KAOS VE KAOTİK BİR ORTAM MI YOKSA TOPLUMSAL AKIL VE BİRİKİMLE
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNMÜ?
Kapitalizm bu son global krizine girdikten beri, burjuvazinin bir kesimi de dahil, insanlığın önemli bir kısmı, dünyanın ya da insanlığın nereye doğru gitmekte olduğunu büyük bir merakla tartışıyor. Bir çok karamsar tezler hazırlanıyor, komplo teorileri üretiliyor, tüyler ürperten büyük felaket öngörülerinde bulunuluyor, kırımlardan katliamlardan söz ediliyor… Geleceğe yönelik olarak, iyimser belirlemelerden bulunanlar azınlıkta kalıyorlar. Ancak global kapitalizmin bu yaşanan krizden kolay çıkabileceğini savunan fazla kimse de yoktur. Tayyip Erdoğan gibi, yüksek sesle kuru gürültü yaparak çevresini inandırıp, uyutarak saltanatını sürdürmeyi düşünenlerin dışında… Kapitalizm çok ciddi bir kriz yaşıyor. Krizin ciddiyeti bizzat, kapitalizmin yapısallığından kaynaklanıyor.
Yıkılmış olan, reel sosyalizm dahil her toplumsal sistem, kendi yasalarını, iç dinamiklerini, doğum, yaşam ve ölüm hücrelerini kendileri ürettiklerine tarih çok tanıklık etmiştir. Ama, hiçbir şeyin yoktan var olamayacağı, var olan bir şeyinde yok olamayacağı, ancak başka bir şeye dönüşebileceği diyalektik yasanın dışına çıkamadığı da tarihin tanıklık ettiği bir gerçektir. Kuşkusuz her sistemde uygulanan ekonomi politikalar, sistemin ömrünü belli ölçüde uzatma ya da kısaltmaya yarayabilirler. Ama asla söz konusu sistemi sonsuz bir sisteme dönüştüremezler. Bütün toplumsal sistemler canlı organizmalardır. Her canlı organizma gibi toplumsal sistemlerde doğarlar, yaşarlar, tarihsel ve toplumsal süreçlerini doldurunca kendi sinelerinden oluşturmuş oldukları başka bir sisteme, çeşitli yöntemlerle dönüşürler. Sınıflı toplum tarihi, sınıflar mücadelesi tarihi olduğu gibi, toplumsal sistemlerin, doğup, yaşayıp, başka bir sisteme dönüşme tarihidir de.
Toplumsal sistemler tarihine materyalist bir gözle bakıldığı zaman, bir toplumsal sistemden diğerine geçiş hiçbir zaman( az ya da çok) kansız, kavgasız olmamıştır. Tarihte insanlığın yaşamış olduğu zorlu kavgaların önemli bir bölümü, toplumsal sistemlerin, doğuşu, gelişimi ve başka bir sisteme geçişi sürecinde yaşanmıştır. En çok kanlı, kavgalı sistem de kapitalizm olmuştur. Yüz yıl, otuz yıl savaşları yapmıştır, iki dünya savaşı çıkartmıştır. “Perşembe nin gelişi çarşambadan bellidir” halk deyiminde olduğu gibi, kapitalizmin gidişinin de kanlı kavgalı olacağının gelişinin kanlı kavgalı olmasından bellidir denebilir.
Kuşkusuz bu boş bir iddia ve boş bir tartışma olamaz. Ancak kapitalizm, kendi yasaları gereği, dokusal iç başkalaşımını evrimci yöntemle yaşayarak, belli sancılar da çekerek, bir sıçrama sonucu, sinesinden doğup gelişmiş olan karşıtına dönüşme seçeneği de tartışmaya değer bir seçenektir.
Bütün toplumsal sistemler, üretken, üretken oldukları kadarda doğurgandırlar. Sistemi oldukları toplumu, doyurmak, yaşatmak, yönetmek, kendi sistemini idame ettirmek için üretim, tüketim, üleşim mekanizmalarını oluşturmak zorundadırlar. Bu mekanizmalar doğal üretim, tüketim, üleşim sürecini yaşarken, karşıtların birliği kanunu gereği, ellerinde olmadan, sinesinde geleceğin sistemini de besler, büyütür geliştirirler. Kendi tarihsel, toplumsal süreçlerinin sonuna geldikleri zamanda kendi karşıtları olarak oluşturup yetiştirdikleri sisteme dönüşürler. Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. Sistem iç başkalaşım yaşadıkça, geleceğin cenini de şekillenerek, doğum gününe hazırlanır.
Global kapitalizm, üretim, tüketim ve üleşim mekanizmalarını oluşturup geliştirirken çok derin ve hızlı iç başkalaşımlar da yaşıyor. Aynı hızla sinesinde oluşturup geliştirdiği geleceğin sistemini de yetkinleştiriyor. Makine büyük ölçüde mal, meta üreterek üretimi artırıyor ama, ürettiğini tüketemiyor. Canlı emek ise, üretim sürecinin dışına atıldığı için üretim, üretici gücün üretim sürecine müdahale ve tüketim gücünü kaybediyor. O nedenle kapitalistin mal ve meta stokları büyüyor, pazarlar doluyor ama toplumun alım gücü çok zayıfladığı için üretime denk bir tüketim olamıyor. Dolaysıyla sadece kriz çıkmıyor, aynı zamanda bir daha düzelemeyecek, sistemi yıkıma götürecek kadar derin bir arz talep dengesizliği içine sürüklüyor. Bu durumda sadece canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emek konup, canlı emek belirleyici ölçüde üretim sürecinin dışına atılarak, üretim güçleri köklü değişime uğratılmış olmuyor, aynı zamanda üretim ilişkileri de farklı yönde bir değişim geçiriyor.
Kuşkusuz üretim ilişkilerinin bu boyutta bir değişim yaşaması bir sistem değişikliği yaratmıyor. Fakat çok önemli bir iç başkalaşım yaratıyor. Öyleki ne üretim güçleri yirmi otuz yıl öncenin üretim güçleri, ne üretim araçları o dönemin araçları ve ne de üretim ilişkileri o dönemin üretim ilişkileri. Kuşkusuz üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğini ifade eder, yani sistemi belirler. Üretim ilişkilerinin değişimi bu boyutta değil. Ama üretimle tüketim, artık değer üretimi ile makinenin meta üretimi, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğindeki ulaşılmış olan evrensel boyut itibariyle eski ilişkilerden çok farklı bir boyut kazanıyor.
Emperyalizm Yok Olmuyor Egemenlik Tarzı Değişiyor
Gelinmiş olunan bu boyut, emperyalizmi yok etmiyor, ortadan kaldırmıyor. Ancak sömürü tarz ve yöntemlerini değiştiriyor. Örneğin sermaye ihracı döneminde, her hangi bir emperyalist sermayeye dayanarak oluşturulmuş olan ithal ikameli bir işletme ya da montaj sanayii. Bu durumda işbirlikçi sermaye ile emperyalist sermaye arasındaki anlaşma, emperyalist sermayenin faizi, patent ve royaltı hakkı ile sınırlıydı. Sermaye ihraç eden tekel bundan ötesine karışmaz. İşbirlikçi sermayenin işçilerle pazarlığı, vereceği ücreti, sendikalaşıp sendikalaşamayacağı vb. gibi şeyler anlaşma dışı kalıyordu.
Ama taşıma harekatı döneminde, taşınan fabrika ya da işletmenin tüm yönetimi taşınan tekelin doğrudan ana merkezine bağlıdır. Fabrika ya da işleteme, in- direk değil direk olarak emperyalist merkez tarafından yönetilir.Bu durum,emperyalizmin sömürüde yöntem değişimi yaptığını, çok önemli bir iç başkalaşım yaşadığını gösteriyor, ama emperyalizmin yok olduğunu, ortadan kalktığını asla göstermiyor.Tam tersine eskiye nazaran emperyalizmin egemenliğini ve yönetim mekanizmasını daha doğrudan bir biçime büründürdüğüne işaret ediyor.
İthal ikameli dönemde,Türkiye de kurulan Fort fabrikasının , Fort tekeline ödediği patent, faiz, royaltı gibi ödeneklerin yerini, taşıma harekatı döneminde nasıl bir sistem almıştır? İş birlikçi Fort kendi fabrikasını yönetme olanağını da kaybetmiştir. Montaj Fort fabrikasını, montajcı sermaye yönetirken, taşıma harekatının Fort fabrikasını doğrudan oligarşik merkez yönetmektedir. Bu da emperyalist egemenliğin azalmadığı, ortadan kalkmadığı, tersine daha doğrudan ve egemen hale geldiğini gösterir. Mevcut işleyiş, İşbirlikçi montajcı Fort’un mu, yoksa taşımacı Fort’un mu daha çok kar ettiği gibi bir hesabı yapmayı anlamsız kılıyor.
Sanayi taşıma harekatını, sermaye ihracı dönemi ile karşılaştırmak, sermaye ihracı dönemini merkantilizm dönemi yani meta ihracı dönemi ile karşılaştırmak gibi bir şey olur. Merkantilizm döneminde, altın,gümüş, para gibi milli servet sayılan kıymetli madenler ihraç etmek yasak, sakıncalı ve “vatan ihaneti” olduğu için, meta ihraç eden emperyalizm, meta ihraç etmiş olduğu ülkelerde koloniler bu kolonilerde komprador burjuva sınıfı yaratıyordu. Meta ihracı ve merkantilizm dönemi aşılıp, sermaye ihracının yapıldığı dönemde, geri kalmış ülkelere, sermaye ihraç edildi. Bu süreçte de geri kalmış ülkelerde ithal ikameli montaj sanayileri ve işbirlikçi burjuvazi oluşturuldu. Taşıma hareketi sürecinde ise geri kalmış ülkelere ağır sanayi ikame ediliyor. Bir sanayi dalı bütün fason işletmeleri ile birlikte taşınıyor.
Bu süreçlerin her birisi kendi başına komplike bir değişim ya da başkalaşımdır. Hem emperyalist ülke, hem de geri kalmış ülke açısından nitel iç değişimler yaşanıyor. Bütün bu süreçlerde değişmeyen tek şey, sömürünün kendisidir. Meta ihracı yapan, sermaye ihracı yapan ve sanayi taşıma harekatını gerçekleştiren emperyalizmin sömürü tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. İş birlikçi burjuvazi içinde durum aynı. Emperyalist burjuvaziye sömürü tarzı değişiyor ama sömürülmesi değişmiyor. Kendi ülkesinin işçisini, emekçisini, tüketicisini sömürme tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Sömürü var oldukça kapitalizm, kapitalizm var oldukça da sömürü var olmaya devam edecektir. Sömürü devam ettiği sürece de mali oligarşi varlığını koruyacaktır. Mali oligarşinin varlık nedeni, tabir yerindeyse sömürüde ki hiyerarşik yapıyı düzenlemek ve korumaktır.
Oligarşiyi oluşturan en tepede olacak, yönetip denetleyecek, üleşimde en büyük payı o alacak. Sonrakiler yani daha alttakiler, oligarşinin koyduğu sınırlar içinde paylarına düşeni alacak ve hiçbir koşulda egemen olamayacaklardır. Oligarşi oligarklar arasında el değiştirebilir, ama işbirlikçi bir ülke ve sermayesinin mekanizmasına dönüşemez. Çünkü sermaye düzeni, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, ***** balıklarının parçalayıp yediği büyüğün küçüğe, güçlünün zayıfa hükmettiği, kıran kırana bir rekabet ve ona dayalı bir disiplin düzenidir.
Bir aile şirketinde bile hiç birisi diğerini kayırmaz, tersine onun ayağını kaydırma ve yutma fırsatı kollar. Kapitalizm böyle bir şeydir. Artık kendi başına bir kapitalizm yoktur. Kapitalizm emperyalizmdir. Emperyalizmin bittiği yerde kapitalizm de biter. Kapitalizmin sinesinden doğup, onu dönüştürüp, tarihteki yerine koymadan ve onun yerine geçen bir düzen oluşmadan ne kapitalizm ne de emperyalizm sona erebilir. Kapitalizmin sinesinden doğup,onu tarihe gömüp, onun yerine geçecek olan düzende sosyalizmdir.
Lenin, tekelcilik kapitalizmin en üst ve en son aşamasıdır demişti. Elbette bu belirleme, kapitalizmin tekelleşir tekelleşmez en üst aşamaya çıkıp, oradan da son bulacağı anlamına gelmiyordu. Tekelleşme aşamasına varınca tek tekele doğru tırmanacak ama tek tekeli yaşayamadan kendi karşıtına dönüşecekti. Bu gün dünyada bir tek tekel durumu yoktur. Dünya bankası, dünya ticaret örgütü, İMF, tek, tek ülke ve dünya borsası gibi yapılanmalar bir dünya oligarşisi oluşturmuş durumda. O nedenle bir dünya oligarşisi var. Ama söz konusu oligarşi, tek tekelden falan değil, binlerce tekelden oluşuyor ve birbirini yiyen rekabete devam ediyorlar. Mevcut duruma bakarak söyleyecek olursak, tek tekele varabileceğini gösteren tek bir veri bile orta yerde yoktur. Olacak gibi de gözükmüyor. Fakat yolun sonuna doğru yaklaştığını gösteren bir çok somut veri var.
Somut veriler: kapitalizmin evrensel boyut kazanıp, globalleşerek dünyayı doldurması, artık taşacak yer bulamaması, fakat yönettiği insan toplumunu doyurma yeteneği gösterememesi, işsizliğin toplumsal bir sorun halini alması, açlıktan ölenlerin sayısının her geçen gün artması, dünyanın eko sistemini tahrip etmesi, tahribatın her geçen gün derinleşmesi, dolaysıyla hem doğa hem de insan toplumu ile uzlaşmaz bir çelişki içine girmesi, artık değer üreten canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emeği koyarak, canlı emeği üretim sürecinin dışına iterek, üretim güçleri ile üretim ilişkilerini bir daha tamir edilemeyecek kadar temelde bozmuş olmasıdır.
Toplumsal Ortak Aklın Oluşması
İnsanlığın bu güne kadar yaşamış ve aşarak geride bırakmış olduğu bütün toplumsal sistemler, üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin derinleşmesi, çakışıp bozulması nedeniyle kendi sonuna doğru ilerledikçe, tarih bir toplumsal ortak aklın oluştuğuna da tanıklık etmiştir. Bir sonraki sistem bir öncekinin sinesinden, yeni bir üretim gücü, yeni bir üretim ilişkisi ve yeni bir ortak akılla birlikte doğmuştur. Feodalizm köleci sistemin sinesinden, feodal üretim ilişkisi ile birlikte feodal bir toplumsal akılla da doğmuştur. Köle beyinin aklının yerini derebeyi ya da feodal ağa, üretim gücü olan kölenin yeniri yeni üretim gücü olarak, marabalık alırken, köleyi satma, isterse öldürme aklın yerini; marabayı öldürememe, satmama, başka bir anlatımla daha özgür köle yapma toplumsal ortak aklı alıyor.
Toplumsal sistemler, kavgasız sancısız değişemez, başka bir sisteme dönüşemezler dedik. Ancak, sistem iç başkalaşım yaşarken, karşıtların birliği yasası gereği, bir sonraki sistemi doğal olarak kendi sinesinde üretme ve süreç içerisinde oluşan toplumsal akıl ve bilgi birikimi ile evrimsel bir dönüşümün yaşanabilirliğini de vurgulamak gerekiyor. Toplumsal akıl ve bilgi birikimi, diyalektik yasayı tümden değiştiremez, ebenin yani zorun tarihteki rolü belki değişmez, ama dozu değişebilir. Maddenin en yüksek ürünü olan aklın birikimleri, milyonlarca yılın öncesinden beri kodlanarak saklanan değerler manzumesinin bütünüdür. Düşünsel ve eylemsel tüm olayları çekip çevirenin akıl olup, böylesine milyonlarca da yılın birikim ve değerlerine sahip olması toplumsal olay ve değişimlerde kale alınması gereken bir fenomen olabileceğini düşünmek gerekir.
Önceki yıllarda da vardı ama 21.y.yıl insan yaşamında uzmanlıklar y. yılı olacak gibi. Fizik, tıp, mühendislik, hukuk vb gibi uzmanlık alanları kendi içinde de çok fazla uzmanlık dallarına ayrıldı. Örneğin eskiden bir doktor bütün hastalıklara bakarken, şimdi her hastalığın bir uzman doktoru var. Hastanın doğru uzmanına gidebilmesi için pratisyen hekimlik tıp da çok önemli bir dal haline geldi. Kapitalizm çıkarı gereği bütün bilim dallarına girip tümünü paraya tahvil ettiği için akıl süreç içerisinde toplumsal bir akıla dönüşüyor. Başka bir söylemle akıl da üretimle birlikte toplumsallaşıyor.
İnsanın bilincini sosyal yaşamının belirlemesi Marksist yaklaşım gereği, ortak toplumsal aklında mevcut üretim güçleri, üretim ilişkilerine denk bir şekilde oluşması gerekir. Üretimin dünya çapında toplumsal bir üretime dönüşmesi toplumsal aklın çapının büyümesi, birikim ve değerlerin geniş çaplı değerler düzeyine çıkmasını da sağlayacaktır. Bütün bilim dallarında çalışan entelektüel ve kollektif emek sahipleri, sanayide, tarımda, kamu alanında ve başka alanlarda çalışan herkes kapitalizm konusunda ortak akıl ve bilgi birikimine sahip oluyorlar. Söz konusu ortak akıl sadece bir ülkede oluşan ortak akıl değil, evrensel boyutlu bir ortak akala doğru gelişim gösteriyor. Çünkü bu gün bütün dünyaya egemen olan global kapitalizm, üretim ve üleşim ilişkisini sadece bir ülkenin tüketim kapasitesine denk olarak yapmıyor. Üretimi, üleşimi ve tüketim planını dünya çapında yapıyor. Üretim, tüketim ve üleşimin dünya çapında ve evrensel düzleminde yapılması; üretim güçleri, üretim araçları, üretim ilişkilerini de uluslar üstü bir boyuta yükseltiyor.
Bir bilim dalı ve uzmanlık alanları çok çeşitli kollara ayrıldıkça, bütün bilim ve üretim dallarının sıkı bir irtibata girmeleri de kaçınılmaz oluyor. Dolaysıyla üretim toplumsallaşıyor. Aynı üretim ilişkisi içinde, doğan tüketim de giderek toplumu bir tüketim toplumuna dönüştürerek tüketimi toplumsallaşıyor. İnsanı sürülükten çıkartıp, toplu yaşayan insan toplumuna dönüştüren ve bütün toplumlar sürecinde de varlığını sürdüren üretim, tüketim, üleşim fenomenlerinden sadece üleşim, toplumsal, eşit bir paylaşıma dönüşememiş olarak kalıyor. Onun da olabilmesi için, toplumsal aklın, üretim araçlarını belirleyici kesimini toplumsallaştırarak, üretim, tüketim alanlarında oluşmuş olan toplumsallığa denk bir paylaşımı da toplumsal bir konuma getirmesi gerekir.
Yeni Bir Dünya Mümkündür
Kapitalizm, Feodal üretim sistemi içinde bir nüve olarak doğdu, üretim araçları, üretim güçleri, üretim biçimi, üretim ilişkisi şeklinde, gelişti ve buna denk olarak oluşan toplumsal ortak akılla, anı bir sıçrama sonucu feodalizmi ekonomik ve siyasi olarak sona erdirdi ve kapitalizmi egemen bir sistem olarak inşa etti. O nedenle, bütün çelişkilerine rağmen yaşamaya devam ediyor. Bu yaşanan somut örnekte de görüldüğü gibi,ekonomik alt yapısız sağlıklı ve kalıcı bir sisteme dönüşecek siyasi bir üst yapı oluşamayacağı gibi, kendi düşünsel ve siyasal üst, yapısını oluşturmayan bir ekonomik alt yapı da söz konusu olamaz.
Sosyalizm, kominal toplumun bir üst yapısı olarak oluştu, kominal toplum, sınıflı topluma dönüştü, fakat sosyalizm ütopik olarak düşünsel ve belli durumlarda da lokal gelip geçici pratik girişimler olarak yaşaya geldi. Ekim Devrimi ile, evrensel boyutlu bir toplumsal sisteme dönüşme beklentileri yarattı. Ama evrensel bir boyuta çıkamadığı için yıkılıp tarihe karıştı.
Ekim devrimi bir üst yapı kurumu biçiminde, politik bir iradenin ürünü olarak doğdu. Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin sinesinden doğmadı. O nedenle, Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi. Bu yapısal oluşumundan dolayı ekonomik alt yapı üst yapıyı değil, siyasal üst yapı ekonomik alt yapıyı şekillendirdi. Düşünsel ve siyasal yapı, ekonomik alt yapının bir ürünü olarak oluşmadığı için ayakları havada kaldı, ekonomi nesnel bir zemine oturamadı. Bundan dolayı reel sosyalizm, ayağı yere basmayan, sosyalizmi el yordamıyla kuran bir sistem durumuna düştü. Ancak, “proletarya diktatörlüğü” adına kurmuş oldukları bürokratik diktatörlükle yetmiş üç yıl yaşatabildiler.
Ekim Derimi, bir Rus Bolşevik devrimidir, ama insanlığa yararlanması gereken çok büyük bir miras bırakmıştır. Özellikle de bilimsel düşünen, toplumsal olgulara bilimsel olarak yaklaşan herkes için bir hazine teşkil etmektedir. İnsanlığa bırakmış olduğu en önemli derslerden birisi, bir ülkede devrim durumunun doğması, devrim yapabilecek yetenekte bir öznel yapının bulunması durumunda, o sistem ne kadar kaotik ortamlar yaratırsa yaratsın ,kaotlar oluşturarak onları yönlendirirse yönlendirsin bir toplumsal devrimi, bir toplumsal alt üst oluşu önleyemez.
İkincisi, devrimden sonra, yeni sistem, bir öncekinin bağrından doğmuş olan ekonomik alt yapının üstüne oturtularak, siyasal yapı, ideolojik teorik üretim bu temelde yapılmazsa; oluşturulacak ekonomik düzey ne olursa olsun, oluşturulan devlet bürokrasisi ne kadar dev cüsseli olursa olsun, ne kadar güçlü silah, güçlü ordu, devasa istihbarat örgütüne sahip olursa olsun o sistemin yıkılışının önüne asla geçilemez. Ekim devrimi sonrası kurulan reel sosyalizm, Rusya’ yı yarı feodal bir toplum düzleminden atom silahına, güçlü bir bürokratik devlete, dünya çapında güçlü bir istihbarat örgütüne sahip, gelişmiş bir kapitalist ülke düzlemine yükseltmiştir. Ama o sosyalizm dedikleri ve her şeyi de adına yaptıkları sistemi yaşatamamışlardır. Ekim Devrimi ve sonrasında oluşturulmuş olan sistemin ve o sistemin yıkılışı toplum bilimine bu önemli katkıları yapmıştır.
Geleceğin sosyalizmi, geçmişteki reel sosyalizmin geldiği gibi gelmeyeceği için yöntemi de argümanları da reel sosyalizminki gibi olmayabilir. Ekonomi politiği ile kapitalizmin sinesinden doğacak, kuruluşuna da, sistemleşmesine de sadece üst yapı kurumu olan politika,ideoloji değil, alt yapı kurumu olan ekonominin yasaları yön ve şekil verebilir. Bilimsel veriler, sosyalizmin, kapitalizmin bağrında bir nüve halinde oluşacağı, süreç içinde gelişerek, ekonomik alt yapısına denk bir ideolojik, teorik, politik, örgütsel üst yapısını şekillendireceği, nitel bir sıçramadan yani devrimden sonra, global kapitalizmin ona yani sosyalizme dönüşeceğine işaret ediyor.
Eğer sosyalizm doğacaksa böylesi bir anneden doğacaktır. Ancak bu gelişme sürecinin bir kaos ortamına sürüklenmeyeceği, burjuvazinin bir süre kaos ortamını katotlarla yönetmeyeceği anlamına gelmez. Sistemlerin yıkımları beraberlerinden çok çeşitli kaos ortamları da getirebilirler. Ama 21. y. yıl insanı, kaosların üstesinden gelebilecek bilgi ve yetenek birikimine sahip gibi. O nedenle daha makul bir sürede ve daha usturuplu yöntemlerle geçiş yapma olanaklarının yakalanması ve başka bir dünyanın yaratılabilmesi de mümkündür.
Teslim TÖRE
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNMÜ?
Kapitalizm bu son global krizine girdikten beri, burjuvazinin bir kesimi de dahil, insanlığın önemli bir kısmı, dünyanın ya da insanlığın nereye doğru gitmekte olduğunu büyük bir merakla tartışıyor. Bir çok karamsar tezler hazırlanıyor, komplo teorileri üretiliyor, tüyler ürperten büyük felaket öngörülerinde bulunuluyor, kırımlardan katliamlardan söz ediliyor… Geleceğe yönelik olarak, iyimser belirlemelerden bulunanlar azınlıkta kalıyorlar. Ancak global kapitalizmin bu yaşanan krizden kolay çıkabileceğini savunan fazla kimse de yoktur. Tayyip Erdoğan gibi, yüksek sesle kuru gürültü yaparak çevresini inandırıp, uyutarak saltanatını sürdürmeyi düşünenlerin dışında… Kapitalizm çok ciddi bir kriz yaşıyor. Krizin ciddiyeti bizzat, kapitalizmin yapısallığından kaynaklanıyor.
Yıkılmış olan, reel sosyalizm dahil her toplumsal sistem, kendi yasalarını, iç dinamiklerini, doğum, yaşam ve ölüm hücrelerini kendileri ürettiklerine tarih çok tanıklık etmiştir. Ama, hiçbir şeyin yoktan var olamayacağı, var olan bir şeyinde yok olamayacağı, ancak başka bir şeye dönüşebileceği diyalektik yasanın dışına çıkamadığı da tarihin tanıklık ettiği bir gerçektir. Kuşkusuz her sistemde uygulanan ekonomi politikalar, sistemin ömrünü belli ölçüde uzatma ya da kısaltmaya yarayabilirler. Ama asla söz konusu sistemi sonsuz bir sisteme dönüştüremezler. Bütün toplumsal sistemler canlı organizmalardır. Her canlı organizma gibi toplumsal sistemlerde doğarlar, yaşarlar, tarihsel ve toplumsal süreçlerini doldurunca kendi sinelerinden oluşturmuş oldukları başka bir sisteme, çeşitli yöntemlerle dönüşürler. Sınıflı toplum tarihi, sınıflar mücadelesi tarihi olduğu gibi, toplumsal sistemlerin, doğup, yaşayıp, başka bir sisteme dönüşme tarihidir de.
Toplumsal sistemler tarihine materyalist bir gözle bakıldığı zaman, bir toplumsal sistemden diğerine geçiş hiçbir zaman( az ya da çok) kansız, kavgasız olmamıştır. Tarihte insanlığın yaşamış olduğu zorlu kavgaların önemli bir bölümü, toplumsal sistemlerin, doğuşu, gelişimi ve başka bir sisteme geçişi sürecinde yaşanmıştır. En çok kanlı, kavgalı sistem de kapitalizm olmuştur. Yüz yıl, otuz yıl savaşları yapmıştır, iki dünya savaşı çıkartmıştır. “Perşembe nin gelişi çarşambadan bellidir” halk deyiminde olduğu gibi, kapitalizmin gidişinin de kanlı kavgalı olacağının gelişinin kanlı kavgalı olmasından bellidir denebilir.
Kuşkusuz bu boş bir iddia ve boş bir tartışma olamaz. Ancak kapitalizm, kendi yasaları gereği, dokusal iç başkalaşımını evrimci yöntemle yaşayarak, belli sancılar da çekerek, bir sıçrama sonucu, sinesinden doğup gelişmiş olan karşıtına dönüşme seçeneği de tartışmaya değer bir seçenektir.
Bütün toplumsal sistemler, üretken, üretken oldukları kadarda doğurgandırlar. Sistemi oldukları toplumu, doyurmak, yaşatmak, yönetmek, kendi sistemini idame ettirmek için üretim, tüketim, üleşim mekanizmalarını oluşturmak zorundadırlar. Bu mekanizmalar doğal üretim, tüketim, üleşim sürecini yaşarken, karşıtların birliği kanunu gereği, ellerinde olmadan, sinesinde geleceğin sistemini de besler, büyütür geliştirirler. Kendi tarihsel, toplumsal süreçlerinin sonuna geldikleri zamanda kendi karşıtları olarak oluşturup yetiştirdikleri sisteme dönüşürler. Bu diyalektik yasa, toplumlar tarihinin doğal gelişiminin tabiatı gereğidir. Sistem iç başkalaşım yaşadıkça, geleceğin cenini de şekillenerek, doğum gününe hazırlanır.
Global kapitalizm, üretim, tüketim ve üleşim mekanizmalarını oluşturup geliştirirken çok derin ve hızlı iç başkalaşımlar da yaşıyor. Aynı hızla sinesinde oluşturup geliştirdiği geleceğin sistemini de yetkinleştiriyor. Makine büyük ölçüde mal, meta üreterek üretimi artırıyor ama, ürettiğini tüketemiyor. Canlı emek ise, üretim sürecinin dışına atıldığı için üretim, üretici gücün üretim sürecine müdahale ve tüketim gücünü kaybediyor. O nedenle kapitalistin mal ve meta stokları büyüyor, pazarlar doluyor ama toplumun alım gücü çok zayıfladığı için üretime denk bir tüketim olamıyor. Dolaysıyla sadece kriz çıkmıyor, aynı zamanda bir daha düzelemeyecek, sistemi yıkıma götürecek kadar derin bir arz talep dengesizliği içine sürüklüyor. Bu durumda sadece canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emek konup, canlı emek belirleyici ölçüde üretim sürecinin dışına atılarak, üretim güçleri köklü değişime uğratılmış olmuyor, aynı zamanda üretim ilişkileri de farklı yönde bir değişim geçiriyor.
Kuşkusuz üretim ilişkilerinin bu boyutta bir değişim yaşaması bir sistem değişikliği yaratmıyor. Fakat çok önemli bir iç başkalaşım yaratıyor. Öyleki ne üretim güçleri yirmi otuz yıl öncenin üretim güçleri, ne üretim araçları o dönemin araçları ve ne de üretim ilişkileri o dönemin üretim ilişkileri. Kuşkusuz üretim ilişkileri, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğini ifade eder, yani sistemi belirler. Üretim ilişkilerinin değişimi bu boyutta değil. Ama üretimle tüketim, artık değer üretimi ile makinenin meta üretimi, üretim araçlarının özel mülkiyet sahipliliğindeki ulaşılmış olan evrensel boyut itibariyle eski ilişkilerden çok farklı bir boyut kazanıyor.
Emperyalizm Yok Olmuyor Egemenlik Tarzı Değişiyor
Gelinmiş olunan bu boyut, emperyalizmi yok etmiyor, ortadan kaldırmıyor. Ancak sömürü tarz ve yöntemlerini değiştiriyor. Örneğin sermaye ihracı döneminde, her hangi bir emperyalist sermayeye dayanarak oluşturulmuş olan ithal ikameli bir işletme ya da montaj sanayii. Bu durumda işbirlikçi sermaye ile emperyalist sermaye arasındaki anlaşma, emperyalist sermayenin faizi, patent ve royaltı hakkı ile sınırlıydı. Sermaye ihraç eden tekel bundan ötesine karışmaz. İşbirlikçi sermayenin işçilerle pazarlığı, vereceği ücreti, sendikalaşıp sendikalaşamayacağı vb. gibi şeyler anlaşma dışı kalıyordu.
Ama taşıma harekatı döneminde, taşınan fabrika ya da işletmenin tüm yönetimi taşınan tekelin doğrudan ana merkezine bağlıdır. Fabrika ya da işleteme, in- direk değil direk olarak emperyalist merkez tarafından yönetilir.Bu durum,emperyalizmin sömürüde yöntem değişimi yaptığını, çok önemli bir iç başkalaşım yaşadığını gösteriyor, ama emperyalizmin yok olduğunu, ortadan kalktığını asla göstermiyor.Tam tersine eskiye nazaran emperyalizmin egemenliğini ve yönetim mekanizmasını daha doğrudan bir biçime büründürdüğüne işaret ediyor.
İthal ikameli dönemde,Türkiye de kurulan Fort fabrikasının , Fort tekeline ödediği patent, faiz, royaltı gibi ödeneklerin yerini, taşıma harekatı döneminde nasıl bir sistem almıştır? İş birlikçi Fort kendi fabrikasını yönetme olanağını da kaybetmiştir. Montaj Fort fabrikasını, montajcı sermaye yönetirken, taşıma harekatının Fort fabrikasını doğrudan oligarşik merkez yönetmektedir. Bu da emperyalist egemenliğin azalmadığı, ortadan kalkmadığı, tersine daha doğrudan ve egemen hale geldiğini gösterir. Mevcut işleyiş, İşbirlikçi montajcı Fort’un mu, yoksa taşımacı Fort’un mu daha çok kar ettiği gibi bir hesabı yapmayı anlamsız kılıyor.
Sanayi taşıma harekatını, sermaye ihracı dönemi ile karşılaştırmak, sermaye ihracı dönemini merkantilizm dönemi yani meta ihracı dönemi ile karşılaştırmak gibi bir şey olur. Merkantilizm döneminde, altın,gümüş, para gibi milli servet sayılan kıymetli madenler ihraç etmek yasak, sakıncalı ve “vatan ihaneti” olduğu için, meta ihraç eden emperyalizm, meta ihraç etmiş olduğu ülkelerde koloniler bu kolonilerde komprador burjuva sınıfı yaratıyordu. Meta ihracı ve merkantilizm dönemi aşılıp, sermaye ihracının yapıldığı dönemde, geri kalmış ülkelere, sermaye ihraç edildi. Bu süreçte de geri kalmış ülkelerde ithal ikameli montaj sanayileri ve işbirlikçi burjuvazi oluşturuldu. Taşıma hareketi sürecinde ise geri kalmış ülkelere ağır sanayi ikame ediliyor. Bir sanayi dalı bütün fason işletmeleri ile birlikte taşınıyor.
Bu süreçlerin her birisi kendi başına komplike bir değişim ya da başkalaşımdır. Hem emperyalist ülke, hem de geri kalmış ülke açısından nitel iç değişimler yaşanıyor. Bütün bu süreçlerde değişmeyen tek şey, sömürünün kendisidir. Meta ihracı yapan, sermaye ihracı yapan ve sanayi taşıma harekatını gerçekleştiren emperyalizmin sömürü tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Üretim ilişkileri hariç bütün ilişkileri nitel bir değişime uğruyor. İş birlikçi burjuvazi içinde durum aynı. Emperyalist burjuvaziye sömürü tarzı değişiyor ama sömürülmesi değişmiyor. Kendi ülkesinin işçisini, emekçisini, tüketicisini sömürme tarzı değişiyor ama sömürüsü değişmiyor. Sömürü var oldukça kapitalizm, kapitalizm var oldukça da sömürü var olmaya devam edecektir. Sömürü devam ettiği sürece de mali oligarşi varlığını koruyacaktır. Mali oligarşinin varlık nedeni, tabir yerindeyse sömürüde ki hiyerarşik yapıyı düzenlemek ve korumaktır.
Oligarşiyi oluşturan en tepede olacak, yönetip denetleyecek, üleşimde en büyük payı o alacak. Sonrakiler yani daha alttakiler, oligarşinin koyduğu sınırlar içinde paylarına düşeni alacak ve hiçbir koşulda egemen olamayacaklardır. Oligarşi oligarklar arasında el değiştirebilir, ama işbirlikçi bir ülke ve sermayesinin mekanizmasına dönüşemez. Çünkü sermaye düzeni, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, ***** balıklarının parçalayıp yediği büyüğün küçüğe, güçlünün zayıfa hükmettiği, kıran kırana bir rekabet ve ona dayalı bir disiplin düzenidir.
Bir aile şirketinde bile hiç birisi diğerini kayırmaz, tersine onun ayağını kaydırma ve yutma fırsatı kollar. Kapitalizm böyle bir şeydir. Artık kendi başına bir kapitalizm yoktur. Kapitalizm emperyalizmdir. Emperyalizmin bittiği yerde kapitalizm de biter. Kapitalizmin sinesinden doğup, onu dönüştürüp, tarihteki yerine koymadan ve onun yerine geçen bir düzen oluşmadan ne kapitalizm ne de emperyalizm sona erebilir. Kapitalizmin sinesinden doğup,onu tarihe gömüp, onun yerine geçecek olan düzende sosyalizmdir.
Lenin, tekelcilik kapitalizmin en üst ve en son aşamasıdır demişti. Elbette bu belirleme, kapitalizmin tekelleşir tekelleşmez en üst aşamaya çıkıp, oradan da son bulacağı anlamına gelmiyordu. Tekelleşme aşamasına varınca tek tekele doğru tırmanacak ama tek tekeli yaşayamadan kendi karşıtına dönüşecekti. Bu gün dünyada bir tek tekel durumu yoktur. Dünya bankası, dünya ticaret örgütü, İMF, tek, tek ülke ve dünya borsası gibi yapılanmalar bir dünya oligarşisi oluşturmuş durumda. O nedenle bir dünya oligarşisi var. Ama söz konusu oligarşi, tek tekelden falan değil, binlerce tekelden oluşuyor ve birbirini yiyen rekabete devam ediyorlar. Mevcut duruma bakarak söyleyecek olursak, tek tekele varabileceğini gösteren tek bir veri bile orta yerde yoktur. Olacak gibi de gözükmüyor. Fakat yolun sonuna doğru yaklaştığını gösteren bir çok somut veri var.
Somut veriler: kapitalizmin evrensel boyut kazanıp, globalleşerek dünyayı doldurması, artık taşacak yer bulamaması, fakat yönettiği insan toplumunu doyurma yeteneği gösterememesi, işsizliğin toplumsal bir sorun halini alması, açlıktan ölenlerin sayısının her geçen gün artması, dünyanın eko sistemini tahrip etmesi, tahribatın her geçen gün derinleşmesi, dolaysıyla hem doğa hem de insan toplumu ile uzlaşmaz bir çelişki içine girmesi, artık değer üreten canlı emeğin yerine nesnelleşmiş emeği koyarak, canlı emeği üretim sürecinin dışına iterek, üretim güçleri ile üretim ilişkilerini bir daha tamir edilemeyecek kadar temelde bozmuş olmasıdır.
Toplumsal Ortak Aklın Oluşması
İnsanlığın bu güne kadar yaşamış ve aşarak geride bırakmış olduğu bütün toplumsal sistemler, üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkinin derinleşmesi, çakışıp bozulması nedeniyle kendi sonuna doğru ilerledikçe, tarih bir toplumsal ortak aklın oluştuğuna da tanıklık etmiştir. Bir sonraki sistem bir öncekinin sinesinden, yeni bir üretim gücü, yeni bir üretim ilişkisi ve yeni bir ortak akılla birlikte doğmuştur. Feodalizm köleci sistemin sinesinden, feodal üretim ilişkisi ile birlikte feodal bir toplumsal akılla da doğmuştur. Köle beyinin aklının yerini derebeyi ya da feodal ağa, üretim gücü olan kölenin yeniri yeni üretim gücü olarak, marabalık alırken, köleyi satma, isterse öldürme aklın yerini; marabayı öldürememe, satmama, başka bir anlatımla daha özgür köle yapma toplumsal ortak aklı alıyor.
Toplumsal sistemler, kavgasız sancısız değişemez, başka bir sisteme dönüşemezler dedik. Ancak, sistem iç başkalaşım yaşarken, karşıtların birliği yasası gereği, bir sonraki sistemi doğal olarak kendi sinesinde üretme ve süreç içerisinde oluşan toplumsal akıl ve bilgi birikimi ile evrimsel bir dönüşümün yaşanabilirliğini de vurgulamak gerekiyor. Toplumsal akıl ve bilgi birikimi, diyalektik yasayı tümden değiştiremez, ebenin yani zorun tarihteki rolü belki değişmez, ama dozu değişebilir. Maddenin en yüksek ürünü olan aklın birikimleri, milyonlarca yılın öncesinden beri kodlanarak saklanan değerler manzumesinin bütünüdür. Düşünsel ve eylemsel tüm olayları çekip çevirenin akıl olup, böylesine milyonlarca da yılın birikim ve değerlerine sahip olması toplumsal olay ve değişimlerde kale alınması gereken bir fenomen olabileceğini düşünmek gerekir.
Önceki yıllarda da vardı ama 21.y.yıl insan yaşamında uzmanlıklar y. yılı olacak gibi. Fizik, tıp, mühendislik, hukuk vb gibi uzmanlık alanları kendi içinde de çok fazla uzmanlık dallarına ayrıldı. Örneğin eskiden bir doktor bütün hastalıklara bakarken, şimdi her hastalığın bir uzman doktoru var. Hastanın doğru uzmanına gidebilmesi için pratisyen hekimlik tıp da çok önemli bir dal haline geldi. Kapitalizm çıkarı gereği bütün bilim dallarına girip tümünü paraya tahvil ettiği için akıl süreç içerisinde toplumsal bir akıla dönüşüyor. Başka bir söylemle akıl da üretimle birlikte toplumsallaşıyor.
İnsanın bilincini sosyal yaşamının belirlemesi Marksist yaklaşım gereği, ortak toplumsal aklında mevcut üretim güçleri, üretim ilişkilerine denk bir şekilde oluşması gerekir. Üretimin dünya çapında toplumsal bir üretime dönüşmesi toplumsal aklın çapının büyümesi, birikim ve değerlerin geniş çaplı değerler düzeyine çıkmasını da sağlayacaktır. Bütün bilim dallarında çalışan entelektüel ve kollektif emek sahipleri, sanayide, tarımda, kamu alanında ve başka alanlarda çalışan herkes kapitalizm konusunda ortak akıl ve bilgi birikimine sahip oluyorlar. Söz konusu ortak akıl sadece bir ülkede oluşan ortak akıl değil, evrensel boyutlu bir ortak akala doğru gelişim gösteriyor. Çünkü bu gün bütün dünyaya egemen olan global kapitalizm, üretim ve üleşim ilişkisini sadece bir ülkenin tüketim kapasitesine denk olarak yapmıyor. Üretimi, üleşimi ve tüketim planını dünya çapında yapıyor. Üretim, tüketim ve üleşimin dünya çapında ve evrensel düzleminde yapılması; üretim güçleri, üretim araçları, üretim ilişkilerini de uluslar üstü bir boyuta yükseltiyor.
Bir bilim dalı ve uzmanlık alanları çok çeşitli kollara ayrıldıkça, bütün bilim ve üretim dallarının sıkı bir irtibata girmeleri de kaçınılmaz oluyor. Dolaysıyla üretim toplumsallaşıyor. Aynı üretim ilişkisi içinde, doğan tüketim de giderek toplumu bir tüketim toplumuna dönüştürerek tüketimi toplumsallaşıyor. İnsanı sürülükten çıkartıp, toplu yaşayan insan toplumuna dönüştüren ve bütün toplumlar sürecinde de varlığını sürdüren üretim, tüketim, üleşim fenomenlerinden sadece üleşim, toplumsal, eşit bir paylaşıma dönüşememiş olarak kalıyor. Onun da olabilmesi için, toplumsal aklın, üretim araçlarını belirleyici kesimini toplumsallaştırarak, üretim, tüketim alanlarında oluşmuş olan toplumsallığa denk bir paylaşımı da toplumsal bir konuma getirmesi gerekir.
Yeni Bir Dünya Mümkündür
Kapitalizm, Feodal üretim sistemi içinde bir nüve olarak doğdu, üretim araçları, üretim güçleri, üretim biçimi, üretim ilişkisi şeklinde, gelişti ve buna denk olarak oluşan toplumsal ortak akılla, anı bir sıçrama sonucu feodalizmi ekonomik ve siyasi olarak sona erdirdi ve kapitalizmi egemen bir sistem olarak inşa etti. O nedenle, bütün çelişkilerine rağmen yaşamaya devam ediyor. Bu yaşanan somut örnekte de görüldüğü gibi,ekonomik alt yapısız sağlıklı ve kalıcı bir sisteme dönüşecek siyasi bir üst yapı oluşamayacağı gibi, kendi düşünsel ve siyasal üst, yapısını oluşturmayan bir ekonomik alt yapı da söz konusu olamaz.
Sosyalizm, kominal toplumun bir üst yapısı olarak oluştu, kominal toplum, sınıflı topluma dönüştü, fakat sosyalizm ütopik olarak düşünsel ve belli durumlarda da lokal gelip geçici pratik girişimler olarak yaşaya geldi. Ekim Devrimi ile, evrensel boyutlu bir toplumsal sisteme dönüşme beklentileri yarattı. Ama evrensel bir boyuta çıkamadığı için yıkılıp tarihe karıştı.
Ekim devrimi bir üst yapı kurumu biçiminde, politik bir iradenin ürünü olarak doğdu. Ekonomik alt yapı şeklinde sosyalizmin anası olacak kapitalizmin sinesinden doğmadı. O nedenle, Rusya da sosyalizm düşüncesi ve siyasi üst yapısı kapitalizmin bağrından doğan bir kurum olarak şekillenmedi. Bu yapısal oluşumundan dolayı ekonomik alt yapı üst yapıyı değil, siyasal üst yapı ekonomik alt yapıyı şekillendirdi. Düşünsel ve siyasal yapı, ekonomik alt yapının bir ürünü olarak oluşmadığı için ayakları havada kaldı, ekonomi nesnel bir zemine oturamadı. Bundan dolayı reel sosyalizm, ayağı yere basmayan, sosyalizmi el yordamıyla kuran bir sistem durumuna düştü. Ancak, “proletarya diktatörlüğü” adına kurmuş oldukları bürokratik diktatörlükle yetmiş üç yıl yaşatabildiler.
Ekim Derimi, bir Rus Bolşevik devrimidir, ama insanlığa yararlanması gereken çok büyük bir miras bırakmıştır. Özellikle de bilimsel düşünen, toplumsal olgulara bilimsel olarak yaklaşan herkes için bir hazine teşkil etmektedir. İnsanlığa bırakmış olduğu en önemli derslerden birisi, bir ülkede devrim durumunun doğması, devrim yapabilecek yetenekte bir öznel yapının bulunması durumunda, o sistem ne kadar kaotik ortamlar yaratırsa yaratsın ,kaotlar oluşturarak onları yönlendirirse yönlendirsin bir toplumsal devrimi, bir toplumsal alt üst oluşu önleyemez.
İkincisi, devrimden sonra, yeni sistem, bir öncekinin bağrından doğmuş olan ekonomik alt yapının üstüne oturtularak, siyasal yapı, ideolojik teorik üretim bu temelde yapılmazsa; oluşturulacak ekonomik düzey ne olursa olsun, oluşturulan devlet bürokrasisi ne kadar dev cüsseli olursa olsun, ne kadar güçlü silah, güçlü ordu, devasa istihbarat örgütüne sahip olursa olsun o sistemin yıkılışının önüne asla geçilemez. Ekim devrimi sonrası kurulan reel sosyalizm, Rusya’ yı yarı feodal bir toplum düzleminden atom silahına, güçlü bir bürokratik devlete, dünya çapında güçlü bir istihbarat örgütüne sahip, gelişmiş bir kapitalist ülke düzlemine yükseltmiştir. Ama o sosyalizm dedikleri ve her şeyi de adına yaptıkları sistemi yaşatamamışlardır. Ekim Devrimi ve sonrasında oluşturulmuş olan sistemin ve o sistemin yıkılışı toplum bilimine bu önemli katkıları yapmıştır.
Geleceğin sosyalizmi, geçmişteki reel sosyalizmin geldiği gibi gelmeyeceği için yöntemi de argümanları da reel sosyalizminki gibi olmayabilir. Ekonomi politiği ile kapitalizmin sinesinden doğacak, kuruluşuna da, sistemleşmesine de sadece üst yapı kurumu olan politika,ideoloji değil, alt yapı kurumu olan ekonominin yasaları yön ve şekil verebilir. Bilimsel veriler, sosyalizmin, kapitalizmin bağrında bir nüve halinde oluşacağı, süreç içinde gelişerek, ekonomik alt yapısına denk bir ideolojik, teorik, politik, örgütsel üst yapısını şekillendireceği, nitel bir sıçramadan yani devrimden sonra, global kapitalizmin ona yani sosyalizme dönüşeceğine işaret ediyor.
Eğer sosyalizm doğacaksa böylesi bir anneden doğacaktır. Ancak bu gelişme sürecinin bir kaos ortamına sürüklenmeyeceği, burjuvazinin bir süre kaos ortamını katotlarla yönetmeyeceği anlamına gelmez. Sistemlerin yıkımları beraberlerinden çok çeşitli kaos ortamları da getirebilirler. Ama 21. y. yıl insanı, kaosların üstesinden gelebilecek bilgi ve yetenek birikimine sahip gibi. O nedenle daha makul bir sürede ve daha usturuplu yöntemlerle geçiş yapma olanaklarının yakalanması ve başka bir dünyanın yaratılabilmesi de mümkündür.
Teslim TÖRE