Kaos Ve Kaotik Bir Ortam mı Yoksa Toplumsal Akıl Ve Birikimle Başka Bir Dünya Mümkünmü?

#1
KAOS VE KAOTİK BİR ORTAM MI YOKSA TOPLUMSAL AKIL VE BİRİKİMLE
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNMÜ?

Kapitalizm bu son global krizine girdikten beri, burjuvazinin bir kesimi de dahil, insanlığın önemli bir kısmı, dünyanın ya da insanlığın nereye doğru gitmekte olduğunu büyük bir merakla tartışıyor. Bir çok karamsar tezler hazırlanıyor, komplo teorileri üretiliyor, tüyler ürperten büyük felaket öngörülerinde bulunuluyor, kırımlardan katliamlardan söz ediliyor… Geleceğe yönelik olarak, iyimser belirlemelerden bulunanlar azınlıkta kalıyorlar. Ancak global kapitalizmin bu yaşanan krizden kolay çıkabileceğini savunan fazla kimse de yoktur. Tayyip Erdoğan gibi, yüksek sesle kuru gürültü yaparak çevresini inandırıp, uyutarak saltanatını sürdürmeyi düşünenlerin dışında… Kapitalizm çok ciddi bir kriz yaşıyor. Krizin ciddiyeti bizzat, kapitalizmin yapısallığından kaynaklanıyor.

Yıkılmış olan, reel sosyalizm dahil her toplumsal sistem, kendi yasalarını, iç dinamiklerini, doğum, yaşam ve ölüm hücrelerini kendileri ürettiklerine tarih çok tanıklık etmiştir. Ama, hiçbir şeyin yoktan var olamayacağı, var olan bir şeyinde yok olamayacağı, ancak başka bir şeye dönüşebileceği diyalektik yasanın dışına çıkamadığı da tarihin tanıklık ettiği bir gerçektir. Kuşkusuz her sistemde uygulanan ekonomi politikalar, sistemin ömrünü belli ölçüde uzatma ya da kısaltmaya yarayabilirler. Ama asla söz konusu sistemi sonsuz bir sisteme dönüştüremezler. Bütün toplumsal sistemler canlı organizmalardır. Her canlı organizma gibi toplumsal sistemlerde doğarlar, yaşarlar, tarihsel ve toplumsal süreçlerini doldurunca kendi sinelerinden oluşturmuş oldukları başka bir sisteme, çeşitli yöntemlerle dönüşürler. Sınıflı toplum tarihi, sınıflar mücadelesi tarihi olduğu gibi, toplumsal sistemlerin, doğup, yaşayıp, başka bir sisteme dönüşme tarihidir de.

Toplumsal sistemler tarihine materyalist bir gözle bakıldığı zaman, bir toplumsal sistemden diğerine geçiş hiçbir zaman( az ya da çok) kansız, kavgasız olmamıştır. Tarihte insanlığın yaşamış olduğu zorlu kavgaların önemli bir bölümü, toplumsal sistemlerin, doğuşu, gelişimi ve başka bir sisteme geçişi sürecinde yaşanmıştır. En çok kanlı, kavgalı sistem de kapitalizm olmuştur. Yüz yıl, otuz yıl savaşları yapmıştır, iki dünya savaşı çıkartmıştır. “Perşembe nin gelişi çarşambadan bellidir” halk deyiminde olduğu gibi, kapitalizmin gidişinin de kanlı kavgalı olacağının gelişinin kanlı kavgalı olmasından bellidir denebilir.
Kuşkusuz bu boş bir iddia ve boş bir tartışma olamaz. Ancak kapitalizm, kendi yasaları gereği, dokusal iç başkalaşımını evrimci yöntemle yaşayarak, belli sancılar da çekerek, bir sıçrama sonucu, sinesinden doğup gelişmiş olan karşıtına dönüşme seçeneği de tartışmaya değer bir seçenektir.

Bütün toplumsal sistemler, üretken, üretken oldukları kadarda doğurgandırlar. Sistemi oldukları toplumu, doyurmak, yaşatmak, yönetmek, kendi sistemini idame ettirmek için üretim, tüketim, üleşim mekanizmalarını oluşturmak zorundadırlar. Bu mekanizmalar doğal üretim, tüketim, üleşim sürecini yaşarken, karşıtların birliği kanunu gereği, ellerinde olmadan, sinesinde geleceğin sistemini de besler, büyütür geliştirirler. Kendi tarihsel, toplumsal süreçlerinin sonuna geldikleri zamanda kendi karşıtları olarak oluşturup yetiştirdikleri sisteme dönüşürler. Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. Sistem iç başkalaşım yaşadıkça, geleceğin cenini de şekillenerek, doğum gününe hazırlanır.

Global kapitalizm, üretim, tüketim ve üleşim mekanizmalarını oluşturup geliştirirken çok derin ve hızlı iç başkalaşımlar da yaşıyor. Aynı hızla sinesinde oluşturup geliştirdiği geleceğin sistemini de yetkinleştiriyor. Makine büyük ölçüde mal, meta üreterek üretimi artırıyor ama, ürettiğini tüketemiyor. Canlı emek ise, üretim sürecinin dışına atıldığı için üretim, üretici gücün üretim sürecine müdahale ve tüketim gücünü kaybediyor. O nedenle kapitalistin mal ve meta stokları büyüyor, pazarlar doluyor ama toplumun alım gücü çok zayıfladığı için üretime denk bir tüketim olamıyor. Dolaysıyla sadece kriz çıkmıyor, aynı zamanda bir daha düzelemeyecek, sistemi yıkıma götürecek kadar derin bir arz talep dengesizliği içine sürüklüyor. Bu durumda sadece canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emek konup, canlı emek belirleyici ölçüde üretim sürecinin dışına atılarak, üretim güçleri köklü değişime uğratılmış olmuyor, aynı zamanda üretim ilişkileri de farklı yönde bir değişim geçiriyor.

Kuşkusuz üretim ilişkilerinin bu boyutta bir değişim yaşaması bir sistem değişikliği yaratmıyor. Fakat çok önemli bir iç başkalaşım yaratıyor. Öyleki ne üretim güçleri yirmi otuz yıl öncenin üretim güçleri, ne üretim araçları o dönemin araçları ve ne de üretim ilişkileri o dönemin üretim ilişkileri. Kuşkusuz üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğini ifade eder, yani sistemi belirler. Üretim ilişkilerinin değişimi bu boyutta değil. Ama üretimle tüketim, artık değer üretimi ile makinenin meta üretimi, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğindeki ulaşılmış olan evrensel boyut itibariyle eski ilişkilerden çok farklı bir boyut kazanıyor.
Emperyalizm Yok Olmuyor Egemenlik Tarzı Değişiyor

Gelinmiş olunan bu boyut, emperyalizmi yok etmiyor, ortadan kaldırmıyor. Ancak sömürü tarz ve yöntemlerini değiştiriyor. Örneğin sermaye ihracı döneminde, her hangi bir emperyalist sermayeye dayanarak oluşturulmuş olan ithal ikameli bir işletme ya da montaj sanayii. Bu durumda işbirlikçi sermaye ile emperyalist sermaye arasındaki anlaşma, emperyalist sermayenin faizi, patent ve royaltı hakkı ile sınırlıydı. Sermaye ihraç eden tekel bundan ötesine karışmaz. İşbirlikçi sermayenin işçilerle pazarlığı, vereceği ücreti, sendikalaşıp sendikalaşamayacağı vb. gibi şeyler anlaşma dışı kalıyordu.

Ama taşıma harekatı döneminde, taşınan fabrika ya da işletmenin tüm yönetimi taşınan tekelin doğrudan ana merkezine bağlıdır. Fabrika ya da işleteme, in- direk değil direk olarak emperyalist merkez tarafından yönetilir.Bu durum,emperyalizmin sömürüde yöntem değişimi yaptığını, çok önemli bir iç başkalaşım yaşadığını gösteriyor, ama emperyalizmin yok olduğunu, ortadan kalktığını asla göstermiyor.Tam tersine eskiye nazaran emperyalizmin egemenliğini ve yönetim mekanizmasını daha doğrudan bir biçime büründürdüğüne işaret ediyor.
İthal ikameli dönemde,Türkiye de kurulan Fort fabrikasının , Fort tekeline ödediği patent, faiz, royaltı gibi ödeneklerin yerini, taşıma harekatı döneminde nasıl bir sistem almıştır? İş birlikçi Fort kendi fabrikasını yönetme olanağını da kaybetmiştir. Montaj Fort fabrikasını, montajcı sermaye yönetirken, taşıma harekatının Fort fabrikasını doğrudan oligarşik merkez yönetmektedir. Bu da emperyalist egemenliğin azalmadığı, ortadan kalkmadığı, tersine daha doğrudan ve egemen hale geldiğini gösterir. Mevcut işleyiş, İşbirlikçi montajcı Fort’un mu, yoksa taşımacı Fort’un mu daha çok kar ettiği gibi bir hesabı yapmayı anlamsız kılıyor.

Sanayi taşıma harekatını, sermaye ihracı dönemi ile karşılaştırmak, sermaye ihracı dönemini merkantilizm dönemi yani meta ihracı dönemi ile karşılaştırmak gibi bir şey olur. Merkantilizm döneminde, altın,gümüş, para gibi milli servet sayılan kıymetli madenler ihraç etmek yasak, sakıncalı ve “vatan ihaneti” olduğu için, meta ihraç eden emperyalizm, meta ihraç etmiş olduğu ülkelerde koloniler bu kolonilerde komprador burjuva sınıfı yaratıyordu. Meta ihracı ve merkantilizm dönemi aşılıp, sermaye ihracının yapıldığı dönemde, geri kalmış ülkelere, sermaye ihraç edildi. Bu süreçte de geri kalmış ülkelerde ithal ikameli montaj sanayileri ve işbirlikçi burjuvazi oluşturuldu. Taşıma hareketi sürecinde ise geri kalmış ülkelere ağır sanayi ikame ediliyor. Bir sanayi dalı bütün fason işletmeleri ile birlikte taşınıyor.

Bu süreçlerin her birisi kendi başına komplike bir değişim ya da başkalaşımdır. Hem emperyalist ülke, hem de geri kalmış ülke açısından nitel iç değişimler yaşanıyor. Bütün bu süreçlerde değişmeyen tek şey, sömürünün kendisidir. Meta ihracı yapan, sermaye ihracı yapan ve sanayi taşıma harekatını gerçekleştiren emperyalizmin sömürü tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. İş birlikçi burjuvazi içinde durum aynı. Emperyalist burjuvaziye sömürü tarzı değişiyor ama sömürülmesi değişmiyor. Kendi ülkesinin işçisini, emekçisini, tüketicisini sömürme tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Sömürü var oldukça kapitalizm, kapitalizm var oldukça da sömürü var olmaya devam edecektir. Sömürü devam ettiği sürece de mali oligarşi varlığını koruyacaktır. Mali oligarşinin varlık nedeni, tabir yerindeyse sömürüde ki hiyerarşik yapıyı düzenlemek ve korumaktır.

Oligarşiyi oluşturan en tepede olacak, yönetip denetleyecek, üleşimde en büyük payı o alacak. Sonrakiler yani daha alttakiler, oligarşinin koyduğu sınırlar içinde paylarına düşeni alacak ve hiçbir koşulda egemen olamayacaklardır. Oligarşi oligarklar arasında el değiştirebilir, ama işbirlikçi bir ülke ve sermayesinin mekanizmasına dönüşemez. Çünkü sermaye düzeni, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, ***** balıklarının parçalayıp yediği büyüğün küçüğe, güçlünün zayıfa hükmettiği, kıran kırana bir rekabet ve ona dayalı bir disiplin düzenidir.

Bir aile şirketinde bile hiç birisi diğerini kayırmaz, tersine onun ayağını kaydırma ve yutma fırsatı kollar. Kapitalizm böyle bir şeydir. Artık kendi başına bir kapitalizm yoktur. Kapitalizm emperyalizmdir. Emperyalizmin bittiği yerde kapitalizm de biter. Kapitalizmin sinesinden doğup, onu dönüştürüp, tarihteki yerine koymadan ve onun yerine geçen bir düzen oluşmadan ne kapitalizm ne de emperyalizm sona erebilir. Kapitalizmin sinesinden doğup,onu tarihe gömüp, onun yerine geçecek olan düzende sosyalizmdir.

Lenin, tekelcilik kapitalizmin en üst ve en son aşamasıdır demişti. Elbette bu belirleme, kapitalizmin tekelleşir tekelleşmez en üst aşamaya çıkıp, oradan da son bulacağı anlamına gelmiyordu. Tekelleşme aşamasına varınca tek tekele doğru tırmanacak ama tek tekeli yaşayamadan kendi karşıtına dönüşecekti. Bu gün dünyada bir tek tekel durumu yoktur. Dünya bankası, dünya ticaret örgütü, İMF, tek, tek ülke ve dünya borsası gibi yapılanmalar bir dünya oligarşisi oluşturmuş durumda. O nedenle bir dünya oligarşisi var. Ama söz konusu oligarşi, tek tekelden falan değil, binlerce tekelden oluşuyor ve birbirini yiyen rekabete devam ediyorlar. Mevcut duruma bakarak söyleyecek olursak, tek tekele varabileceğini gösteren tek bir veri bile orta yerde yoktur. Olacak gibi de gözükmüyor. Fakat yolun sonuna doğru yaklaştığını gösteren bir çok somut veri var.

Somut veriler: kapitalizmin evrensel boyut kazanıp, globalleşerek dünyayı doldurması, artık taşacak yer bulamaması, fakat yönettiği insan toplumunu doyurma yeteneği gösterememesi, işsizliğin toplumsal bir sorun halini alması, açlıktan ölenlerin sayısının her geçen gün artması, dünyanın eko sistemini tahrip etmesi, tahribatın her geçen gün derinleşmesi, dolaysıyla hem doğa hem de insan toplumu ile uzlaşmaz bir çelişki içine girmesi, artık değer üreten canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emeği koyarak, canlı emeği üretim sürecinin dışına iterek, üretim güçleri ile üretim ilişkilerini bir daha tamir edilemeyecek kadar temelde bozmuş olmasıdır.

Toplumsal Ortak Aklın Oluşması
İnsanlığın bu güne kadar yaşamış ve aşarak geride bırakmış olduğu bütün toplumsal sistemler, üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin derinleşmesi, çakışıp bozulması nedeniyle kendi sonuna doğru ilerledikçe, tarih bir toplumsal ortak aklın oluştuğuna da tanıklık etmiştir. Bir sonraki sistem bir öncekinin sinesinden, yeni bir üretim gücü, yeni bir üretim ilişkisi ve yeni bir ortak akılla birlikte doğmuştur. Feodalizm köleci sistemin sinesinden, feodal üretim ilişkisi ile birlikte feodal bir toplumsal akılla da doğmuştur. Köle beyinin aklının yerini derebeyi ya da feodal ağa, üretim gücü olan kölenin yeniri yeni üretim gücü olarak, marabalık alırken, köleyi satma, isterse öldürme aklın yerini; marabayı öldürememe, satmama, başka bir anlatımla daha özgür köle yapma toplumsal ortak aklı alıyor.

Toplumsal sistemler, kavgasız sancısız değişemez, başka bir sisteme dönüşemezler dedik. Ancak, sistem iç başkalaşım yaşarken, karşıtların birliği yasası gereği, bir sonraki sistemi doğal olarak kendi sinesinde üretme ve süreç içerisinde oluşan toplumsal akıl ve bilgi birikimi ile evrimsel bir dönüşümün yaşanabilirliğini de vurgulamak gerekiyor. Toplumsal akıl ve bilgi birikimi, diyalektik yasayı tümden değiştiremez, ebenin yani zorun tarihteki rolü belki değişmez, ama dozu değişebilir. Maddenin en yüksek ürünü olan aklın birikimleri, milyonlarca yılın öncesinden beri kodlanarak saklanan değerler manzumesinin bütünüdür. Düşünsel ve eylemsel tüm olayları çekip çevirenin akıl olup, böylesine milyonlarca da yılın birikim ve değerlerine sahip olması toplumsal olay ve değişimlerde kale alınması gereken bir fenomen olabileceğini düşünmek gerekir.

Önceki yıllarda da vardı ama 21.y.yıl insan yaşamında uzmanlıklar y. yılı olacak gibi. Fizik, tıp, mühendislik, hukuk vb gibi uzmanlık alanları kendi içinde de çok fazla uzmanlık dallarına ayrıldı. Örneğin eskiden bir doktor bütün hastalıklara bakarken, şimdi her hastalığın bir uzman doktoru var. Hastanın doğru uzmanına gidebilmesi için pratisyen hekimlik tıp da çok önemli bir dal haline geldi. Kapitalizm çıkarı gereği bütün bilim dallarına girip tümünü paraya tahvil ettiği için akıl süreç içerisinde toplumsal bir akıla dönüşüyor. Başka bir söylemle akıl da üretimle birlikte toplumsallaşıyor.

İnsanın bilincini sosyal yaşamının belirlemesi Marksist yaklaşım gereği, ortak toplumsal aklında mevcut üretim güçleri, üretim ilişkilerine denk bir şekilde oluşması gerekir. Üretimin dünya çapında toplumsal bir üretime dönüşmesi toplumsal aklın çapının büyümesi, birikim ve değerlerin geniş çaplı değerler düzeyine çıkmasını da sağlayacaktır. Bütün bilim dallarında çalışan entelektüel ve kollektif emek sahipleri, sanayide, tarımda, kamu alanında ve başka alanlarda çalışan herkes kapitalizm konusunda ortak akıl ve bilgi birikimine sahip oluyorlar. Söz konusu ortak akıl sadece bir ülkede oluşan ortak akıl değil, evrensel boyutlu bir ortak akala doğru gelişim gösteriyor. Çünkü bu gün bütün dünyaya egemen olan global kapitalizm, üretim ve üleşim ilişkisini sadece bir ülkenin tüketim kapasitesine denk olarak yapmıyor. Üretimi, üleşimi ve tüketim planını dünya çapında yapıyor. Üretim, tüketim ve üleşimin dünya çapında ve evrensel düzleminde yapılması; üretim güçleri, üretim araçları, üretim ilişkilerini de uluslar üstü bir boyuta yükseltiyor.

Bir bilim dalı ve uzmanlık alanları çok çeşitli kollara ayrıldıkça, bütün bilim ve üretim dallarının sıkı bir irtibata girmeleri de kaçınılmaz oluyor. Dolaysıyla üretim toplumsallaşıyor. Aynı üretim ilişkisi içinde, doğan tüketim de giderek toplumu bir tüketim toplumuna dönüştürerek tüketimi toplumsallaşıyor. İnsanı sürülükten çıkartıp, toplu yaşayan insan toplumuna dönüştüren ve bütün toplumlar sürecinde de varlığını sürdüren üretim, tüketim, üleşim fenomenlerinden sadece üleşim, toplumsal, eşit bir paylaşıma dönüşememiş olarak kalıyor. Onun da olabilmesi için, toplumsal aklın, üretim araçlarını belirleyici kesimini toplumsallaştırarak, üretim, tüketim alanlarında oluşmuş olan toplumsallığa denk bir paylaşımı da toplumsal bir konuma getirmesi gerekir.

Yeni Bir Dünya Mümkündür

Kapitalizm, Feodal üretim sistemi içinde bir nüve olarak doğdu, üretim araçları, üretim güçleri, üretim biçimi, üretim ilişkisi şeklinde, gelişti ve buna denk olarak oluşan toplumsal ortak akılla, anı bir sıçrama sonucu feodalizmi ekonomik ve siyasi olarak sona erdirdi ve kapitalizmi egemen bir sistem olarak inşa etti. O nedenle, bütün çelişkilerine rağmen yaşamaya devam ediyor. Bu yaşanan somut örnekte de görüldüğü gibi,ekonomik alt yapısız sağlıklı ve kalıcı bir sisteme dönüşecek siyasi bir üst yapı oluşamayacağı gibi, kendi düşünsel ve siyasal üst, yapısını oluşturmayan bir ekonomik alt yapı da söz konusu olamaz.

Sosyalizm, kominal toplumun bir üst yapısı olarak oluştu, kominal toplum, sınıflı topluma dönüştü, fakat sosyalizm ütopik olarak düşünsel ve belli durumlarda da lokal gelip geçici pratik girişimler olarak yaşaya geldi. Ekim Devrimi ile, evrensel boyutlu bir toplumsal sisteme dönüşme beklentileri yarattı. Ama evrensel bir boyuta çıkamadığı için yıkılıp tarihe karıştı.

Ekim devrimi bir üst yapı kurumu biçiminde, politik bir iradenin ürünü olarak doğdu. Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin sinesinden doğmadı. O nedenle, Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi. Bu yapısal oluşumundan dolayı ekonomik alt yapı üst yapıyı değil, siyasal üst yapı ekonomik alt yapıyı şekillendirdi. Düşünsel ve siyasal yapı, ekonomik alt yapının bir ürünü olarak oluşmadığı için ayakları havada kaldı, ekonomi nesnel bir zemine oturamadı. Bundan dolayı reel sosyalizm, ayağı yere basmayan, sosyalizmi el yordamıyla kuran bir sistem durumuna düştü. Ancak, “proletarya diktatörlüğü” adına kurmuş oldukları bürokratik diktatörlükle yetmiş üç yıl yaşatabildiler.

Ekim Derimi, bir Rus Bolşevik devrimidir, ama insanlığa yararlanması gereken çok büyük bir miras bırakmıştır. Özellikle de bilimsel düşünen, toplumsal olgulara bilimsel olarak yaklaşan herkes için bir hazine teşkil etmektedir. İnsanlığa bırakmış olduğu en önemli derslerden birisi, bir ülkede devrim durumunun doğması, devrim yapabilecek yetenekte bir öznel yapının bulunması durumunda, o sistem ne kadar kaotik ortamlar yaratırsa yaratsın ,kaotlar oluşturarak onları yönlendirirse yönlendirsin bir toplumsal devrimi, bir toplumsal alt üst oluşu önleyemez.

İkincisi, devrimden sonra, yeni sistem, bir öncekinin bağrından doğmuş olan ekonomik alt yapının üstüne oturtularak, siyasal yapı, ideolojik teorik üretim bu temelde yapılmazsa; oluşturulacak ekonomik düzey ne olursa olsun, oluşturulan devlet bürokrasisi ne kadar dev cüsseli olursa olsun, ne kadar güçlü silah, güçlü ordu, devasa istihbarat örgütüne sahip olursa olsun o sistemin yıkılışının önüne asla geçilemez. Ekim devrimi sonrası kurulan reel sosyalizm, Rusya’ yı yarı feodal bir toplum düzleminden atom silahına, güçlü bir bürokratik devlete, dünya çapında güçlü bir istihbarat örgütüne sahip, gelişmiş bir kapitalist ülke düzlemine yükseltmiştir. Ama o sosyalizm dedikleri ve her şeyi de adına yaptıkları sistemi yaşatamamışlardır. Ekim Devrimi ve sonrasında oluşturulmuş olan sistemin ve o sistemin yıkılışı toplum bilimine bu önemli katkıları yapmıştır.

Geleceğin sosyalizmi, geçmişteki reel sosyalizmin geldiği gibi gelmeyeceği için yöntemi de argümanları da reel sosyalizminki gibi olmayabilir. Ekonomi politiği ile kapitalizmin sinesinden doğacak, kuruluşuna da, sistemleşmesine de sadece üst yapı kurumu olan politika,ideoloji değil, alt yapı kurumu olan ekonominin yasaları yön ve şekil verebilir. Bilimsel veriler, sosyalizmin, kapitalizmin bağrında bir nüve halinde oluşacağı, süreç içinde gelişerek, ekonomik alt yapısına denk bir ideolojik, teorik, politik, örgütsel üst yapısını şekillendireceği, nitel bir sıçramadan yani devrimden sonra, global kapitalizmin ona yani sosyalizme dönüşeceğine işaret ediyor.

Eğer sosyalizm doğacaksa böylesi bir anneden doğacaktır. Ancak bu gelişme sürecinin bir kaos ortamına sürüklenmeyeceği, burjuvazinin bir süre kaos ortamını katotlarla yönetmeyeceği anlamına gelmez. Sistemlerin yıkımları beraberlerinden çok çeşitli kaos ortamları da getirebilirler. Ama 21. y. yıl insanı, kaosların üstesinden gelebilecek bilgi ve yetenek birikimine sahip gibi. O nedenle daha makul bir sürede ve daha usturuplu yöntemlerle geçiş yapma olanaklarının yakalanması ve başka bir dünyanın yaratılabilmesi de mümkündür.

Teslim TÖRE
 
#2
KAOS VE KAOTİK BİR ORTAM MI YOKSA TOPLUMSAL AKIL VE BİRİKİMLE
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNMÜ?
Sayın teslim töre.. geleceğe ilişkin sorulu-yanıtlı.., bir öngörüde bulunmuş ben bunun içeriğinden ilerleyeceğim..
Geleceğe ilişkin ne olabileceği noktasında öngörüde bulunurken.. öncelikle içinde bulunan koşullarla ilgili tespitlerin yapılması gerekir..

Soru.., kaos ve kaotik bir ortam mı? diye sorulduğundan.., şu aşamada kaos olmadığını ve gelecekte bu ortamın kaosa dönebileceğini de söylemiş oluruz..
Ve ek olarak da.., toplumsal akıl ve birikimle başka bir dünya da olanaklı diyorsak.. bu günkü ortamın ve olası kaotik ortamın da.., alternatifinin var olduğunu söylemiş oluruz..
Ben.. yine öncelikle şunu sormak isterim..
1- var olan ortam kendi iradesi içinde sistematik mi ilerliyor..?? yoksa.., var olan sistemsel iradelerin dışındaki ana etkenlerin(tarihsel materyalizmin nesnel ilerlemesi olan üretici güçlerin diyalektik ilerlemesi) etkisinde mi ilerliyor..???
2- gelecekteki dönüşümü yine iradelerin tercihi doğrultusunda mı?? Yoksa.., irade dışı tarihsel materyalist üretici güçlerin nesnel gelişim etkenlikleri temelinde mi olacaktır..
Yada çok daha başka analiz ve açıklamalarla yanıt verilebilinir..mi??

Eğer.., sorulan.., soru sonucu ortada iki ayrı alternatif varsa.., bunun içeriğinde de irade vardır..
hayır irade olması şart değil.. ve buradaki irade farklı içeriklidir deniliyorsa ve bu anlamda da.., var olan Marksist temellere göre..,
“geçmişe bakıldığında.., kapitalizme gelen tarihsel süreç iradelerin değil.., üretici güçlerin ilerleme kanunlarına göre oluşmuştur.. ve bu anlamda üretici güçler ile var olan üretim ilişkileri arasındaki çelişki zorunlu olarak tarihsel misyon sahibi iradenin işlevsel anlamda önünü açmıştır..” demek zorundayız…
Ve yine.., geleceğe ilişkin olarak da.., geleceği hangi iradelerin belirleyeceği ve bu anlamda da üretici güçlerin gelişkinlik seviyesini ve üretim ilişkileri ile çelişkilerini ele almak zorundayız……,
Sanırım bunlar yapıldı ve karar da verildi.., gelecek sosyalizmdir!!
İşte burada şu soru ortaya çıkıyor..
Bırakalım geleceği yaşadığımız anda bile bunun hiçbir emaresi görünmüyor..!!
En azından ben doğduğumdan beri ve resmi olarak da.., 1905 den ve somut! Olarak da 1917 den beri.., sosyalizmin koşullarının olduğu söylenmektedir.. yani..; üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki antagonizma koşulları vardır.. olmayan bunu dönüştürecek olan iradedir..
Bu sözlere pek itirazım yok.. ama içeriğindeki bazı şeylere de var..

Bu irade..; şimdiye kadar yani kapitalizmin “olgunlaşmasına kadar işlevsizdi de ne oldu da işlevsel hale geldi.. ??
Yanıt aşağıda..,!!
“Üretici güçlerin geldiği aşama ile bu koşullar oluştu…”
Elbette bu yanıt bazıları için yeterli olabilir ama gerek başkaları gerek ise yaşamsal ortam için yeterli yanıt değildir..
Yanıttaki tek elle tutulur sunu..; kapitalizmin varlığına kadar bu olanaksızdı.. söylemidir.. en azından bu noktada olan bir şey yok diye ispat sayılabilinir..
Ama .., asıl olarak neden kapitalizm aşaması ve işleyişi gerekli idi sorusuna da yanıt gereklidir.. olmayışına birisi de 17 ekimi örnek verebilir.. sonucu ortada çünkü..
Neden bu noktalara değindim ve uzattım..

Sayın teslim töre'nin.., Marksist temellerde olaya bakarken öngörülerini sunması ise bunların dışında bir yöntem iledir..
Bütün toplumsal sistemler, üretken, üretken oldukları kadarda doğurgandırlar. Sistemi oldukları toplumu, doyurmak, yaşatmak, yönetmek, kendi sistemini idame ettirmek için üretim, tüketim, üleşim mekanizmalarını oluşturmak zorundadırlar. Bu mekanizmalar doğal üretim, tüketim, üleşim sürecini yaşarken, karşıtların birliği kanunu gereği, ellerinde olmadan, sinesinde geleceğin sistemini de besler, büyütür geliştirirler. Kendi tarihsel, toplumsal süreçlerinin sonuna geldikleri zamanda kendi karşıtları olarak oluşturup yetiştirdikleri sisteme dönüşürler. Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. Sistem iç başkalaşım yaşadıkça, geleceğin cenini de şekillenerek, doğum gününe hazırlanır.

Toplumsal Ortak Aklın Oluşması
İnsanlığın bu güne kadar yaşamış ve aşarak geride bırakmış olduğu bütün toplumsal sistemler, üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin derinleşmesi, çakışıp bozulması nedeniyle kendi sonuna doğru ilerledikçe, tarih bir toplumsal ortak aklın oluştuğuna da tanıklık etmiştir. Bir sonraki sistem bir öncekinin sinesinden, yeni bir üretim gücü, yeni bir üretim ilişkisi ve yeni bir ortak akılla birlikte doğmuştur. Feodalizm köleci sistemin sinesinden, feodal üretim ilişkisi ile birlikte feodal bir toplumsal akılla da doğmuştur. Köle beyinin aklının yerini derebeyi ya da feodal ağa, üretim gücü olan kölenin yeniri yeni üretim gücü olarak, marabalık alırken, köleyi satma, isterse öldürme aklın yerini; marabayı öldürememe, satmama, başka bir anlatımla daha özgür köle yapma toplumsal ortak aklı alıyor.
Bu ve benzeri anlatımlarına bakıldığında.., Marksist bakışa sahip olduğu da görülmektedir..
Kapitalizmin anası hangi sistemdir sorusuna vereceği yanıt bunu açıklar..

Marksist olmayan görüş..; komünal-yaşam ile başlayan insan toplumu tarihinin yıkılıp, sınıflı-sermaye sistemine dönüştüğünü söyler.. ve başlangıcından gelinen bu aşamasına kadar olan süreci de niteliksel olarak bir bütünlükte görür.. aşamalarını da.., sistemin nüve-ergenlik-olgunluk dönemleri olarak tasnifleyebilir.. ama her birini ayrı sistemler olarak görmez.. ve tek dönüşümünde.., yine ilk kaybedilen yerde olan komünal-yaşam olduğunu söyler ve bunun da her aşamada olanaklı olduğunu belirtir..
Sayın töre ise.., kapitalizmin de bir anası olduğunu söyleyerek Marksist tarihsel materyalist temelde duruşu olduğunu göstermektedir..

Bu anlamda da.. soruyorum..
Global kapitalizm, üretim, tüketim ve üleşim mekanizmalarını oluşturup geliştirirken çok derin ve hızlı iç başkalaşımlar da yaşıyor. Aynı hızla sinesinde oluşturup geliştirdiği geleceğin sistemini de yetkinleştiriyor.
Sanırım burada altı çizili yerde bahsettiği sosyalizm olsa gerek..
Bu anlamda yazıya devam edeceğim..

Makine büyük ölçüde mal, meta üreterek üretimi artırıyor ama, ürettiğini tüketemiyor. Canlı emek ise, üretim sürecinin dışına atıldığı için üretim, üretici gücün üretim sürecine müdahale ve tüketim gücünü kaybediyor. O nedenle kapitalistin mal ve meta stokları büyüyor, pazarlar doluyor ama toplumun alım gücü çok zayıfladığı için üretime denk bir tüketim olamıyor. Dolaysıyla sadece kriz çıkmıyor, aynı zamanda bir daha düzelemeyecek, sistemi yıkıma götürecek kadar derin bir arz talep dengesizliği içine sürüklüyor.

Bu durumda sadece canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emek konup, canlı emek belirleyici ölçüde üretim sürecinin dışına atılarak, üretim güçleri köklü değişime uğratılmış olmuyor, aynı zamanda üretim ilişkileri de farklı yönde bir değişim geçiriyor.
Yine altı çizili olan yerlere bakıldığında.., marksist tarihsel materyalizmin öngördüğü koşulların olgunlaştığından bahsediliyor.. hatta kapitalizmin bu süreci iyice olgunlaştırdığını da vurgulamış oluyor.. sanıyorum.. ama olmayabilir de..,

Kuşkusuz üretim ilişkilerinin bu boyutta bir değişim yaşaması bir sistem değişikliği yaratmıyor. Fakat çok önemli bir iç başkalaşım yaratıyor.
Öyleki ne üretim güçleri yirmi otuz yıl öncenin üretim güçleri, ne üretim araçları o dönemin araçları ve ne de üretim ilişkileri o dönemin üretim ilişkileri. Kuşkusuz üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğini ifade eder, yani sistemi belirler. Üretim ilişkilerinin değişimi bu boyutta değil. Ama üretimle tüketim, artık değer üretimi ile makinenin meta üretimi, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğindeki ulaşılmış olan evrensel boyut itibariyle eski ilişkilerden çok farklı bir boyut kazanıyor.

Emperyalizm Yok Olmuyor Egemenlik Tarzı Değişiyor

Bence.., Son cümle üzerinde durmak gerekecek..,
Sayın töre bu bölümde tekelleşmeyi ve mali-sermayenin egemenliğini anlatıyor ve lenin’in kapitalizmin en üst aşaması emperyalizm önermesinin eksikliğini vurguluyor.. (bknz. 13. parağraf ve buradaki anlatımlara katılıyorum..) ve bu anlamda da son cümlesi netleşiyor..
Emperyalizm Yok Olmuyor Egemenlik Tarzı Değişiyor
…….. emperyalizmin sömürü tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. İş birlikçi burjuvazi içinde durum aynı. Emperyalist burjuvaziye sömürü tarzı değişiyor ama sömürülmesi değişmiyor. Kendi ülkesinin işçisini, emekçisini, tüketicisini sömürme tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Sömürü var oldukça kapitalizm, kapitalizm var oldukça da sömürü var olmaya devam edecektir. Sömürü devam ettiği sürece de mali oligarşi varlığını koruyacaktır. Mali oligarşinin varlık nedeni, tabir yerindeyse sömürüde ki hiyerarşik yapıyı düzenlemek ve korumaktır.
Bu cümle ile beraber anlatım da netleşiyor.. kapitalist sistemi ifade eden üretim ilişkileri değişmiyor.. “başkalaşıyor”.. yani (özel-mülkiyet) Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. Buraya itirazım çok başka nedenlerledir..
Sayın töre.., üretim ilişkilerini özel-mülkiyet ile sabitleştirmiştir.. büyük oranda doğrudur.. ve bu anlamda da.., kapitalizmin özel-mülkiyet dışında tüm ilişkilerinin nitelik değiştirdiğini vurgulamakla da.., sanki bir başka özel-mülkiyetçi sistem başlayacak demek mi?! İstiyor..
Alttaki anlatımlarını baz alırsam böyle algılamakla yanlış yapmadığımı sanıyorum..
Toplumsal Ortak Aklın Oluşması
İnsanlığın bu güne kadar yaşamış ve aşarak geride bırakmış olduğu bütün toplumsal sistemler, üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin derinleşmesi, çakışıp bozulması nedeniyle kendi sonuna doğru ilerledikçe, tarih bir toplumsal ortak aklın oluştuğuna da tanıklık etmiştir. Bir sonraki sistem bir öncekinin sinesinden, yeni bir üretim gücü, yeni bir üretim ilişkisi ve yeni bir ortak akılla birlikte doğmuştur. Feodalizm köleci sistemin sinesinden, feodal üretim ilişkisi ile birlikte feodal bir toplumsal akılla da doğmuştur. Köle beyinin aklının yerini derebeyi ya da feodal ağa, üretim gücü olan kölenin yeniri yeni üretim gücü olarak, marabalık alırken, köleyi satma, isterse öldürme aklın yerini; marabayı öldürememe, satmama, başka bir anlatımla daha özgür köle yapma toplumsal ortak aklı alıyor.

Eğer geçmiş tarihe bu temellerde bakıyorsak!..; sayın törenin anlatımlarından da bu çıkmaktadır.. değil ise.. teorik olarak temeline aldığı bazı tezleri sorgulamak zorundadır.. yada son anlatımlarını sorgulamalıdır.. köleci sistem dediği sistem de.., özel-mülkiyetçi idi .., fodal dediği ve kapitalist dediği de..,
ve bir dönüşüm var ise.. bu da.., özel-mülkiyet(üretim ilişkileri) dışındaki tüm işleyişlerdeki niteliksel değişmelerle olmamışmıydı..
Çünkü..; emperyalizmin sömürü tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. İş birlikçi burjuvazi içinde durum aynı. Emperyalist burjuvaziye sömürü tarzı değişiyor ama sömürülmesi değişmiyor. Kendi ülkesinin işçisini, emekçisini, tüketicisini sömürme tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Sömürü var oldukça kapitalizm, kapitalizm var oldukça da sömürü var olmaya devam edecektir. Sömürü devam ettiği sürece de mali oligarşi varlığını koruyacaktır. Mali oligarşinin varlık nedeni, tabir yerindeyse sömürüde ki hiyerarşik yapıyı düzenlemek ve korumaktır.
Bu sözleri.., aynı zamanda kapitalizmden başka bir özel-mülkiyetçi sistemin gelmeyeceğini anlatıyor.. ve çelişki burada doğuyor..
Buradaki önemli çelişik duruşu ve teorik zeminleri anlatmaya çalıştım.. çünkü sayın töre..,
1- kapitalizmin yerine bir başka özel-mülkiyetçi sistem gelecek demiyor.. buna eminim.. anlatımlarından bunu çıkarmak olası olsa da kendisinin bunu demediğini biliyorum.. bu görüngü.., teorik zemin karmaşasından kaynaklanıyor..
2- sayın töre.., aslında sosyalizm öngörüyor.., ama nasıl bir sosyalizm ve buraya nasıl yönelinmeli sorularına yanıt arıyor diye düşünüyorum..

Yeni Bir Dünya Mümkündür

Kapitalizm, Feodal üretim sistemi içinde bir nüve olarak doğdu, üretim araçları, üretim güçleri, üretim biçimi, üretim ilişkisi şeklinde, gelişti ve buna denk olarak oluşan toplumsal ortak akılla, anı bir sıçrama sonucu feodalizmi ekonomik ve siyasi olarak sona erdirdi ve kapitalizmi egemen bir sistem olarak inşa etti. O nedenle, bütün çelişkilerine rağmen yaşamaya devam ediyor
Bu yaşanan somut örnekte de görüldüğü gibi,ekonomik alt yapısız sağlıklı ve kalıcı bir sisteme dönüşecek siyasi bir üst yapı oluşamayacağı gibi, kendi düşünsel ve siyasal üst, yapısını oluşturmayan bir ekonomik alt yapı da söz konusu olamaz.
Bu örneklemeyi dikkatle irdeledim.. sayın töre.., sistemleri birbirinin içinden doğduğunu ve bu anlamda da ekonomik altyapısı oluşmadan bunun gerçekleşemeyeceğini vurguluyor.. yani.., Marksist tezlere burada sadık kalıyor..
Ama.., bir şeyi de anımsatmak isterim.. bu örneklediği sistemler! Ve dönüşümleri süreçleri içinde değişmeyen tek şey özel mülkiyet.. yani kendi değimi ile.., . Kuşkusuz üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğini ifade eder, yani sistemi belirler.
Hal böyle ise.., temel özellik özel-mülkiyet yani sermaye oluyor.. ve tüm olan biten de(köleci den feodale buradan kapitalizme süreci) sistemi belirleyen özel-mülkiyetin yani sermayenin işleyiş değişimlerinden başkası değildir.
Ve.., değil ise.., özel-mülkiyetin karşıtı olan.., mülkiyetsizlik sistemi olan.., sosyalizm.., nasıl böyle bir “ana”dan doğabilir.. ve kendisine uygun ekonomik alt-yapıyı burada nasıl bulabilir..
Aynı rahimden ve dölden doğanların genetik özellikleri aynıdır.. özel-mülkiyetçi “sistem” biçimleri bu anlamda da aynıdır.. çünkü aynı “ana”dan doğmuşlardır.. ama sosyalizmin anasının başka olması bir yana.. genetik yapısı da çok başkadır.. diye biliyorum.. biri diğerini yok etmeden var olamaz ki.. biri diğerinin içinden doğsun.. burada içinden doğma yoktur.. bir el koyma başlangıcı vardır ve sonrada bu el koymanın gelişip, tüm yopluma ve evrene yayılması.. adına neden özel-mülkiyet diyoruz ki??
Üretici ve geliştirici mülkiyet dememiz ve de eklememiz gerekir..
“Sosyalizmi doğuracak mülkiyet”!!!???

Alttaki alıntıyı analiz ederek devam edeceğim..
Sosyalizm, kominal toplumun bir üst yapısı olarak oluştu, kominal toplum, sınıflı topluma dönüştü, fakat sosyalizm ütopik olarak düşünsel ve belli durumlarda da lokal gelip geçici pratik girişimler olarak yaşaya geldi. Ekim Devrimi ile, evrensel boyutlu bir toplumsal sisteme dönüşme beklentileri yarattı. Ama evrensel bir boyuta çıkamadığı için yıkılıp tarihe karıştı.
Buradaki anlatımlara büyük oranda katılıyorum.. ama.., sorularım olacaktır..
1- komünal toplumu sosyalizm olarak görüyorsanız.. sınıflı topluma nasıl ve neden dönüştü açıklarmısınız..?? yani tarihsel materyalizmin nesnel ilerlemesi olan üretici güçlerin zorunlu yaşanacak aşaması olduğundan mı?? Ve.., bu anlamda özel-mülkiyetçi sistemin-lerin gelmesi tarihsel bir zorunluluk, yaşanılması kader bir şeymiydi..
2- yine anlatımlardan algıladığıma göre..; ekim devrimine kadar olan çabaları sosyalizm çabaları olarak mı görüyorsunuz yoksa marksın vurguladığı gibi.., tarihin henüz evet demediği sonuçsuz işlevler mi?
Ve ekim devriminin sürekliliğinin olmamasını Ama evrensel bir boyuta çıkamadığı için yıkılıp tarihe karıştı. Demekle.., tek ülkede sosyalizmin olanaksızlığını ve devrimin dışa taşırılması gerektiğini mi anlatmak istiyorsunuz..
3- eğer anlatmak istediğiniz bu ise..; evrensel boyuta çıkma sizce neler olabilir..?? örneğin.., sscb nin.., 2. savaş sonrası yayılmasını bu anlamda görebilirmiyiz..??


Ekim devrimi bir üst yapı kurumu biçiminde, politik bir iradenin ürünü olarak doğdu. Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin sinesinden doğmadı. O nedenle, Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi.
Diyorsunuz..,
1- sosyalizm.., kapitalizmin bağrında nasıl gelişebilir..??
2- Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin
İse.., kapitalizm aşaması yaşanmadan insanlık.., sosyalizm olarak bir şey yapamaz anlamı çıkmıyor mu..
3- kapitalizm.., sosyalizmin nasıl ekonomik alt-yapısı olabilir..?? kapitalizmin ana nüvesi sermaye ve bu anlamda özel-mülkiyet hukukudur.. bu olmadan sosyalizm olmuyor ise.., ilk-el komünal yapıya sosyalizm demeniz çelişki değilmidir..

Sonuç olarak.. hoş görünüze sığınarak.., anlatımlarınız.. Marksizm ile marksizmi aşmak arasında bir yerlerde dolaşıyor diye iddia edeceğim.. ve bu durumun size özel olmadığını tüm sosyalizm düşünselliklerinin yaşadığı bir açmaz olduğunu da vurgulayacağım..
yaşamı sorgulama biçiminize ve içtenliğinize ve de size saygı duyuyorum.. bu yüzden yazabildim.. sosyalizm düşünleri noktasında ciddi anlamda teorik sorgulama ve arayışların yaşanması gerektiğine de inanıyorum.. sizin de bu noktada yaklaşım olarak ön açıcı olduğunuzu ve kalıpçı olmadığınızı da düşünüyorum..
bu anlamda.., dilimde ve üslubumda amacı aşan durumlar olmuş ise şimdiden özür dilerim.. ve düzeltmeye hazırım..

Sevgi ve saygılarımla
 
Son düzenleme:
#3
kim diyebilir ki, teslim töre, devrimci olanı ve mazlum halkın isyanını umut olmaktan çıkarıp, yerine evrimi koymak için yola çıktı. borga diyemezdi. teaşko ile özdeşleşmiş adı güzel, kendi güzel, yaşarken efsane olmuş bir yiğit.

bir yanda hayat, o hayatın içinde çırpınan debelenen mazlum halklar, o mazlumların bağırlarında yaşattığı, halkın umudu/yüzakı öncü yiğitler, o yiğitlerin ellerinde rehber gibi tuttukları marksizm-leninizm ve kurtuluş yolunda onca emek, feda, usulca karışırken toprağa ve boy verirken yeniden yeniden hiç bitmek bilmeyen yeniden doğuşlar, yenilgilerin kaybedilmişlerin acısı vurur herkesden önce, öne çıkmış olanı, önde olanı.

hayır, teslim töre, vakti zamanında, alnı alnına, 1917 ekiminin şafağında ve dahi hemen ardında bu iş yanlış, üretici güçlerin gelişmesi henüz tamamladan olmaz olamaz diyen II. enternasyonalci kerkenezlerden değildir.

onca yenilginin yanmış ciğerlerinden biridir ve maalesef elindeki rehberinde bir yanı devrime bakarken bir yanı evrime bakandır.

onca hayat, marksizmin içindeki determine yenilmiştir. ona yenildiği için, tarihsel bir gerekirciliğe kendini kaptırdığı için ve samimi olarak doğrusunun bu olduğunu düşünür hale geldiği için, zamansız devrimlere hayıflanıp, zamanın da bir türlü söylenen sonuçları yaratmadığını yani, üretici güçlerin gereği gibi gelişmediğini düşmanın durum değiştirdiğini, esasın yani sömürünün baki kaldığını ama canlı emek dediği proleterin bizzatihi kendisinin atıllaştırıldığını sürecin belirleyicisi olmakdan uzaklaştırıldığını dünya gözüyle yani hayatın içinde gördüğü için, zoru ve zorun rolünü yadsımadan, evrimi de bu zorun bir türü olarak ele alıyor ve bunun sonucu olarak, yani borganın yaptığı kaba analizin mantıki sonuçlarına çekilmiş bir hali olarak şunu ileri sürebiliyor:

Toplumsal sistemler, kavgasız sancısız değişemez, başka bir sisteme dönüşemezler dedik. Ancak, sistem iç başkalaşım yaşarken, karşıtların birliği yasası gereği, bir sonraki sistemi doğal olarak kendi sinesinde üretme ve süreç içerisinde oluşan toplumsal akıl ve bilgi birikimi ile evrimsel bir dönüşümün yaşanabilirliğini de vurgulamak gerekiyor.


borga tahminlere bel bağlamaz. mevzulara tahminler üzerinden kafa da yormaz, buna rağmen, bir tahmin hüviyetinde ele alınması kuvvetle muhtemel olduğu halde, söylemekden imtina etmeyecek:

ne teslim töre, ne de onun yanıbaşındaki diğer yiğitler, marksizme vakıf olup, ondan sonra bu kavgaya girdiler. öncü ve örgütlü bir isyandı onların ki.

hayat ta borgaya gösterdi ki, kim marksizme eni konu vakıf oluyor, işte ondaki isyancı karakter hızla yokoluyor. çünki marksizmdeki, 11.tez ve o tezin toplumsal değişim, toplumsal devrim, toplumsal dönüşüm - hangisini söylerseniz söyleyin - için gereklidir deyip ele aldığı tüm ilişkiler ve bu değişimi gerçekleştireceğini söylediği, mazlum halkın, proletaryanın içindeki modern sanayi proletaryası olarak tesbit ettiği toplumsal dinamik bu işi başa çıkarabilecek güçte değildir. olmadı. değil. olmayacak.

iş değişimi gerçekleştirecek dinamiğin hatalı tesbitiyle sınırlı değil, dönüşümün içinde zoru da barındıran üretim ilişkileri diye ele aldığı tüm ilişkiler ve sonuçlandırmalar, küllen hatalıdır yanlıştır. marksizm, kendi içinde tutarlı ama hayatla asla örtüşmeyen metodik bir ideolojidir. hiç bir temel görüşünün mazlum hayatında bir karşılığı yoktur. marksizm, genel olarak insanlığın kaybettiği yerden ve ona itiraz ederek yola çıkan bir ideoloji değildir.

böyle olduğu için yani, hep insanlığa karşı olan egemen ve zalim olanın içinden çözüm öngördüğü için de, çözüm diye ileri sürdüğü bir çok şey, egemene payanda üretmiştir.

maksizm insan ve mazlum ruhunu tanımaz. verili koşulların karşısında inadın ve rağmen yaşamanın ne olduğunu bilmez. çok aradı borga, bir sayfaya, bir paragrafa denk gelse ordan tutacak, yok, bulamadı, cahilliğinden değil, yok olduğundan bulamadı.

bir devrimci, elindeki rehberi hele de bunca saldırı varken kolay kolay bırakmaz. ama marksizme vakıf olan her devrimci, borganın da teslim törenin de yaşadığı trajediyi yaşar. ya, devrimciliği yani, ihtilalciliği tercih edeceksin, yada marksizmi. bu nettir.

devrimci burda bocalar. leninizmdeki marksizme sarılır bir zaman. ama leninizmde toplumsal değişimin, dönüşümün yasaları yoktur. leninin tüm yazılarını icik cicik edin, bu konuda marksizmde var olanın üstüne bişey koymamış. dahası hiçe saymış. iç dinamiği ile yerleşmemiş bir kapitalizmin karşısına proleter devrimi koymuş. biz ne dert yaşamışsak onlar da yaşamış. kır proletaryasına kır proleteri derken, zaman içinde mevzuya vakıf oldukça, topraksız ve kırda yaşayan proleterleri de köylü olarak görmeye başlamış. leninizm de marksizme vakıf oldukça, modern sanayi proletaryacısı olmaya başlamış.

akıl neden dur demiş. neden mantıki sonuçlarına götürmemiş, bu konuda neden marksı engelsi kautskyi martovu akselrodu dinlememiş de, proletaryaya kapitalizmi tamamlama görevi vermiş bu bilinmiyor. bu görevlendirme marksizmin omurgasının reddidir.

bu omurgayı red mi ediyor yoksa varlığından haberi mi yoktu, bu da bilinmiyor. kafayı kurtuluşa taktın mı bi kere kolay iflah olmazsın. marksizme rağmen marksizmi böyle yendi leninist bolşevikler.

teslim töre marksizmi sonuçlarıyla beraber kavramış bir devrimci. yazılarından çıkan bir sonuçtur bu. olmayışı iflası ilan edemiyor. zaten bu kolay değildir.

aynı sonuçlara ulaşan başkaları da var. borga onların çok azıyla ilgilidir. teslim töre de faklı olan bir şey var. tersinden de olsa lazım olan bu. o şey ki, bu başlık altında açılan bu konuya, borganın yazmasına sebeptir. yoksa vardığı sonuçlar esas itibarı ile de, talisiyle de bir teslimiyettir.

emperyalizm teslim töreye göre ilahi ve ilelebet var olacak bir şey olmadığı gibi, tabii bir hadise de değildir. yokolası bir insanlık durumudur. ve başka türlü bir hayat da mümkündür.

hal böyleyken, emperyalizm insanın doğasında olan olağan bir sonuç yada ara sonuç olmadığına ve dahi, işlerini de herşeyi önceden ayarlamış bir ilah aracıyla yada sayesinde yürütmediğine göre, kendi kıçını kurtarmak için bir irade koymuştur.

marksizmin ve materyalist bir çok ideolojik anlayışın ortak noktası, kavramları ve dahi izmleri yükseltip, abartarak söylenecek olursa ilahi bir mutlakiyet haline getirirken, o kavramların kapsamlarını ve o izmlerin istlerini yok saymaya dönük bir eğilim içindedirler.

emperyalist olmadan emperyalizm olmaz. bu emperyalizmi oluşturan her ne ise illaki bir insan topluluğuna denk gelir. içinde insanlar vardır. bu insanların da karar verebilmek gibi bir özelliği vardır. marksizmde karar kavramı yoktur. olmayınca doğru karar veren yanlış karar veren bir burjuva topluluğu da olmuyor.

bu konu çetrefillidir. kestirme gerekiyor. emperyalistlerin de iradeleri vardır. kendilerini koruma kollama cihetinden çabaları ve fiilleri de vardır. emperyalizm, kapitalizmin bir sonucu değildir. evvelinde de vardı. biz de vardık. komünizm, kapitalizm ortaya çıktığı için ve onun içinden üreyen bişey değildir.

marksizm, gün olmuş marksistlerin oluşmasına yolaçmıştır.halbu ki, marks şahsen, marksizm ismine karşı çıkmıştır. bu mütevazilik olsun diye değil, inceleyen bilir, marksistler olarak yani doğrudan doğruya kendileri olarak kendi önlerine sosyal bir işlev koymazlar böylesi bir fiil üstlenmezler. gel görki gün olmuş marksistler diye bir insan topluluğu oluşmuştur. marks ve engels bunu dahi öngörmediler. o topluluğun nelere kadir olabileceğini ise hiç bilemediler. o topluluk öncülüğünde dünya topraklarının beşte üçü kendine marksistim diyen komünist partilerin eline geçti. marksizm saf/ari marksistler kabul etmese de kimi yerde gerillalaştı che oldu, kimi yerde halk savaşçısı oldu, mao oldu. kimi yerde dünya egemenliğine marks engels zamanından beri isyan edip direnmiş olan vietnamda mesela ho amca oldu.

hayır teslim töre, sen de doğru yapmıştın. kapitalizmin içinden çıkan bir sonuç olarak sosyalizm iddiası büyük bir hatadır. insanın kendini reddinden insan çıkmaz. devrimciler de, verili koşulların olağan sonuçları olarak var olmuş değillerdir. hele ki komünist ihtilalci, nesnel koşulların bir sonucu asla değildir, normal aklın içinden yada sonucu olarak var değildir. yani normatif değildir bu kabul edilebilir ama, sürdüreyim, aklı da verili diye sunulan ve aynı zamanda egemen olanın koşullarından ve dahi sonuçlarından azadedir. anormaldir.

aklın normalisazyonu, komünizmin reddine varır. ya da kapitalizmin içinden çıkacak bişey zannettirir. o nedenle marksizm gündelik bir komünist hayatın insanlık tarihinden günümüze gelen ve sürdürülen yanını göremez, komün hayatının tarifini dahi başaramaz.

o rehber, gün ışığındaki rehberdir. biz ise, karanlık mahzenlerde kaybettik. o nedenle aradığımız yer ile mahzenle zından arasında allegori vardır. ama biz seçiyoruz, ama onlar, ama kader.
 
#4
Borga arkadaş, devrimcilik ve isyan ruhuyla Marksist bilinci karşı karşıya koymanız gerçekten ilginç (farklı bir bakış açısı sunmak anlamında ilginç), eğer yazınızdan yanlış anlamadıysam marksizme vakıf oldukça devrimci tavrın ya da isyancı tavrın körleştiğini ifade ediyorsunuz. Evrim sürecinin yani devrim için gereken olgunlaşma sürecinin farkına varmak devrimcileri pasifizme itiyor mu demek istiyorsunuz?
 
#5
bruno arkadaş,

teslim töre nin açmış olduğu bu başlık altında, yazmış bulunduğu yazıya dair iki yazı daha ekleyeceğim. bununla beraber, sorduğun soruya cevaben ekleyeceğim iki konunun birini erkene almış olayım. başlıktan sapmamaya çalışarak, soruna cevap da vermiş olayım.

yazı yazma konusunda bir şahsi kusurumu da beyan edeyim. iki türlü yazabiliyorum. biri sadece kendi alışmışlığımın olduğu devrimcilere dönük ve izaha kalkışmayan her hangi bir açıklama türü de - örnekleme gibi - içermeyen direkt bu budur tarzıdır. diğeri ise, hayali şahıslara, kendimce en ayrıntılı izahata dönük ve içinde bu budurun gerekçelerini, örneklemelerini de içeren bir yazma türü.

maalesef ikisi de bu forum ortamlarına uymuyor. ben de şu hasta ve yatağa bağlı halimi bu forumlar aracılığıyla sui-istimal edip orta sıklet yazı denemelerine vakit ayırıyorum.

bu anlamıyla doyurucu cevaplar ve/veya sunumlar yapma konusunda bu tip yazılarda yetersizim. ben, teslim ağabeyin buraya bu kadarıyla yazdığı şekilde bir konuyu koymak bakımından yetersizim. sana vereceğim cevabı bu nedenle bu budur şeklinde yazayım, teslim ağabeyin yazısına uygun düşen yerlerinde de kısmi izahata girmiş olayım.

borgaya göre, marksizm devrimci bir ideoloji değildir. marksizmde, evrim süreci ve devrim süreci diye bir ayrım yoktur. tam idafeyle, marksda ve engelsde yoktur. borga, maksizmi, marks ve engels üzerinden ele alır. devamcılarını marksizmin oluşumuna katkı koyanlar olarak ele almaz.

leninizm ise, marksizme bulaşık fakat devrimci bir ideolojidir. borga leninist bolşeviklerle blanquist komünistlere meftundur. devrimin yolunu onlar üzerinden temellendirir. leninizmdeki, marksizmin yıkanması gerektiğini ileri sürer.


burdan itibaren, teslim ağabeyin yazını da ele alarak devam edeceğim:

Kendi tarihsel, toplumsal süreçlerinin sonuna geldikleri zamanda kendi karşıtları olarak oluşturup yetiştirdikleri sisteme dönüşürler. Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. Sistem iç başkalaşım yaşadıkça, geleceğin cenini de şekillenerek, doğum gününe hazırlanır.

bu marksistlerin alışkın oldukları bir tanımlama gibi görünse de, yaptığım bu kısa alıntının içinde bir sıkıntı var. bir dışına çıkma yada ilave derdi içinde teslim ağabey. ve ben buna kendimce bir kıymet biçiyorum.
Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. bu cümle, analize alındığında, bir yasa/kanun var, aynı zamanda tabii bir kanun, bir de sosyolojik durum var. yani toplumlar tarihi. bu toplumlar tarihi de doğal bir gelişim içindedir. bu doğallık kendi içinde bir tabiat daha içeriyor.

cümle sıkıntılı. yazan ise, bu işlere vakıf bir devrimci. dolayısıyla burda hata var deyip geçilmemeli. bu sıkıntıya mim koyuyorum.

burada bir zan var. marksizm kaynaklı. yoksa hayata bakarak hiç bir devrimci sistem içinden doğal olarak üreyecek ve günü geldiğinde sancılı da olsa doğacak başka bir sistem iddia edemez. insanlık doğal bir şekilde, kunlama yoluyla sistemler üretmedi. bu gidişat tabii bir gidişatsa, kim ki gider ananın garnını yumruklar işte o zaman, başlar birileri erken doğum istiyor bunlar, bu cehalettir bu çılgınlıktır diye anneyi korumacılığa.

komünistler örgütlü isyanla kurtuluş uğruna savaşa girmiş, metodik marks engels, bildiğiniz teraneyi okumakla kalmıyor bi de bu isyana engel olmaya çalışıyor. sonra da şöyle diyorlar :


Ben bir eylem anlayışının bütününden bahsettim elbette evi basılmış bir devrimci teslim olmayacak,
Direnecek o anlamda en onurlu duruşu sergilemiş bostancı eylemcisi,
Bu anlayış mahir çayan'ın kitlelere dışarıdan bilinç verme eylem taktiği değil midir ?
Bu taktiğin lenin tarafından mahkum edildiğinide biliyoruz bizler


marksın evi basılmış ve çatışmış bi tane bile arkadaşı yoldaşı yok. marksa göre orhan yılmazkaya bir çılgın, engelse göre ise bir tedhişçi yani terörist.

ama onurlu bir çılgın, onurlu bir terörist.

kautskye göre mahir çayan blanquist tedhişçinin önde gideni. onun gibiler için, II. enternasyonal bakımından, engelsin emri derhal yerine getirilmeli.

lenine gelince iş değişir. lenin, genel grev genel ayaklanmacılık dediği ve yani kollarını kavuşturup bekleme taktiği diye ilave ettiği II. enternasyonalci tavrı ve anlayışı mahkum etmiştir.

borga alıntıyı yanlış yapmış olabilir, itirazı olan varsa, tarihteki söylendiği şekliyle de tekrar yazılır. zul gelmez borgaya. söyleyen utanmadıktan sonra, nakleden mi utanacak.

teslim ağabey, borgaya göre problem şudur :

anti-tez süreci tek bir süreç olsa da bu zamansallığın tekliğindendir. bu süreçte iki ayrı yol vardır. marksizm tarihe bakarken bu yolun sadece anayoldan sapmış olanına göz gezdirmiştir. ana yolu ya bilmiyor ya görmüyor yada bilmezden geliyor. vebali onların boynuna.

zamanla sapaktan giden haramiler, ana yolu da ele geçirdiler. şer silahlı, insanlıksa tedbirsizdi. yenildi. mazlumların tarihi bunlarla doludur.

ilk komünün yani tez toplumunun parça parça komünlerinin zor tutundukları doğal ortamlarından büyümeye, birleşmeye doğru adım atabilir hale geldiği an, anti-tez anıdır. bu da tam da söylediğin gibi, tezat görünse de, onların yani tez toplumunun doğallığının tabiatında vardır. borga buna, komün mazlumun ev halidir de der.

o anti-tez bugün mazlumların şahsında insanlığın anti-tez sürecidir. halbuki ikinci yol, bir sapmadır. getirip o sapmayı kapitalizmin özgülünde insanlığın anti-tez süreci diye mazluma ve dahi öncüsüne yutturmaya çalışan marks ve engelstir. bunu niye yaptıklarını kendileri bilir.

beton da sulanır ama betona buğda ekmez ekmiyor mazlumlar teslim ağabey. ordan hasat ummak nasıl bir diyalektik maddeciliktir. kapitalizmin içinden değil, dışından arayacağız çareyi. ve bu manada marksizm bize çok şey kaybettirdi. nerdeyse dış dediğim bitiyor.

mazlum çürüyor. dua edelim ki, bu topraklarda, mazlum, kendi anti-tezini dayatıyor. bu kavgayı kaybedersek, yıkımının etkisi, sovyetlerin yıkımından beter olur.

bu na da mim koyuyorum. kim ki, kürt özgürlük hareketine katılmıyor, o devrimciler, stalinin deyimiyle, hangi halkanın kavranması gerektiğini bilmiyor.

biliyorlarsa ...
o zaman da veballeri onların boynuna.
 
#6

borgaya göre, marksizm devrimci bir ideoloji değildir. marksizmde, evrim süreci ve devrim süreci diye bir ayrım yoktur. tam idafeyle, marksda ve engelsde yoktur. borga, maksizmi, marks ve engels üzerinden ele alır. devamcılarını marksizmin oluşumuna katkı koyanlar olarak ele almaz.

leninizm ise, marksizme bulaşık fakat devrimci bir ideolojidir. borga leninist bolşeviklerle blanquist komünistlere meftundur. devrimin yolunu onlar üzerinden temellendirir. leninizmdeki, marksizmin yıkanması gerektiğini ileri sürer.

Borga arkadaş, yazdıklarınızı daha iyi anladım, Teslim Töre'nin yazısından biraz farklı bir alana kayabiliriz ama Marksizmi algılama şeklinizi eleştirmek isterim. Bence Marksizmi yalnızca Marks ve Engels'in kendi dönemleri için yaptıkları bazı güncel değerlendirmeler, kendi yaşadıkları döneme özgü söylemler üzerinden değerlendirmek Marksizmi yanlış anlamaya götürür.

Sizin muhtemelen çok iyi bildiğiniz bir kaç şeyi tekrar edeyim; takdir edersiniz ki Marks ve Engels Marksizmin iskeletini ortaya koymuştur, ortaya koydukları bu iskelet de her dönem ve tüm zamanlar için bir analizi içermez. Kabaca, Marks'ın Marksizm diye ortaya koyduğu şey diyalektik yaklaşım ve Materyalist yorumlamadır ve bir de bu metodolojinin çeşitli disiplinlere (tarih,toplum, bilim vs) nasıl uygulanabileceğidir. Dolayısıyla başta Lenin olmak üzere birileri sonradan bunun üzerine -yani iskeleti bozmayacak şekilde, özü koruyacak şekilde- kendi dönemlerine özgü birşeyler koymuştur. Buna rağmen siz Leninizmi Marksizmden ayırıyor, Marksizmi -Leninizmin tersine- devrimci olmayan bir noktaya yerleştiriyorsunuz.

Mahir Çayan bana göre bu toprakların gördüğü en büyük devrimcidir, fakat 1850 li yıllarda Mahir Çayan'ın ya da Orhan Yılmazkaya'nın ortaya koyduğu savaş stratejisi ne kadar doğru olurdu. Bu stratejiler (öncü savaşı, pass, suni denge'nin kırılması gibi ) günümüzde devrimci yaklaşımlardır fakat Marks'ın kendi yaşadığı dönemde bu stratejileri görüp analizini yapmasını beklemek yersizdir, dolayısıyla Marksizmi bundan dolayı "devrimci değildir" diye nitelemek de yersizdir. Engels o dönemlerdeki çartistleri eleştiriyordu, makina-kıranlar Engels'den daha mı devrimciydi? Makina da kırmak gerekebilir ama zamanı geldiğinde.

Marks ve Engels blanqui'ye saygıda kusur etmemişler, birbirlerini düşman da görmemişler fakat iyi niyetine rağmen onun izlediği yolun (tepeden inme bir grup devrimci) zafere ulaştıramayacağını düşünmüşlerdir. Nitekim 1871'de haklı çıkmışlardır.

Marks ve Engels'in kendi dönemlerine özgü değerlendirmelerinden yola çıkarak ve o dönemin konjonktüründen soyutlayarak (daha kapitalizmin doğru dürüst oluşmadığı bir dönemden bahsediyoruz) Marksizmi devrimci olmayan bir noktaya koymak Marksizmin özüne haksızlık yapmak olur.
 
#7
Tartışmaları geç görebildiğim için ancak şimdi katılıyorum. Bagışlayın
Sayın Borga' nın yaklaşımı ile başlayalım
Sayın Borga Marksın devrimci olmadığını, pasifizm olduğunu hangi tarihsel verilerden çıkarttığını doğrusu anlayamadım. Marks hem o dönemin entellektüel birikim ve değerlerine, Materyalizme, diyalektiğe teorik düzlamda somut devrimci katkılar yapmıştır. Hegel diyalektiğin babasıdır. Marksın da hocasıdır. Ama Hegel baskılara direnemeyerek, sonsuzluktan ve bilinemezlikten söz ederk tanrının varlığını ima eden bir tutum içine girmiştir. Marks bu yaklaşımın bilimsel olmadığını, diyalektiği baş aşağı yaptığını iddia ederek, gereken bilimsel açıklamaları yaparak "ayaklarının üstüne" durdurmuştur. (hepsini burda yazamam) O dönemin bilim insanları dünyayı analiz ederken Marks Analiz yetmez "dünyayı değiştirmek gerekir" diyerek, o dünemin bilmini devrimcileştirmiştir. Aynı katkıyı teorik olarak Materyalizme de yapmıştır. Yaşamı itibariyle de doğduğu ülkede bile yaşatılmamış, sürgünde ölmesi sağlanmıştır. Çocuklarını yeterince besleyemediği için bir çocuğu zaaf geçirerek ölmüştür. Yane yoksulluktan ölmüştür. Paris komününe bizzat katılarak devrimci savaşta yerini almıştır. Blankistleri eleştirmesine, devrimi zaman ve zemin itibariyle yanlış bir zamanda başlatmalarını yanlış bulmasına rağmen, ayaklanma başlar başlamaz eyleme katılmış sonuna kadarda mücadele etmiştir. Paris komününün savaşçılarını "göğe hükmeden kahramanlar" olarak nitelemiştir.
Burjuvazi Marks'ı Almanyadan kovmakla kalmamış, Fransada kalmasına da izin vermemişlerdir. Nerde ise yer yüzünde yaşamasını bile istememişlerdir.
Bizler onun bu devrimci, direngen, devrimci inadından ısrar eden devrimci kişilik ve yaşamını kendimize örnek alarak mücadele ettik.
Bence sayın Borga, Marksın mücadele hayatını ve üretmiş olduğu düşünsel birikiminin nitelik düzeyini bir daha incelemeli.
Saygılarımla
 
#8
Sayın borga ,

Tüm anlatımlardan ve daha önce anlatımlar çerçevesinde Rus devrimi yenilgisini ; 70 yıl gittiğini söylenen sosyalizm bir anda nasıl yok olmuş yada ancak tortularını bırakmıştır. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Sanırım bunu tek revizyonistlerin sonradan egemen oluşuyla açıklamak sizce yeterlimidir. Öyle ki , bu sistemin temel yapısını kuran devrim yapan insanlar ve o partiydi.

Not olarak şunu eklemek isterim.Bilinen toplumsal nitelikli kurumlar öyle kısa zamanda dönşüme giremezler. Yani devrim yapan partinin kısa dönemde revizyonist olma olasılığı azdır. Hele bunu bolşevik parti düzleminde düşünürsek sanırım daha azdır. Evet uzun dönem de buna katılıyorum ama o uzun dönemde de alt yapı düzenin yani sitemin alt yapısı bu arada bu parti tarafından kotarıldığı göz önüne getirmemiz gerekecektir.

Soruyu tekrarlamakta faydalı görüyorum ve sizin bunu nasıl açıkladığınızı merak ediyorum.
Rus devrimi neden yenildi?
 
Son düzenleme:
#9
borga, sözlerin dobra dobra... marks'ın değil lenin'in devrimci olduğu fikrinde gerçeklik payı var. çünkü marks eninde sonunda içinde yaşadığı modern sanayi toplumunun, dünyayı silindir gibi dümdüz edip kendi kanunlarını, ürünlerini serpen kapitalizmin çocuğu. onun gelişmelerini, meyvelerini görmüş ve yaşamış. ondan yararlanmayı bile kişisel yaşantısında düşünmüş. oysa lenin...

lenin kapitalizme ve her türlü sömürü toplumuna bitmez tükenmez bir kin ve uzlaşmaz karşıtlık taşıyan birisi. iktidar iktidar diye günde 25 saat düşünen müthiş bir beyin. marks'ın sistemi üzerine bir iki tuğla anca koyabilmiş bu beyin. ama karşıtlarıyla giriştiği müthiş polemikler, iktidara yönelik olağanüstü manevralar, mantık ustalığı tartışılmaz metinler; işte lenin bu.

marks kapitalizmin bilimsel ve mükemmel bir analizini yapmış. geleceğin toplumuna şöyle bir işaret etmiş. belli belirsiz bırakmış onu. gelecek kuşaklar daha net tanımlasın demiş. ama olmamış. gelen kuşaklar onu marks'da gördükleri ölçüsünde tanımlamaya kalkmışlar; çuvallamışlar.

marks gün gelmiş kapitalizmin borsasında oynamış. gün gelmiş engels'in sonsuz sevecenliği ve asaletiyle ettiği yardımları suistimal etmiş. parlak bir beyin, haşarı bir çocuk, mükemmel bir kafa, mükemmel bir yürek, yumruklarıyla paris komünü savaşçısı, gözleriyle bir çocuk...

fakirlikten ve sefaletten, bir çok çocuğunu kaybetmenin acısını yaşamış marks. kapitalizmden yeterince nefret etmesine neden olamamış bu durum. kapitalizmin "geliştirici" yanlarını sanki biraz övmüş.

lenin, genç yaşında, çara suikastten abisinin idamını yaşamış. burjuvazinin kaypaklığını görmüş. nefretini bileyerek burdan bir devrim anaforu çıkarmayı bilmiş.

lenin, iktidarı aldıktan sonra ise, tipik bir iktidar sahibi gibi davranmış ve sanki sonraki yılları biraz sönük gibi. sanki lenin bir tek, namluya sürülmüş bir mermi gibi. hedefe vardıktan sonraki yaptıkları çok sıradan. onca bolşevik kadro, sadece stalin değil lenin döneminde de tasfiye ediliyor ve sovyetlerin devrimci enerjisi ve coşkusu, lenin döneminden itibaren sönmeye bırakılıyor, mecbur ediliyor.

lenin daha pratisyen, marks daha teorisyen. teori mi daha devrimci, pratik mi?..
 
#10
Sayın Suat
Tartışmaya önemli katkılar yapığınızı düşünüyorum. Ama üç konuya değinmeyi gekeli görüyorum.
Birisi, kapitalizmin iç başkalaşım sorunu ikincisi, devrime analık eden faktör diğeri ise, "marksizmi aşma" sorunu.
Önce takınmış olduğunuz sorumlu ve saygı değer üslubunuzdan dolayı sizi kutlamak isiyorum. O nedenle de "şimdiden özür dilerim" sözcükleri sadece nezaketinizi ve saygınlığınızı ifade ediyor. Bunu belirttikten sonra konuya girebilirim.
Söz konusu yazıda belirtilen" iç başkalaşım " kapitalizmin yaşamış olduğu, rekabetçi, tekelce ve global gibi evreleridir. Hepsi de kapitalizm içi değişimlerdir. Dolaysıyla da kapitalizmin içinde olan ve orda kalan değişimlerdir.

Sosyalizme analık sorununa gelince: bir üretimin toplumsallaşması, iki, kooperatif fabrikalar(bu Marksın da tespitidir) üç, hisseli ortaklık şirketleri ya da fabrikaları, dört yine Marks'ın tespiti olorak, hisseli sermayenin, üretimde olduğu gibi sermayenin de bir toplumsallaşma sürecine girmesi, artık değerin toplumsallaşması, üretim güçlerinin ( kollaktif ve entellektüel emek) üretim süreci içinde toplumsal bir bileşen haline gelmesi vb. gibi olgular. Üst yapı da ise, örgütlenme, ideolojik olarak yetkinleşme, ortak toplumsal aklın oluşumu, bu aklın tüm ezilen halkların aklı ile bütünleşmesi. Bütün bunlar kapitalist sistem içinde oluşuyor ve bunların hepsi de geleceğin sisteminin yani sosyalizmin kapitalizmin sinesinden doğması olayıdır. Bütün toplumsallaşmalar, toplumsal ilerlemenin alt yapısını oluştururlar. Toplumsal ilerlemenin muharrik gücü olan bütün fenomenler gelecek toplumun mimarlarıdırlar. Kapitalizmin sinesinden doğma olayı verisel olarak böyledir. Ama bu henüz bir nüvedir sosyalizmin kendisi değildir. Sosyalizmin kendisi olabilmesi için o anadan çıkıp, onun sistemini aşıp, kendisinin bir sistem haline gelmesi gerekir. Bu da ancak bir toplumsal devrimle mümkündür.

"Marksizmin aşılması" asla söz konusu olamaz. Marksizm aşılmaz, aşılamaz. Benzetmek uygunsa, Marksizm, kilometre taşı değil bir mihenk taşıdır. Kilometre taşı olsaydı aşılırdı. Ama o kilometre taşı değil mihenk taşı olduğu için aşılmaz, yapmış olduğun değerlendirmeleri o mihenk taşına vurarak doğrumu yanlışmı olduğunu anlayabilirsin. Ama aşamazsın. Ancak, her doğan yeni şartların sağlıklı ve doğru bir şekilde tahlili yapılarak, marksizme katkı sağlanabilir. Örneğin nasılki atom çekirdeği parçalandı diye fizik bilmi aşılmadı ona katkı yapıldı ise Marksizme de bir şeyler katmakla marksizm aşılamaz, sadece katkı yapılmış olunur. Çünkü marksizm bir dogma, bir kalıp değildir. Marksizm, her hangi bir tarihsel olay ya da olgunun tanımı da değildir. Marksizm doğan her yeni olguyu parçalara bölerek olgunun iç dünyasını netçe gören, o olguyu tekrar birleştirerek sentezleyen bu yöntemle olgunun somutluğunu netleştiren bilimsel bir metottur. Bu bilimsel yöntem, doğada var olan her şeyi algılama, anlama, geçmişini öğrenme, geleceği konusunda ön görüde bulunma, nitel ve nicel boyutunu ölçme yöntemidir. Bu yöntemi aşmak, somut olayların, somut tahlilini yapma yeteneğini kaybetmek demektir. Ancak tarihsel olgular aşılabilir, ya da sistemler aşılabilir. Bilimsel yöntemler aşılamaz. Onlara sadece katkı yapılabilir. Fizik bilmine şimdiye kadar bir çok fizik bilimcisi çok önemli katkılar yaptı. Ama hiç bir bilim insanı ben fizik bilmini aştım demedi. Çünkü her katkı yapan fizikçi, o fizik bilmine dayanarak yeni teorik ve somut katkılar yapıyor. Bu durumda onu aşmak mümkün olurmu?
Bence sadece Marksizm bilmi değil hiç bir bilimsel metot aşılamaz. Katkı yapılarak zenginleştirilir. Olguları irdeleyen bir marksist birde marksist olmayan metot vardır. Marksist olmayan metot zaten marksizm dışıdır. Ama marksizm içi olan tüm olguları değerlendirme metottları gücünü marksizmden alır. Gücünü marksezmden alan bir olgu nasıl marksizmi aşabilir? Bir kişi, yöntem, yaklaşım ya marksist ya da değildir. Eğer marksistse marksizm içi bir kişi, yöntem, yaklaşım vb. dir. Marksizm dışı bir şeyin marksizmi aşması söz konusu olamaz, ama marksizm içi bir şeyin de marksizmi aşması mümkün değildir. Çünkü onun bütün birikiminin anası marksizmdir. Ana faktörü aşılamaz. Meta-fizik bir şeyin fiziği aşması nasıl söz konusu olamaz sa bir fizikçinin de fizik bilmini aşması olası değildir. Bir meta- fizikçinin "ben fiziği aştam" demesi ne kadar komikse bir fizik bilimcisinin " ben fiziği aştım" demesi de o kadar komik olur.

Bu güne kadar devrim yapan hiç bir devrim lideri "marksizmi aştığını" söylememiştir. Lenin başka bir devrimin, Mao başka bir devrimin, Dimitrof ve diğerleri başka bir devrimi, birikim ve deneyimlerini toplumsal devrim ve toplumsal ilerleme sürecine katmışlardır. Bütün bunlar bu gün tarihe karışmış olsalar bile, marksisit materyalizmin birer deneyimi olarak, iyisi ve yanlışı ile bilgi dağarcığımızdaki yerlerini almışlardır. Yanlışıyla da doğrusuyla da bize ait birikim ve değerlerdir. Bizim adımıza yapıldığı için, Polpot bile bu birikime, marksizm adına işlenmiş kocaman bir suç olarak dahildir. Hiç kimsenin tarih yargıçlığı yapma yetkisi yoktur. Tarih sadece diyalektik tarihsel materyalizmin sellektöründen geçirilir. Doğrular üstte kalır yanlışlar dibe düşer. Doğruları değerlendiririz yanlışlardan mutlaka ders çıkartırız. Çıkartırız ki ileriki süreçte daha az hata yapalım.
Saygılarımla
 
#11
sayın teslim töre..

Söz konusu yazıda belirtilen" iç başkalaşım " kapitalizmin yaşamış olduğu, rekabetçi, tekelce ve global gibi evreleridir. Hepsi de kapitalizm içi değişimlerdir. Dolaysıyla da kapitalizmin içinde olan ve orda kalan değişimlerdir.
bir "şeyi" analiz ederken.. gelişim süreçlerini.., evrelere ayırmak yolu ile tasniflemeye karşı değilim.. bu anlamda da.., kapitalizmin iç evreleri tanımınıza katılıyorum.. ama marksın da belirtiği bazı tanımların içeriğine katılmıyorum.. yine kapitalizmi ayrı bir sistem olarak ele almaya da katılmadığımdan.., bu sıralanan iç evreleri de bir sistemin iç başkalaşım evreleri olarak görmüyorum..

bana göre.., kapitalizm..; özel-mülkiyetçi sermaye sisteminin gelmiş olduğu bir evresidir.. yani..; kapitalizm.., özel-mülkiyetçi-sermaye sisteminin başkalaşmış bir iç evresi olabilir.. bu anlamda da bir evrenin gelişim süreci olarak iç evre tasnifi yapılabilinir.. başkalaşım süreci olarak yapılamaz..

marksın.., bilinen.., serbest rekabetçi ve tekelleşme ayrımına gelince..;
1- öncelikle nelerin .., hangi alandaki rekabetleri diye sormak gerekir..
örneğin..; bir dokuma fabrikasının bir başka dokuma fabrikası ile olan pazar rekabeti mi..? bu şimdide var.., tüm dokuma sanayisi tekel olarak var değildir.. her kartelin.., her alana yayılmış işletmeleri vardır.. bence buna uluslararası olma demek gerekirdi..
yani önceleri kendine dar anlamda bir ulusal pazar oluşturma yani bir ulus-devlet ile kendi pazar sınırlarını yaratma denebilir.. bu ulusal pazar içinde başından beri tekeller vardı.. ilk tekelleşme bu ulusal pazar içinde yaşandı.. ama marks buna değinmiştir.. lenin ise uluslararası oluşmasına.., ve buna da emperyalizm demiştir.. oysa.., hilderfing emperyalizm derken mali-sermayenin egemenliğinden bahseder..
marksın serbest rekabet dediği budur.. yani ulusal pazar içindeki ilk rekabet.., yoksa ulusal pazarların korunma amacı ile gümrük duvarları vardı.. hatta ilk global pazar ve duvar anlayışını.., napolyon continental(kıta avrupası) tezi ile başlatmıştır.. amacı.., ingilterenin gelişmiş sanayisinin avrupaya sızmasını engellemek ve avrupa pazarına fransız sanayisinin ve mali-sermayesinin egemen olması amaçlanmıştır.. savaşlar bu yüzden yaşanmıştır.. ingiltere-prusya ittifakı bu yüzdendir..

2- bu ulusal pazarlar konusu sanayi-ticaret sermayesinin işidir.. mali-sermaye için sınır yoktur.. para her sınırı geçer.. para gelen hiç bir yere sınır konulmamıştır.. bu anlamda.., mali-sermayenin bir kesimi bu ulusal pazar işleyişlerinde sülük gibidir. sanayi-ticaret yatırımlarına hatta devlete borç ile "ortak" olur.. ama iç rekabete karışmaz.. mali-sermaye rekabetin dışındadır.. her iki rakibe para yatırır.. bu anlamda.., devletlere de aynı yaklaşır..
3- mali-sermayenin gelişim aşamaları ile sanayi-ticaret sermayesinin ortaya çıkış ve gelişim aşamaları işleyişleri vs. çok farklıdır.. bağlantılı ama farklıdır..
mali-sermaye ve ticaret-sermayesi tarihseldir.. ticaret .., mali-sermaye geliştikçe içinden çıkılan bir işlevsel alandır.. bu anlamda ticaret-sermayesi ilk ayrışandır.. yani sermaye kesimi içindeki ilk iş-bölümü.., el koyma-talan ile ticaret sermayesi ayrışmasıdır.. daha sonra.., gelişen(birikim yapan(ki bu birikim para-altın olacaktır) ticaret-sermayesi içinden bir kesim mali-güç-sermaye olarak ayrışmıştır..
4- 1500 lü yıllara gelindikçe.., "zor"a dayalı sermayeyi temsil eden aristokrasi-kilise ile yürüyen bu ticaret-mali sermayesi ve mali sermaye.. artık işlevsel özelliğini kaybeden.., ve giderek asalaklaşan aristokrasi ve kilise "zor"-sermayesi ile iktidarı paylaşmak istememektedir.. ticaret yollarının ve yeni pazarların "keşfi" ile üretimin artırılması zorunluluğu da buna eklenmiştir.. yani.., aristokrasi egemenliğinde yapılan serf işlek üretiminin değişmesi gerekmektedir.. manüfaktürler.., ticaret sermayesi ile mali sermayenin desteğinde gelişmiştir.. kentlere yığılan zanatkarların bir alanda(bina-manüfaktür) toplanması ve bunlara ham-yarı mamül madde temini ve üretimlerin ayarlanması.., elbette ticaret-mali sermayelerinin işidir.. serflerden sanayi-burjuvazisi çıkmamıştır ticaret burjuvazisinin bir kısmı bu işlere eğilmiştir.. yada bizzat mali-sermaye desteği ile bu işlekler kurulmuştur.. almanya ve ingilterede bu işe aristokratlarda eğilmiştir.. bu yüzden protestanlık buralarda yaygındır..
sadece sanayisel gelişim gibi dar alanda bakmaz isek..;

1- 1600(vestpalya-(1200)mağna carta) ve 1800 ler arasında ulusal pazarlar yani ulus-devletler sürecidir..
2- 1800 1900lerin ilk çeyreği.., ulus-devletlerin gelişimi ve kapitalizmin sistemsel işleyiş anlamında.., yayılması amacı ile.., klasik imparatorlukların dağıtılması süreçleridir.. aynı zamanda.., ulusal pazar tekellerinden uluslararası pazar tekellerine sıçrama aşaması ve çatışmalarıdır.. rekabet serbestliği ise bu anlamda da bu aşama da vardır.. (bknz. abd nin çin için söylediği "open door" tezi)
bu süreçlerde ise.., mali-sermaye tamamen ayrışmıştır.. kendi kulvarında yürümüştür.. ilk sistemli tekelleşme ve küreselleşmeyi başaran sermayedir..
sanayi ve ticaret sermayesi ise.., mali-sermayenin üstte küresel belirlediği pazar mali insiyatifi altında.., kendi aralarında uluslararası tekelleşmeleri yaratmışlardır.. küresel pazar çatışmaları olarak adlandırılan 2. savaş bu anlamdadır.. 1. savaş bunu içerse de aslında kapitalist işleyişin yayılma işlevinden dolayı var olan klasik imparatorlukların parçalanması işlevidir.. haliyle parçalara kimler el koyacak çatışmasını da içerir.. bu rtekabet.., serbest veya çatışmalı ve ya pazar sınırlamaları ile birlikte gelişir.. ama bu işleyiş 1800 ler de de aynıdır..
3- 1900lerin ilk çeyreğinde ortaya çıkan sscb. süreci örselemiştir.. 1918-20 ve 1923-30 aralalıklarına geçiş ve kapitalizmin duraklama dönemi diyebilirim.. yani.., sscb varlığı ve uluslaşmaların yarattığı ulusal kurtuluşların işleyişlerini dengeleme-ayarlama ve sisteme göre düzenleme.. diyebilirim..

4- 1930-1950 aralarında hem var olan sscb ve ulusal kurtuluş işlevselliklerinin yeniden düzenlenmesi hem de sanayi-ticaret tekellerinin pazar paylaşım kavgası içiçe yürümüştür.. bu aşamalarda mali-sermaye.., başat devletler içindeki iktidar yerleşikliğini ve küresel etki alanlarını pekiştirmek ile meşguldü.. yani küreselleşme denilen şey.., mali-sermayenin küreselleşmesi yani.., küresel iktidar süreci olarak .. bu saydığım gelişmelerin "dışındadır".. bağlantılı ama ayrıdır..
5- 1950 sonrasında.. ortaya çıkan iki sistemli(kutuplu olarak da abd-sscb) dünya düzeni süreci başlamıştır.. aslında bu bir ataktır.. mali-sermayenin küresel egemenliği sürecinde dünyanın yeniden düzenlenmesinin cidi-komplike ve sistemli atak konseptleridir..
6- 1990 lara gelindiğinde tüm "düzensizlikler"(dengesizliklerin denge durumu).., çözülme aşamasına gelmiştir..
yaşananlar ise budur..

kısaca..,
ben bu anlamda gerek "sistemsel" ayrımlara ve gerek ise.., bu sistemsel ayrımların iç başkalaşım evre ayrımlarına katılmıyorum..
rekabetçi denilen işlev..; özel-mülkiyetçi-sermaye sisteminin başından beri vardır.. site devletleri ve egemenlik ve ticaret çatışmaları anlaşmaları vs.. fenikeliler bu "işlerin" barışcıl yanı ise.., asur-atina-sparta-pers-roma savaşçı yanıdır.. tekel ise.., pers-roma- vs. gibi imparatorlukların oluşturduğu bileşkelerdir..
tarihin her aşaması kendi görüş mesafesi içersinde bir globalizm taşır.. pers-roma-iskender. islam.., osmanlı vs. imparatorluklar.., kendilerince golbalizmdir.. ticaret-mali sermayeleri ise.., bunların içinde yürüyen-yayılan asalak sülüklerdir parazitlerdir.. üstlerinde var olan.., "zor"a dayalı sermaye güçlerini.., önce modern ulus-devletler yaratımı ile ve sanayi sermayesi ve alt toplum katmanları eli ile silkelemişlerdir.. sonrada.., bu üç sermaye gücü içinden mali-sermaye sıyrılıp.., kendi egemenliğinin sistemsel işleyişini yaratmıştır.. şimdi işin siyasal yanı oluşturulmaktadır.. düzenlenmektedir..
artık.., sanayi-ve ticaret sermayeleri alt sermaye güçleri konumundadır.. yani.., küresel konfederasyonun.. vasal sermaye güçleridir..
bence..,
....................
Sosyalizme analık sorununa gelince: bir üretimin toplumsallaşması, iki, kooperatif fabrikalar(bu Marksın da tespitidir) üç, hisseli ortaklık şirketleri ya da fabrikaları, dört yine Marks'ın tespiti olorak, hisseli sermayenin, üretimde olduğu gibi sermayenin de bir toplumsallaşma sürecine girmesi, artık değerin toplumsallaşması, üretim güçlerinin ( kollaktif ve entellektüel emek) üretim süreci içinde toplumsal bir bileşen haline gelmesi vb. gibi olgular. Üst yapı da ise, örgütlenme, ideolojik olarak yetkinleşme, ortak toplumsal aklın oluşumu, bu aklın tüm ezilen halkların aklı ile bütünleşmesi. Bütün bunlar kapitalist sistem içinde oluşuyor ve bunların hepsi de geleceğin sisteminin yani sosyalizmin kapitalizmin sinesinden doğması olayıdır.
1- üretimin toplumsallaşması olarak sunduğunuz şey.., üretimin sadece ve sadece pazar için yapılması anlamında.., toplumsal yapının.., gerekli tüketim ve gereksinim işleyişi dışına çıkarılması olayıdır.. örneğin..; bir ilin şeker gereksinimi dışında ne şeker üretilir ne de satış için getirilirdi.. şimdi ise.., gereksinim anlamında.., reel tüketimin bir kaç katı var ediliyor.. üretim nasıl toplumsallaşıyor?? sanırım.., işleklerin geniş fabrika seri üretimi olması anlamında ise.., tersine teknoloji ile üretim alanındaki insan gereksinimi giderek azalmaktadır.. bu anlamda ilginç iş alanları doğmaktadır..
2- kooperatif fabrikalar(bu Marksın da tespitidir) belirli dönemlerde bunlar yaşanmıştır.. hatta kobi denilen işlekler de vardı ama bunlar dönemsel işlevlikler amacı ile olmuş ve şimdi kaldırılmıştır.. (yada demek istediğinizi ben tam anlayamadım..)
3-üç, hisseli ortaklık şirketleri ya da fabrikaları, dört yine Marks'ın tespiti olorak, hisseli sermayenin, üretimde olduğu gibi sermayenin de bir toplumsallaşma sürecine girmesi, artık değerin toplumsallaşması, üretim güçlerinin ( kollaktif ve entellektüel emek) üretim süreci içinde toplumsal bir bileşen haline gelmesi vb. gibi olgular.
sanırım buna en iyi örnek.., hisse senedi ve borsa işleyişi olabilir.. ama bilmediğin bir üretime.., elinle dokunamadığın bir varlığa kağıt üzerinde hatta bilgisayar üzerinde "ortak" oluyorsun.. sanırım.. basılı somut paradan çok fazla hayali rakamsal bir para dünyada mevcut..
bence.., tüm bunlar toplumsallaşma değil.., yaşamın atomize edilmesidir.. toplumsal tüm aidiyetlikler parçalanıyor.. aile gibi dar bir yapı bile parçalanıyor.. birey kendine.., kendi yaşam sürecine bile "yabancılaşıyor" ki nasıl toplumsallaşsın..,

bence.., toplumsallaşma .., komünal yaşam ile başladı ve özel-mülkiyetçi sistem ile eritilmeye başlandı.. bu başlangıç ile kapitalizm dediğimiz bu aşama ise.., toplumsallaşmanın getirildiği en atomik parçalanma aşamasıdır..
yani tam tersi bir işleyiş söz konusudur.. giderek atomlara ayrılıyoruz.. toplumsallaşmıyoruz.. bu anlamda kapitalizmin bağrından.. toplumsallaşma doğmaz.. tersi işlem gereklidir.. buharlaşan havada dağılan suyun yeniden likidite edilmesi gerekir..
kapitalizmin içinde tersi işlemler ile toplumsallaşabiliriz.. yani kapitalizmin her şeyini red ile.., ve özellikle başlangıcından buyana her şeyini red ile..
ben buna.., pazıl işlevi diyorum.. tüm dağıtılan parçaların yeniden tek tek birleştirilmesi işlevi..

saygılarımla



not..; marksın devrimci olup olmadığı noktasına değinmek isterim.. çatışma yaşamaması devrimci olup-olmadığını göstermez.. paris komünü çatışmalarına katılmamıştır.. hoş lenin de hiç çatışmadı..
şöyele söylersem..; marks devrimi istedi ama tezleri ise.., devrime değil kapitalizmin gelişimine yönelikti.., devrim ise onun için.., gelecekteki tarihsel materyalizmin temelinde .., üretici güçlerin nesnel ilerlemesi sonucu gelecek olan aşamada gerekli misyon için hazırlanmaktı..
lenin bunu beklemedi.., devrimi üretici güçlerin yaratacağı misyona değil.., toplumsal iradeye bağladı.. bu anlamda ingilterede değil rusyada devrim yaptı.. ama marksizmden kopamadığı içinde kapitalistlerin olmadığı kapitalist(sanayi-teknoloji) gelişime yol açttılar..


 
#12
teslim ağabey, borgayla bu konu üzerinde tartışır mısın bilmeden yazına dair, şahsını hedef almadan bir itirazda bulundum. ve sen cevap versen de vermesen de, ben bu yazıyı ele alma kararındaydım.

sağolasın, açtığın konuda yazmaya devam ediyorsun. ne var ki, bende pozitif yazma isteği kalmadı.

ömer özsökmenler vardı. sonraları ozan diye de tanındı. mapusda ikimiz alınırdık dışarı, böyle bir süreç sonunda bir yakınlaşma oldu aramızda. gıkı çıkmazdı, bana ne olur bağırma derdi ama ben dayanaz bağırırdım. bağırınca rahatlıyordum. genellikle anlamlı sesler çıkarmaya çalışırdım. ezik bir yanım vardı bu bağırma meselesinde. onun gibi şamataya veremezdim bir türlü ortalığı koğuşa geri getirildiğimizde. o bir bengay sürme işinden bile gülünecek şeyler çıkarır, ne olduğunu anlatmaz, ben de soranlara pek farklı bişey yok der onun arzusuna uyardım. o operasyon genelleşti sonra, çok fazla dökülme oldu. ben ömere, başımıza gelenleri anlatmamanın zararlı olduğunu söylemeye başladım. % 80 civarında dökülme olmuştu ve ilk ikimizde talim etmişlerdi haftalar boyu. bana bizim koğuştan niçin dökülme olmadığını sorduğu bir konuşma yaptı. çok etkilendim. hak verdim. hayran kaldım. haddimi bilmeye karar verdim. bizden öncekiler daha iyiydi.

zamanla bu eğilimimi farketti. bu arada kürt ve kürdistan meselesinde, ikimiz de örgütlerimizin çizgilerinin dışına çıkmıştık. bu da başka bir yakınlaşmaya daha yol açmıştı. işte o süreç, borgaya acı bir gerçeği öğretti. bunu da ömer dolayımıyla başardım. anlatmayacağım, teslim ağabey, şahsınıza denk gelen kısmı söyleyeceğim sadece.

umut sizlersiniz, devrimci hareketin gelişiminin önündeki esas engeller benim kuşağımdır. senin yaşında iken ben, robinhooda itiraz edemezdim. bizim kuşağımızın her lafını didikle çoğunun altı boştur demişti. ( tdkp lilerin, kime robinhood dediklerini ilgililer bilir ) bu benim hayatımı değiştiren büyük bir öğüttü. ömere müteşekkirim.

size gelince, marks konusunda hikaye anlatıyorsunuz sayın teslim töre. bunu da uydurarak yada uydurmuşlardan sorgusuzca alıp bizlere naklederek yapıyorsunuz. maksın paris komününde ne işi var. burdan anlaşılıyor ki, orada neden olamayacağına dair bir bilgi ve fikrin de sahibi değilsiniz. inanın ki, bu iddiayı borga şu ömrü hayatında daha evvel duymuş olsaydı, şahsınıza hitaben bu tarz bir yazıyı asla kaleme almazdı. belki böyle bir iddia vardır ama borga duymadı.

marks komünde yoktur. engelsin olduğu iddia edilir. borga ve ilgili devrimciler engelsin komünün son üç gününde barikat savaşlarına girdiği iddiasının tam adresini çok aradı. bu önemlidir. görünmez bir alçak el, marksizmin sahibi marks ve engelse dair böyle manüplatif rivayetler yayıyor. engels verdun savaşının son üç gününe katılmış. kendi böyle söylüyor.

tarihten bu güne kızıl bir ip/urgan arayanlar artık bu rivayeti muhtelifleri yemiyor. burada garip olan, nasıl oluyor da bu eski kuşak neredeyse birbirinden habersiz bir çok mevzuda konsensüs üretiyor. bunu da bir gün, mazlumun tarihini kaleme alanlar ele alırlar umudundayım.

gelelim yazınızın teorik ve metodik boyutuna.

ilk algı şudur. bu marksizm bir bilimdir. marks ve engels bu bilimi kullanarak tüm sonuçlarda hata da yapsalar bu onun özünü değiştirmez, çünki o esas olarak bir yöntemdir.

hayır marksizm, gününden geleceğe giden ve komünizm hedefli bir sosyo politik kuramdır.
marksizm bir teori de değil, teoremdir. iddiası bu yönde. gel görki, ispatlanmış her hangi bir iddiası mevcut değildir.

marks engelsi okuyup, bu buz gibi şeyleri görüp söylemek mi suç, yoksa, millet zaten okumuyor ağzımıza bakıyor cihetinden gidip bunlardan hiç söz etmemek yada şartlar cızırtısını bahanelemek mi suç. hangisi daha büyük yük alıyor omzuna.

bir kolaylık yaratmaya çalışırken, binbir zorluğu da sırtımıza yüklüyorsunuz. o çok peşinden koştukları maymun çocuğu darvine göre afrika ırkı yani afrikanın mazlumları aşağı ırktır. beyaz ırk aslidir.yani asildir. ama bugün anlaşıldı ki, insanlık dünyaya afrikadan yayılmış.

öyle olmasa ne olur. marks engels, blanquiyi, terzi wetlingi, saatçi mollü, kunduracı baueri kazanmak için ne kadar mesai harcadılar acaba. cevap sıfır. bir de darvine ayırdıkları vakti inceleyin. namazda gözü olmayanın ezanda da kulağı olmazmış der eskiler.

şimdi de siz bi daha okuyun teslim ağabey, marksa ve engelse göre :

* kapitalizm kendini gerçekleştirmeden proletarya içindeki, modern sanayi proletaryası etkin bir güç olamaz. kapitalizmin kendini gerçekleştirdiği ülkeler de vardır. bu ülkelerin başını ingiltere çeker.

* kapitalizmin kendi iç dinamiği ile gelişmediği coğrafyalarda bulunan devletlerin olabildiğince merkezi devletler olması iyidir. bunların içindeki parçalanmaya dönük kalkışmalar isyanlar toplumsal ilerleme bakımından frenleyicidir.

*___ siz de satın alın üç beş kuruşa, kopekden alçak bir kaç gazeteci de lehinize yazı yazdırın.
bu cümle mustafa suphiye hocası tarafından söylenmiştir. sebebi bu parçalanmasın teranesine dayanır. osmanlının bölünmemesine dair avrupada bir kamuoyu yaratma yönünde tavsiye esnasında yazılmış bir cümledir. müthiş bilimsel bir yöntemdir. bu hocanın kim olduğunu gençler zahmete girsin de arayıp bulsun.

*___ rusya da bir bu tip bir ülkedir ama, ingiltere rakip olduğu için, yani insanlığın kurtuluşunun ardından geleceği kapitalizmi, ingilterenin yaymasının önünde fiili bir engel teşgil ettiği için, parçalansa iyi olur. özellikle, rusyadaki kapitalizmin nisbeten geliştiği yerler kopsa daha iyi olur.

*__ hindistan umutsuz vakadır. ( o hindistan ki dünya nüfusunun 6 da 1 i. ) acılar içinde de olsa, tarihin ileriye giden tekerleği geçecek üzerlerinden bağırta bağırta. ( peki orada direnenler nedir. objektif olarak tarihi gericilik. )

* başını ingilterenin çektiği hegemonik güç, dünyaya kapitalizmi yerleştirdikten sonra, ingiliz proletaryası ingilterede iktidarı ele almalı. ( ya dünyada bir paris komünü değil de, londra komünü olsaydı, acaba marks komün sonrası ar bela ettiği cilalı övgüsel lafları birebir tekrarlar mıydı. borga ve inceleyenler biliyor ki, şayet böyle bir isyan ve iktidar moskova komünü olarak ortaya çıksaydı, ilk destek marks ve engelsten gelecekti. )

* ingiliz proletaryası öncülüğünde dünyaya sosyalizm için proletarya egemen olmalı. bunun sonucu olarak da kapitalizm topyekün çökmüş olur.

* sonra da yeni devlet biçimi zaman içinde uykuya yatırılmalı.

* devlet söndüğünde artık dünya komünist bir dünyadır. ( borga ilave etsin, heralde ortak dili de, yaygın diller içindeki en salak dil yapısına sahip ingilizce olmalı. bu arada bi çok tarihsiz ve dolayısıyla barbarlık kalıntısı millet ve topluluk da zaten kapitalizm dünyaya egemen olurken halledildiği için, komünist dünyaya lüzumsuz kalabalık anlamında dilleri de ulaşmamış olacak. )


** ortak toplumsal aklın, ezilen halkların aklı ile bütünleşmesi şeklinde bir ifadeniz var. bu marksizm dışıdır. ezilen halklardan biri de hindistan halkıdır. yukarıda söz ettiğim için vurguluyorum. bu şahsınızın konuya katkısıdır. leninizmde de böyle bir anlayış ve ilerleme tarifi yoktur. hatta eski bolşevik görüş de bunu içermez.

** bocalıyorsunuz, nüve diyorsunuz yani ruşeym, ruşeym devrim yapamaz, büyür. bunun adı devrim değildir. bir çeşit progrestir.

ona devrim demek, sanayi devrimi, buhar makinası devrimi gibi, devrim kavramını, kavramın dejeneratif üvertürü ile ele almak demektir. ve tasfiyeciliğin moda olduğu immortal ortamlarda bu üvertürün kullanılması borgaya göre sakıncalar içerir.

** siz de gayet iyi bilirsinizki, bir örgüt kurulurken önce amacını açıklar. bu amaca dair temel görüşlerini ortaya koyar. bu ikisinin etrafında kavli karar etmiş devrimciler, baştan veya giderek ilkelerini belirler. ardından, anlayışları gelir. bütün bunlar merkezidir. giderek içinde farklı sebeplerden bölümler oluşturur. bu bölümlerinde baştan yada zamanla davranış ve tutumları belirlenir.

marksizm bu kısımda işe yaramayacaksa, nerde yarayacak. amacımı tarif edenler marksizmden evvel bunu zaten yapmışlar. temel görüş diye marksizmden bi tane mevzu alsak koysak, bütünlüklü bir çizgi tutturamıyoruz, bunu örgüt kurup da yaşamayan mı var.

** nasıl ki, komünal hayattan haramilik türeyebilmiştir, ki bu insanlığa karşı-iradedir, haramiliğe karşı da insan ve toplum hayatının herhangi bir döneminde/vaktinde onu yerle bir edebilecek bir irade çıkabilir.

** kim ki, ancak kapitalizmden sonra insanlığın kurtuluşu mümkündür der, o, haramiliği meşrulaştırır. marksizm bu cins bir ideolojidir. tarihin her hangi bir vaktinde haramilikten kurtulmak mümkündü. bu konu tartışılırsa esas olarak akademik düşer. ama tartışılması gereken yer, kapitalizmin kendisidir. ve tüm sonuçlarıdır.

** ilerleme diye hep hakim olan haramilerin devletleri ve içerdikleri ilişkiler bizlere marksizm tarafından sunuluyor. neyse iş geldi kapitalizme dayandı bırakalım evvelini demek de işi çözmüyor. hep haramiler bir düzen kuruyor ki aslı tek bir düzendir, inceleme bakımından kategorik ele alışın mahsuru yoktur, egemen sınıf yerine, bu son egemenlik biçimidir, bundan sonra egemen haramiler değil mazlumlar hakim hale gelecek diye bir iddia var.

** bu iddianın birde bireye yansıyan formasyonel yönü var. bu olmasa, marksizm devrime ve devrimciye zarar vermez. işe bile yarar.

**__ mesele bireyin yetkinleşmesi meselesidir. belimizi büken ve devrimcileri mazlumdan koparan bu snop hal/durumdur. marksizm yüzünden, devrimci kadrolar, arkadaşlık ilişkisi dahi kuramaz hale geliyor. bırakın mazlumdan kopmayı, devrimci olmazdan evvelki arkadaşlarından da zaman içinde kopuyor. arkadaşlık bir çok ortamda feodal ilişkinin üvertürü sayılıyor.

**__ bireydeki feodalizmin tasfiyesi diye vicdansız ve sonu ahlaki değerleri yere sermeye varan rezillikler yaşanıyor. devrimciler moderinleşiyor. halk türkülerini feodal izler ve geri anlayışlar olarak görüp bach dinleyenleri, nereye koyacağız.

**__ burjuva kültür içselleştirilmeden sosyalist olunmaz anlayışı, ne babamızın evinde vardı, ne blanqui de ne de lenin de. bu bireysel progresin kaynağı marksizimdir. nice devrimciyi yedi bitirdi.

** yasallık olmadan hiç bir şey olmaz. bari bunu iddia eden koca feylesof hiç olmazsa bi çok şey olmaz deseydi de bize bi kapı bıraksaydı. biz azına da razı olurduk. bu iddia hangi bilimsel temellere dayanıyor sayın teslim töre. şu zalim dünyada, mazlumun bir çok hali gizli halidir.

**__ proletaryanın örgütünden başka hiç bir silahı yoktur. bu laf çok mu bilimsel. durduk yere mi söylenmiş. ya, silahsız proletarya koskoca bir hiçtir, lafına karşı söylenmişse, daha mı bilimsel olur. yoksa en azından batı avrupalı devrimcilerin elini kolunu mu bağlar. bunu bugün için söylüyorum.

**__ kapitalizmin kendi iç dinamiği ile geliştiği ve egemen olduğu ülkelerde bu gün için dahi marksistlerin evrimci olması yani reformist olmasında marksist ideolojinin payı yok mu.

** enternasyonali işlemez hale getirmek sonrada bilimsel bi şekilde tasfiye etmek, insanlığın entellektüel birikimine devrimci katkı grubuna mı giriyor.

** marksizmi dört başı mamur savunmaya kalkanlar, neden öğütleşmiş, kavli karar etmiş gibi, başka bi tarafı yokmuşcasına, marksizmdeki determinizme sarılıyor. bu görevsizliğin dolaylı ilanıdır diyenlere bu karar sahiplerinin cevabı ne olaki, hep başka şeyler anlatılması karakteristik bir hal almış.

** marksizmden bir hoşluk yaymak isteyenler bu determinizm yerine marksdaki politik devlet ile demokratik devlet ayrımını ele alsalar da hayırlı bir iş yapsalar olmaz mı. ilk yıllarındaki, mazlumların politik duruşunun komünal bir duruş olduğuna dair tesbitlerini alıp sonraki marksa rağmen yada hiç olmazsa onunla uyum içinde geliştirseler daha asli bir çıkış noktasına yönelmiş olmazlar mı. aksi durumlar hiç iç açıcı değil. hiç değilse borga ve benzeri devrimciler kıyamadıkları marks ve engelsin bu yönleriyle bir zaman durumu idare etmişlerdi. belki onların göremediği bi takım açılımlar aransa ve inşallah bulunsa da marksizmdeki politik önermeler zamanın önermeleri deyip yeni bir nefes borusu açılsa..

** kolaydır masala inanmak ve dahi anlatmak. suat arkadaş çatışma ve marks konusunu neden öyle ele almış bilmiyorum. halbuki cümle bu :
marksın evi basılmış ve çatışmış bi tane bile arkadaşı yoldaşı yok. allah için bi tane bile mi olmaz. evet olmaz. onlar bu konularda ahkam keser hariçten gazel okurlar. düşmanına hiç kurşun atmamış örgütten devrimci mevrimci olmaz.

** sapma ve sapanın genele egemen olması uzun bir hal almıştır. haramilik yetkinleşirken bir dizi de yan sonuçlar yaratmıştır. bu yan sonuçlar zamanla asli kategorilere denk düşmüş kendi içlerinde ayrı ayrı yeni sonuçlanma ve formlar yaratmıştır. bunların tamamı iradidir. gün be gün yaşatılmış ve otomatlaşma sürecini yaratmıştır bu her bir haramilik kategorisi.

** mali oligarşi dünyanın sahibidir. egemen olandır. kudretini ticaret ve sanayi burjuvazisi üzerinden sürdürür, ama, esas olarak onların üzerinden sürdürür. yoksa her yeri çin gibi yapsan, ellerini oğuşturmazlarsa borga ve benzeri devrimciler bişey bilmiyorlar demektir. enerjiye ve asli kabul ettiği hammaddelere çökmüştür. çoktaan menzilimizin dışına çıkmıştır. okyanuslarda adı bilinmedik göt kadar adacıklarda mekan tutup canlarını emniyete almışlardır.

**__ belki de, kominternin, artık burjuvaziye karşı dolaylı eylemler çağı kapanmıştır, çağımız, burjuvaziye karşı doğrudan eylem çağıdır, tesbitinden korkmuşlardır. ne bilsinler ki, komünistler hem bunu söyleyip, hem de eski tas eski hamama dönüş yapacaklar.

**__ kominterne göre sol bir parti, bu coğrafyanın kriterlerine göre ise ancak emep e göre sol sayılabilecek bir batı avrupa partisi, 1921 de şunu söylüyor, burjuvazinin tek umudu, can simidi gibi sarıldığı sosyal-demokrat partilerdir. borgaya göre bu partiler marksizmin fabrikasyon imalatıdır.

**__ doğru dürüst formüle etme/formülasyon yeteneği olmayan bakunin daha işin başındayken, sırf pratikten gözlemleyerek marksistler için diyor ki yanılmıyorsam 1847 de ( 46 da olabilir ) :
onlar proletaryanın okur-yazar da olan kaymak tabakasında örgütleniyorlar. ancak bu tabaka büyürse yaygınlaşabilirler.

****__ ama bu çıkarsaması esas olarak doğru değil. zaman gösterdi ki, modern sanayi proletaryasının büyük fabrikalarda çalışanlarının oranı ile, marksizmin etkisi arasında birebir paralellik oluşmadı, aksine marksizm bu tabakadan daha etkili bir yaygınlığa ulaştı. hem de o tabakanın örgütsel olarak dışına çıkmadan. bu somutu da somut bir şekilde tahlil etsin bakalım marksist arkadaşlar, altından ne çıkıyor bir de kendileri görsünler.

** mazimizde tutacağımız hiç bir urgan yoksa da, oluşmuş aklımız var. kaldı ki, mazimizden bu yana da, babeften bu yana diyelim hiç değilse, tüfek kayışlarından örülü kızıl urganımız var. yeminin diyalektik maddecilikde yeri yoktur ama, o urganı haramilerin boğazlarına dolayacağız yeminimiz var.

** gemiden yapma tek kişilik mapusanedeki bir yiğit gelip bir başka tek kişilik ada mapusanesine yerleşiyor. bu urgan böyle bir urgan. bu da gösteriyor ki, mazlumda önderlik olgusu da bitmez. varsın onlar spartaküs isyancılarına çaktıkları çivileri eritip, blanquinin wetlingin ayaklarına pranga etsinler, mazlumun komün ihtiyacı kor ateştir, nice prangalar eritir.

** birileri de, bırak mali oligarşiyi, ticaret burjuvazisini bile bulamayıp sanayi burjuvazisinin imalatı üzerinden güç iddia etsin. vasalın vasalını ya da itin kuyruğunu hepten kessen ne fayda, sabısına dokunmadıktan kelli.

** gelelim, teslim töre ağabeyin dili ile dişi arasında söylediği bu başlık altındaki yazısının temel önermesine :

### genel insanlık aleminde mevcutta olan iki tane toplumsal alt yapı vardır. biri komünaliten kaynaklanır/menşeğlenir, diğeri haramilikten. bu manada genel insanlık mirası diye de bir şey yoktur. bu iddianın sahibi markstır. ve ya kördür ya da görüp önemsemiyordur. o alt yapı yerine meseleye üst yapıdan bakmaktadır. zaten enerjisinin ve vaktinin çoğunu da bu üst yapı ve ona dair olan alt yapıyı incelemeye tahlil etmeye ayırmıştır.

### bu anlamda toplumsal bir ortak akıl da yoktur. iki ayrı ortak akıl vardır. meğerki mazlumun aklı sosyalizme doğruymuş - ki bu da doğru değildir - bakın nasıl bir açmaza girmişsiniz :

Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi. bu cümleyi bence revize edin, mesela şu hale getirin :

rusyada sosyalizmin siyasi üst yapısı, kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi.

eğer sosyalizm düşüncesi bile kapitalizmin bağrından çıkacaksa, işimiz zor bile değil, imkansız. hadi zorluk, imkansızlık tesbitleri mesnetsiz sayılsın, iyi de sosyalizm düşüncesi, rusya için size göre, taşıma suyu. burdan bu çıkar. alt yapısı olmayan bir düşünce, yanılsamalarla dolu olur. üstelik bu görüş yani rusyaya dair olan bu görüş, esas olarak zederbauma aittir. bundan ötürü de onların işleri esas olarak yaz çiz yayınla bak keyfine şeklindedir. ama o troykanın bir ayağı olan plehanovu dahi zaptedemediler, lenini nasıl dizginliyeceklerdi ki.

### siz söylüyor musunuz bilemem ama, sömürü olmasaydı toplumsal ilerleme de olmazdı diyenler var. bunu marksizm adına söylemeleri de cabası.

### O nedenle kapitalistin mal ve meta stokları büyüyor, pazarlar doluyor ama toplumun alım gücü çok zayıfladığı için üretime denk bir tüketim olamıyor. Dolaysıyla sadece kriz çıkmıyor, aynı zamanda bir daha düzelemeyecek, sistemi yıkıma götürecek kadar derin bir arz talep dengesizliği içine sürüklüyor.

burada bir durum izahı var. bir de edilgen bir anlatımla da olsa, geleceğe atıf var. bazen, çocuklar yada çocukca sorular meselelere haddinden fazla dalmış olanlara flaş patlatır.

böyle soru koyalım ortaya:

derin bir arz talep dengesizliği. yani birilerinin malları, emtia depolarında ağzına kadar çakılı/dolu, diğer taraftan talep cüzi ve yoka yakın, mallar da satılamıyor. çocuk soruyor :

böyle bir durumda mal sahipleri acından ölür mü. çocuk bi daha soruyor :

mal sahipleri 10 yıl üstüste bu malları var pahasına üretse, yok pahasına da satsa/dağıtsa mal sahipleri ve düzenleri yıkılır mı. dünyadan silinir mi.

tüm bunlar bir yana, bu arzalep dengesizliği niye bi daha kriz öncesi haline dönemezmiş. bunu yasaklayan ilahi bir kudret mi var. yoksa, kapitalizmin yasaları mı buna engel. bunlar ne bitmez krizlermiş. belki de kriz doğalarında var. belki de kriz yönetmek onların özel ihtisas alanı haline gelmiş.

### yada birileri, mazlumun ve/veya insanlığın kurtuluşunu hep egemenin iç halinden izaha çalışıyor. mazlumun sosyo politik halini bile egemenler üzerinden izaha kalkıyor. bu tarz düşünmenin sonu yoktur. ordan bizim için hayırlı bişey çıkmaz.

### hayır teslim töre, mali oligarşi dünyanın hiç bir yerinde ne fordu ne de başka hiç bir fabrikayı yönetmiyor. daha da beterini söylüyüm. hiç bir fabrikayı satın almıyor, satmıyor.

mali oligarşinin enerji ve stratejik hammadde hariç, iştigal konusu şunlardır :

* hükümet almak, hükümet satmak. kime satar, sanayi ve ticaret burjuvazisine.

* uluslarası geçerliliği olan banka alım satımı.

* holding merkezi haline gelmiş bankaların alım satımı.

* çok uluslu holdinglerin alım satımı.

* global marka alım satımı.

bunların içinde mal imalatı da yok ticareti de. mali oligarşinin iştigal mevzusunda hali pür meali budur.

### ekonomik alt yapısız sağlıklı ve kalıcı bir sisteme dönüşecek siyasi bir üst yapı oluşamayacağı gibi, kendi düşünsel ve siyasal üst, yapısını oluşturmayan bir ekonomik alt yapı da söz konusu olamaz. bu tekerleme, gelmiş dayanmış kapitalizme. bunda da aynı şey olacak derken, o da ne, bu sefer, egemenlik proletaryaya geçecek. sebep. çünki herşey maksimum düzeyde toplumsallaşmış. bu ne demek. sosyalleşme demek. o ne demek. sosyalizm yada ruşeym halinde sosyalizm demek. artık kim tutar insanlığı, değmesin kimse keyfimize. bu sefer gelen sosyalizm öyle zorlama yada çakma sosyalizm değil, hakkiki sosyalizm.

### __ böyle olgunlaşmış ve normal yollardan normal doğumla gelmiş bir sosyalizm, tekrar kapitalizme döner mi. bu mantığa göre dönemez. demek ki bir spiral döngü oluşmuyacak. amiyane bi tabirle, kimse anasının karnına tekrar dönemiyor demektir. burdaki doğum devrim olmuş oluyor. vakti geldiğinde engellenebilir mi. diyalektik materyalizme göre bu da mümkün değil.

### __ o zaman bu ne demek oluyor :

Bütün bunlar bu gün tarihe karışmış olsalar bile, marksisit materyalizmin birer deneyimi olarak, iyisi ve yanlışı ile bilgi dağarcığımızdaki yerlerini almışlardır. Yanlışıyla da doğrusuyla da bize ait birikim ve değerlerdir. Bizim adımıza yapıldığı için, Polpot bile bu birikime, marksizm adına işlenmiş kocaman bir suç olarak dahildir. Hiç kimsenin tarih yargıçlığı yapma yetkisi yoktur. Tarih sadece diyalektik tarihsel materyalizmin sellektöründen geçirilir. Doğrular üstte kalır yanlışlar dibe düşer. Doğruları değerlendiririz yanlışlardan mutlaka ders çıkartırız. Çıkartırız ki ileriki süreçte daha az hata yapalım.

bunu da ilave edelim :

Ekim Derimi, bir Rus Bolşevik devrimidir, ama insanlığa yararlanması gereken çok büyük bir miras bırakmıştır. Özellikle de bilimsel düşünen, toplumsal olgulara bilimsel olarak yaklaşan herkes için bir hazine teşkil etmektedir. İnsanlığa bırakmış olduğu en önemli derslerden birisi, bir ülkede devrim durumunun doğması, devrim yapabilecek yetenekte bir öznel yapının bulunması durumunda, o sistem ne kadar kaotik ortamlar yaratırsa yaratsın ,kaotlar oluşturarak onları yönlendirirse yönlendirsin bir toplumsal devrimi, bir toplumsal alt üst oluşu önleyemez.

şimdi de bunu ilave edelim ve bu yazıyı bağlayalım :

Ekim devrimi bir üst yapı kurumu biçiminde, politik bir iradenin ürünü olarak doğdu. Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin sinesinden doğmadı. O nedenle, Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi. Bu yapısal oluşumundan dolayı ekonomik alt yapı üst yapıyı değil, siyasal üst yapı ekonomik alt yapıyı şekillendirdi. Düşünsel ve siyasal yapı, ekonomik alt yapının bir ürünü olarak oluşmadığı için ayakları havada kaldı, ekonomi nesnel bir zemine oturamadı. Bundan dolayı reel sosyalizm, ayağı yere basmayan, sosyalizmi el yordamıyla kuran bir sistem durumuna düştü. Ancak, “proletarya diktatörlüğü” adına kurmuş oldukları bürokratik diktatörlükle yetmiş üç yıl yaşatabildiler.

sonuç :

kimse, özellikle kısa yazılarda, makalelerde, büyük ve kapsamlı bir konuyu ele aldığında laf kalabalığı cihetinden paragraflar düşmez. teslim törenin makalesinde, yukardaki üç paragraf neredeyse bir zorunluluktur.

makalenin bütünselliği göz önüne alınarak bu üç paragrafın tercümesi, borgaya göre şudur :

dersler çıkarmalıyız, ki gelecek zaman içinde yeni hatalar yani eski hataların tekrarı olarak yeni hatalar yapmıyalım. vakti gelmemiş işler, paris komünü gibi, her ne kadar gerçekleştirilmesi imkansız ve çılgınca işlerden sayılıyorduysa da, görülmüştür ki, özellikle devrim yapmaya şartlanmış ve buna göre donanmış yetenekte kadrolardan oluşan bir irade, kodumu indiriyor.

dersler çıkarmalı böyle vakti gelmemiş işlere gönlümüzü kaptırmamalıyız. yoksa devirsek bile ayaklarımız havada kalır, ne yapsak ne etsek de, su akar yolunu bulur yallah kapitalist sürece tekrar yuvarlanırız. böyle hallere genel toplumsal akıl denmez, bunlara bizim tecrübelerimiz demeliyiz. vakti gelmemişken dahi gerekli subjektif/öznel yapıyı/örgütü kurup vurdun mu indirebiliyorsan, vakti geldiğinde bunu hayde hayde yaparsın yani telaşa mahal yok. sadece vaktinden evvel çıkıntılık yapma yeter. hatta, ne zaman geleceği tam olarak belli olmayan bir doğum vaktinin derdine şimdiden düşüp, devrime yetenekli kadrolardan oluşan bir öznel yapıyı da bugünden hazır tutmak pek de anlamlı değil, bunu bir gelenek ve bize ait bilgi/birikim olarak elde ve hafızalarda tutmak yeterlidir.

bu bilime vakıf olan devrimciler, ihtilal yemini etmiş örgütlerini fuzuli yere ayakta tutmamalıdır. çünki onların varabileceği en son nokta, ortak akıl ve bilgi birikimine katkı yapmak değil, bize has/ bize özgü bir tecrübe ve kahramanlık destanı yazmakdan öteye gidemezler. vurup indirseler ne fayda.
 
#13
bruno arkadaş,

soru ve yaklaşımlarına dair, kısmi cevaplar vermiş olsam da, senin koymuş bulunduğun bildirimleri karşılayacak durumda değil. bu nedenle, kapsamlı bir cevap ve anlayış koyma ihtiyacındayım.

devrimcilik ve isyan ruhuyla Marksist bilinci karşı karşıya koymanız gerçekten ilginç

devrim değil de devrimcilik kavramını seçmiş olman, borga bakımından memnuniyet vericidir. bu kavram, tarihimizde ilk kez, blanqui tarafından fiilleştirilmiş ve bizlere miras olarak kalmıştır. profesyonel devrimci kavramı, kendi başına dahi, II. enternasyonal oportunizminden örgütsel bir kopuşa denk gelir. marksizmin determinist yanını ele alıp bunu körükleyerek kendi zavallılıklarını gizleyen/gizlemeye çalışan II. enternasyonal oportunistleri, bu kavramı koyacak bir yer bulamazlar. bu nedenle de reddederler.

devrimcilik diye ayrı bir iş ve duruş tarif ettiğiniz zaman, şu vakti gelince zaten doğacak olduğu söylenen şeyin yani bu manada bir devrimin köküne itiraz etmiş olursunuz.

bir doğum olacaksa illaki evvelinde bir embriyon, ruşeym sözkonusudur. profesyonel devrimcilik iddiası aynı zamanda bir profesyonel devrimcilerin örgütü anlamına da geldiği için, bu doğum meselesinde, II. enternasyonalci anlayışla yollar ayrılır.

biri, devrimin embriyonunun proletaryanın içindeki modern sanayi proleterlerine dair/kaynaklı olduğunu iddia eder, diğeri, devrimin ön şartı anlamında, bu manada da embriyonunun, profesyonel devrimcilerin örgütü anlamında yeraltı hareketinin olduğunu iddia eder.

bu da görevler bakımından köklü bir kopuşa denk gelir.

her devrimci marksizmi reddetmek zorunda değildir. marksizmle devrimciliği çatışmayan devrimci için marksizmi reddetmek anlamsız bir yönelim olur. çünki, bu coğrafyanın devrimcilerine göre, leninizmsiz bir marksizm yoktur.

bu da ilerlemecilikle devrimciliğin ayrışması demektir.1970 li yıllarda bir tarafta militan-gençlik ve devrimci-gençlik varken, diğer tarafta tkp nin ilerici-gençlik tanımlaması isim kıtlığı kaynaklı değil, leninizmden, ilerlemeciliğe kayan bir anlayışın tezahürüdür.

devrimcilikden kaçış mazide, ihtilalcilerden kaçış şeklindeydi. bu kısım bu topraklardaki devrimcilerin kafalarında net değildir. proleter diktacılık karşısına çıkan anlayış, toplumsal demokrasicilikti. sos-dem de denir. sonra II. enternasyonalcilikle leninizm ayrışması yaşandı. bu ayrışma parti isimlerine yansıdı. bir taraf, işçi, sos-dem, sosyalist, emekçi gibi isimler alırken leninist partiler komünist adını almaya başladı.

1950 li yıllardan hemen sonra, berlingauerin önderlik ettiği şeklinde de söylenen euro-komünizm ayrışması yaşandı. bu tarz partiler önce leninizmi reddetmedi, marksizmdeki determinizmi öne çıkardılar. zamanla, leninizmi reddedenler de çıktı. isimleri hala komünisttir. burada leninizmin reddi, stalinin hatalarına itiraz argümanlarına gizlendi. seslerinin çok çıkmasının esas sebebi, bir çeşit asalak olan profesyonel sanat-edebiyatçılara dayanıyor olmalarındandı. bunların gürültüsü ve şakşakçısı bol olur.

mazimizdeki kim ustadır kim değildir tartışmalarının akademik olduğu sanılmasın. cenan bıçakçıya göre, marks ve engels ustadır, tkp ye göre marks engels ve lenin ustadır.

ondan sonra bir orta yol başlar, stalin de ustadır diyenler ile, yok usta değil, büyük bir devrimci önderdir diyenler.

ustalığın ölçüsü devrime ve komünizm davasına teorik katkı yapmak değil, bu manaya gelen marksizme katkı yapmaktır. katkı yapmadıysan usta değilsin.

staline usta diyenler, orada stabil kalamadılar, ya usta değildire geçtiler ya da yanına bi usta daha eklediler. bu önce genel olarak mao idi. sonra mao yu reddedenler onun yerine 5. usta olarak enver hocayı koydular.

toplumsal değişim-dönüşüm-devrim mevzularında potansiyel ve dinamik tesbitlerinde bu kim usta kim değil meselesi tam bir ayraçtı.

aralarındaki tüm çelişkilere rağmen dikkatlice bakılırsa, marks engel lenin diyenler ile, stalin ve enver hocayı usta olarak ekleyenler aynı potansiyel ve dinamiklere dönüktüler.

bunların içinde mao ya büyük devrimci önder diyenler ile mao ustadır diyenler ise diğerlerinden kopuktular. bu gruba göre diğer grup uvriyerist düşer. orta-yolcu ve maocu olarak isimlendirilen bu grup, bu topraklardaki devrimci damarın aslıdır.

bu gün sdp, dsip ve benzeri isimlere dönüşen o günki ksd ye, tkp ye tren kaldıran istasyon denirdi. boyna tkp ye kadro kaybederlerdi. tkep ise tkp ye ideolojik olarak daha yakın olduğu halde, kadro kaptırma konusunda bir derdi yoktu. çünki mücadele yöntemi, tkp den uzaktı. her şeyden önce silahı reddetmeyen bir örgüttü ve teslim töre gibi bir efsanevi lideri vardı. ksd ise, kaçar efsanesiyle melez duruşunu frenliyebiliyordu. kaçar, bir anlayışa değil, fiili bir duruma denk geliyordu.

her iki gruplaşma bakımından teslimiyet tkp de ve pda aydınlıkçılığında simgeleniyordu.

12 eylülden sonra bir çok taş yerinden oynadı. tasfiyecilik genel bir hal ve zamanla bir anlayış haline geldi. bu durumun bu konu başlığını ilgilendiren kısmı ise şudur :

leninizmi alenen reddetmeden, leninizmdeki marksizme ve dolayısıyla da en çok, eski bolşevik görüşe atıf yapacaksın. bu genel bir hal ama esas mesele :

menşevizmle bolşevizm arasındaki temel ayrım çizgisini bulandıracaksın. bunu örgüt ve devrimcinin hayatından çıkaracaksın. bunu yaptığın zaman, tıpkı geçmişteki tkp ye benzersin. zamanla bunu yapan örgütlerin geçmiş tkp ye özenir hale gelmelerinin sebebi budur.

teslim törenin bu konudaki yaklaşımı, bu ayrım çizgisinin aleni olarak gereksizliği üzerine dolaylı bir anlatım içermektedir.

bolşeviklerle menşeviklerin arasındaki temel ayrım çizgisi nedir ve bunun bugün için ne önemi vardır, bu bilince çıkarılmalıdır.

yoksa, bolşevizmle pkk hareketi arasındaki dolaysız bağı anlamak mümkün değildir. dahası, pkk hariç geride kalan ne varsa alayının neden bolşevik değil de menşevik yada devrimci-menşevik olduklarını da anlıyamayız.
 
#14
hayri özşen arkadaş,

mazlumların mücadele tarihinden ve özelikle 20. yy daki mücadelelerinden kendimce dersler çıkarmışımdır. gerek bu dersler gerekse de kafamda oluşturmuş olduğum tez ve görüşler, etrafımdaki eş dost haricinde kimseyle bu güne dek paylaşılmış şeyler değildir.

sadece sscb konusu dahi geniş ve ciddi bir devrimci muhasebe içermektedir.

ne forumların yapısı ne de benim şahsi yazma performansım bunu bilgisayara geçmeye uygun değil. fakat temel görüşler babından ele alınması gereken ve senin sorduğun sorunun kendisini ve cevabını da içeren ilgili kısımları buraya aktarabilecek durumdayım. bunun bir dizi muhtemel yanlış anlamalara açık olduğunu da biliyorum. ve tartışma gelişirse, bu başlık altında uygun olanları burada, olmayanları uygun yerlerde kaleme almak durumunda olduğumu da beyan ediyorum. fakat bu konuda görüş koymazdan evvel, borganın, kısmi iktidar meselesindeki anlayışını kısaca aktarmak gerekir diye düşünüyorum.

borgaya göre mazlumlar ile komünistler beşik kertmesidir. burdan da anlaşılacağına göre, kardeş değillerdir. beraber ve toplamda başka bir şey olacaklardır.

borgaya göre komünistler, bütün zamanların anti-insan hal ve durumları karşısında, derin olması arzu edilse de, derin yada değil, çeşitli seviyelerden trajedi sahibidirler. anti-insan ve anti-sosyal tüm zaman çelişkilerini bir biçimde barındırırlar, onların farkındadırlar. her komünist tek tek bunu başaramaz ama yine borgaya göre tek başına komünist de olunamaz.
dolayısıyla komünistler kendilerindeki bu çelişkileri çözebilmek için harekete geçerler.

bir çelişki karşısında hiç bir şey yapamamak, komünisti bitirir. belki de bu yüzden veya öyle olması gerektiği için, komünistler meselelerinin çözümünü programatik bir hale getirirler. yani yaşadığı kimi çelişkilerin çözümünü fiilen ertelerken, manen de, programatik gidişe sırtını dayayarak, bu ertelemenin gerçek bir erteleme olmadığını bilince çıkararak, kendini bu konuda giderir ve kendini aşamalı yada sıralı olarak gerçekleştirmeye devam ettiğini düşünür.

bu durum komünisti, gündemine alamadığı fakat ciğerini yakan çelişkinin verdiği ızdıraptan bir nebze korur. bu böyle olduğundandır ki, sürekli memnuniyetsizlik ve acizlik zulmünden kendini kurtarır. bu komünistin karakteristik bir özelliğidir. kendi içinde mahsurları da vardır. başka yazıların konusudur.

açıktır ki, komünist hiç bir şey yapmadan sadece çelişkileri ve yaşadığı trajedilerle anlatılmaya kalkılsa, o bedende politika yoktur. iktidar, yönetme, yönetilme yoktur. başka neler yoktur meselesi bir kenarda dursun, biz konuya dair olan kısmıyla kendimizi sınırlıyalım.

hal böyle olunca, her tür iktidarın insana ve onun özüne yabancı olduğunu da söylemek durumundayız. komünist, çelişkilerini çözmek, trajedisini gidermek için harekete geçtiğinde, tüm zamanların değil, doğrudan mevcut zamanın, içinde bulunduğu zamanın sorunlarıyla yüzleşir. bir çok komünistin ve mark engelsin de dile getirdiği gibi, bizler politikayı yok etmek için politikleşmek zorundayız.

gerek genel körleşme, toplumsal dumura uğramalar, ağır maddi yaptırım ve mecburiyetler, gerekse de mahirin sevdiği ifadeyle maişet derdi, komünistlerin beşik kertmesi olan mazlumları, namı diğer proletaryayı, bir komüniste göre daha eksik insanlık çelişkileri yaşamaya ve daha çok gündelik ve tüm zamanlar açısından bakıldığında geçici zamanlara ait çelişkileri, bir başka ifadeyle, mecburiyetin lanetli hayatı ile kendini darlaştırmaya itmektedir.

komünistler bir pragma olarak değil, insan olan yanların, insan eğilimlerinin mazlumların hayatlarında yaşadığını bildik-gördükleri için mazlumlara mecburdurlar. ama mazlumların komünistlere mecburiyetleri yoktur. keşke olsaydı ama yoktur.

komünisti devrimci yapan şey, asli insanlık çelişkileri değil, haramilik dünyasının bizatihi kendisidir.asli insanlık çelişkileri haramilik olmasa da var olan ve giderilmesi gereken çelişkilerdir. haramilik süreci, anti-insan eğilim ve giderek kurumların ortaya çıktığı kahredici bir süreçtir. insanlığa çok büyük darbeler indirmektedir. sadece bu nedenle dahi, asla affedilmemeleri gerekir. abartılı söyleyeyim, onlar, hiç bir insanın aklından silemeyeceği kadar yüksek bir şiddetle yokedilmelidir. burdaki abartı, şiddet de değildir.

bu nedenle, komünist, devrimci olmak zorundadır. bu bir zorunluluktur. komünistin devrimciliğinin menzili, bu zorunluluğun ortadan kalkmasına paraleldir. halbuki, mazlumların zorunlulukları, mazlum olmaktan çıkınca biter. mazlumların devrimciliklerinin menzili komünistlere göre kısadır. bu manada mazlumlar derya içredirler ama deryayı bilmezler. yani dünyanın tüm dertleri onları yakıp kavurmaz. bir coğrafyada vaziyeti düzeltti mi artık mazlum değildir. yani proleterlikden kurtulmuştur.

toplumsal radikal hareketlenmeler, tecrübelerimize binaen görülmüştür ki, bir es verme, bir oh be deme, hadi kurtulduk artık deme eğilimindedir. düşman dünyaya egemenken bir siyasi coğrafyanın onun egemenlik alanının dışına çıkması, düşmanın kaybı, mazlumun kazanımıdır. ya komünistlerin.

sscb kuruldu. düşman bölge ve ahali kaybına uğradı. bir kısmı da gebertildi. can kaybına uğradı. orada olan biten ve borgaya göre olması gerekenler, kapsamlı ve uzun bir konu.

bu anlamda, konuya dair anlayış beyan edeyim:

komünistler bakımından mazlumlardan çıkan her devrimci insanlık hanesine yazılması gereken bir kazançtır.komünistler bu yönde bitimsiz ve ısrarlı bir fiil içinde olmalıdır. bir parça toprağı zalımdan kopartmışsan, ne mutlu sana, çünki zalımın izini sürecek gırtlağına çökecek devrimciler oluşturma noktasında imkanın artmıştır. tarla senin tarlan haline gelmiştir. sen ek sen biç. zalımın ektiği tarladan çıkan devrimciden daha fazlasını çıkarma şansını yakaladın.

borganın anlayışı budur.

zalımlar egemenken bu dünyada, senin yada mazlumların yada beraber kuracağınız hiç bir düzen, zalıma saldırmıyorsa yaşayamaz. bu kanun mudur, hayır. allegoriktir.

zalıma saldırmamak, ben kurtuldumcu olmak, insanlıkdan çıkmanın başka bir biçimini yaratır. o düzen yaşasa bile, yine komünistlerin yıkmak için yollar araması gereken bir anti-insanlık durumudur. yanında sadece NEW yani ACAR yazar. hepsi o kadar.

bugünden kuracağın mazlum örgütleri, buna müsait olmalıdır. ve bilinen sosyalizm buna müsait değildir.

biz kurtulduk, başkalarınında kurtulmasını gönlümüz istiyor. hatta biraz da destekliyoruz hali, yeni bir yabancılaşmadır. gönül istemeciler değil, yanına yöresine saldıran insan/toplum karakterine ihtiyaç var.

yoksa daha çook başa sarar dururuz.
 
Üst