikçi ve kuklalarını kullanılmış mendil gibi atmakta bir beis görmediler.
Unutmamak gerekiyor ki, Mısır yıllardır İsrail'den sonra, Amerika'dan en fazla askeri ve ekonomik yardım alan ülkeydi. Bu şeref önceden Türkiye'ye aitti. Ama son 10-15 yıldır ikincilik Mısır'da. Bu muazzam bir bağ olduğunu gösteriyor. Yani ABD emperyalizmi ile Arap rejimleri arasında organik bir bağ var. Dolayısıyla Amerika'nın, Mısır'daki rejim değişikliği için halk hareketine sahip çıkıyor gibi görünmesi büyük bir çelişki ve iki yüzlülüktür. Buna inanmak aptallıktır. İnanan da yoktur. Kontrolü kaçırmadan yumuşak bir geçiş ile tamamlamak gibi planları var. Örgütlü oldukları için, isyanın kendisine değil ama rejim ve devlet aygıtına hakim oldukları için kontrolü şimdilik ellerinde tutuyor görünüyorlar. Unutmayın ki, Mübarek'in konuşmadan önce gideceğini CIA başkanı açıkladı ve gitti.
Türkiye Arapların belleğinde sabıkalı
Türkiye Mısır isyanının 8. gününe kadar sustu. Başbakan ancak Obama ile 'düzenli geçiş' konusunda anlaştıktan sonrası sessizliğini bozdu. Neden?
Türkiye'yi; bağımsız, üstelik önder bir konumda görmek yanlış. Türkiye'nin böyle bir gücü yok. Tarihsel sabıkası Arap halklarının belleğinde buna engel. Türkiye'nin kim olduğunu, emperyalizm ve siyonizm ile ilişkilerini, soğuk savaşta Arap halklarının özlemlerine nasıl yaklaştığını herkes biliyor. Arap halkı geri kalmışlıklarında, 400 yıllık Osmanlı egemenliğinin dinamiklerini de biliyor.
Türkiye, isyandan korkan gerici iktidarlar tarafından yönetildi. İstikrar, sistem üstünlüğünün sağlanması ya da halk güçlerinin bastırılması demekti. Bu Arap halkları tarafından biliniyor. Türkiye, bölgede emperyalizmin Truva atıdır. Bu çok açık bir görev. Sadece siyonist devlet ile diplomatik ilişki kuran ilk ve tek Müslüman ülke olması değil asıl mesele. Emperyalizmle bağlantısı Türkiye'yi bölgedeki ortak, siyonizmin müttefiki yapmıştır. Bazen iç, bazen Arap dünyasındaki tepkilerden dolayı bu ittifak gizli yürütülmüştür. Bazen ortak tatbikat yapacak kadar açığa çıkmıştır. Ama İsrail kurulduğundan bu yana hep vardır.
Emperyalizm Türkiye'ye şunu söyler: "Siz bu bölgeyi yönettiniz, dolayısıyla tanıyorsunuz. Ortak kültür, tarihsel geçmiş ve dininiz var. Dolayısıyla bölgede Batı çıkarlarını iyi savunabilirsiniz. Bunun için diyalog lazım. Siz çok Batı'cı, siyonizmden yana tavır alırsanız, bölgeyle diyalog imkanlarınız kalmaz. Durumumuza düşersiniz. Size de tepki duyulur. O zaman işe yaramaz."
Türkiye papağan gibi
Türkiye'nin, İsrail ile arasına koyduğu mesafe bundan kaynaklanıyor yani...
Tabi ki. Türkiye, 2. Dünya Savaşı sonrasında NATO saldırısının bir parçası oldu. Ama bu işe yaramadı. Şimdi istenen geçmiş ortaklıkları kullanarak Batı çıkarlarının pazarlanması rolünü almak. Türkiye'nin yaptığı budur. Mısır ve Tunus'taki olayları değerlendirirken önce bakıyor, onlar ne diyor. Obama, "geçişi durdurmak mümkün değil, o zaman kontrollü ve çıkarlarımız doğrultusunda olsun" dedi. Türkiye papağan gibi aynı şeyi tekrarladı. Çünkü Türkiye'nin en çok korktuğu hareket halindeki halk kitleleridir. Ve ömürleri de halk kitlelerini bastırmanın yollarını arayarak geçmiştir.
Hükümet yanlısı gazeteler Mübarek'e sadece İsrail'in destek verdiğini yazdılar...
Mübarek ve benzer rejimler hep Türkiye'ye bakıyorlar. Neydi Türkiye modeli? Batıcı olacak. IMF'ci olacak. Özelleştirmeci olacak. Batı ile iyi geçinecek. İsrail'i tanıyacak. Mübarek de hep bunları yaptı. Aynen Türkiye gibi, Amerika ve siyonizmle dost oldu. Yardım aldı, Türkiye gibi ordusunu onların yardımı ile oluşturdu. Tek eksiği, Türkiye'deki göstermelik çok partili demokrasisine geçemedi. Aradaki tek fark budur.
Arap güçleri olmasın diye böldüler
İsyan yeni bir Pan-Arabizmin doğuşu mu? Öyle ise eski Arap ulusalcılığı ile farkları ne?
Araplar sömürgeci yönetimler ve emperyalizmin doğrudan müdahalesiyle bölünmüş bir halk. Bölünmeye karşı her zaman tepki oldu. Zengin doğal kaynaklara sahip, gelişmiş bir kültürel mirasa sahip Araplar, tek bir ülke olarak tarih sahnesine çıkmış olsalardı, herhalde refah, demokrasi ve güçleri farklı olurdu. Zaten böyle olmasın diye böldüler.
Her Arap ülkesinde iktidarı ele geçirenler, ülkeleri birleştirmek yerine emperyalizm tarafından bölünmüş küçük coğrafyalarında mikro milliyetçilikler oluşturdu. Kendi aralarında çatıştılar. Ama Arapların birliği fikri, toplum belleğinde öldürülemedi. Aynı din, tarih, kültür ve dil... Bu nesnel dinamikler etkilerini sürdürüyor. Buradan nasıl bir Pan-Arabizm çıkar, tek bayrak altında buluşma görünür... Gelecek için mümkün değil. Organik ve yakın ilişkiler kuran, Arap sorunlarına duyarsız kalmayan yani halkın istediği ölçüde bir Arap dayanışması gerekir. Eğer isyanlar başarıya ulaşır ve halkçı rejimler oluşabilirse, bu kendiliğinden oluşur. Avrupa gibi ekonomik birliktelikler giderek yarı gevşek siyasi birlikteliklere dönüşür mü? Bu uzun vadeli bir mesele olarak dönüşür olarak görünüyor.
Buhar kazanı kendiliğinden patladı
Arap isyanının Kafkas 'renkli devrim'leri ya da İran ile benzerliği var mı?
Mısır'daki hareketin bu 'renkli devrimlerle' ilgisi yok. Çünkü dışarıdan bir el söz konusu değil. Bu manada özerk, bağımsız ve gerçekten yerel ama kendiliğindenci. O ayrı bir mesele. Kafkaslar'dan bir kere ayrılıyor. İran'dan da ayrılıyor, çünkü din adamlarının öncülüğü altında bir rejim modeliyle ortaya çıkmış hareket değil. Farklı bir durum söz konusu. Bu bir buhar kazanının kendiliğinden patlaması. Bir devrimin gerektirdiği örgüt, ideoloji gibi pek çok unsura sahip olmadığı için toplumsal patlama mertebesinde kalmış durumda. Bu manada politik özü zayıf. Koşullara isyan var, ama çıkış tam bilinmiyor. Amorf bir durum söz konusu. Mesele; demokrasi meselesi değil, örgütlü halk güçlerinin kendi yazgılarına sahip çıkabilmeleri, toplumsal gelişmelere müdahil olabilmeleri, katılımcı olup kendi iradelerini ortaya koyabilmeleri. Kendine özgü bir sosyal patlama, nereye gidebileceğini henüz göremiyoruz. Psikolojik kazanımları, halk özgüveninin artmasını ve bilinç sıçramasını görebiliyoruz. Şimdi çelişkili dinamikler çatışıyorlar.
İsrail ile açık işbirliği zor
Arap dünyasındaki değişimler İsrail'i pozisyonunda bir değişime zorlar mı?
Arap dünyasında siyonist devlete karşı üç tepki ortaya çıktı. Birincisi, Lübnan gibi Arap kimliğini reddedip sorunlara kayıtsız kalmak biçiminde. İkincisi Ürdün'deki gibi doğrudan işbirliği şeklinde. Üçüncü tepki ise toplumdaki isyan ve direnişe katılmak biçiminde ortaya çıktı. Filistin davasına kayıtsız kalan ya da doğrudan İsrail ile işbirliği durumunda kalanların hepsi çöktü. Enver Sedat, bir gecede Mısır'dan Sovyet askerlerini kovdu. Knesset'te bir konuşma yaptı ve barıştı. Bir set yıkılmış oldu, işbirlikçilik dönemi başladı. Gerici rejimler rahat nefes aldı. Kimileri Mısır gibi açık, ötekiler gizli işbirliği yaptılar. Şimdi bu kesinlikle değişecek. Toplumsal tepki, yeni rejimlerde etkili olduğu sürece İsrail ile açık işbirliği yeniden canlandırılamaz.
Sol sokaklara çıkamadı
Türkiye'deki sol-sosyalist hareket nasıl bir sınav verdi?
Doğrusu bütün sol'un tavrını izleyemedim. Cevap verebilecek durumda değilim. Benim izlediğim kadarıyla destek söz konusuydu bir. Bir umut ve coşkuyla karşılandı gözlemlediğim kadarıyla iki. Belki şu tarafı eksik diyebilirsiniz, sokaklara çıkamadı sol. Ama bu bir tercihten ziyade, solun içinde bulunduğu durumdan kaynaklanıyordu. Destek ve dayanışma gösterecek zemini ve gücü olmadığı için bu manada belki bir eleştiri olabilir. Ama bu da bir tercih değildi. Herhalde sol bunu yapmak isterdi. Ama koşullar malum. (Nadiye Gürbüz/ETHA)