Böyle giderse,Dıkılınız

#1
Fehmi Koru, 15 Ağustos 2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki “Böyle giderse dışlanacaklar” başlıklı köşe yazısında; “Türkiye’nin birlik, dirlik ve huzura yeniden kavuşma ihtimalinin büyümesi, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinin dirilişinin de habercisi... Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti; 'Kürt sorunu' onlardan biridir... “ ifadesini kullanmış.

Bu ifadenin “Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı.” cümlesi, en can alıcı olanıdır.

Bana göre, sosyolojik olaylardaki neden-sonuç ilişkisi tersyüz edilmiştir. Kürtlerin hoşgörüsünü ve sabrının sınırlarını zorlayan bir değerlendirmedir. Burada “ince bir diplomatik tarz”ın kullanılmış olması ayrıca insanı öfkelendirir.

Tarihin kronolojik sıralamasında “boşluk” bırakılmış, önemli bazı tarihi olaylar görmezden gelinmiştir. Ve aslında bir “sonuç” olan bir olgu bir “neden” haline getirilmiştir.

Eğer kronolojik “boşluk” istek dışı oluşmuş ise, bir tarih bilgisi yetersizliği ile yok eğer irade dâhilinde oluşmuş ise, bir tarih, toplumsal sosyoloji, siyasal ve insanlık katliamı ile karşı karşıyayız demektir.

Üzüntü duyacağımız bir yön daha vardır. Ne yazık ki, böyle düşünen çok sayıda yazar, sanatçı, bürokrat ve siyasetçimiz de bulunuyor.

Doğrusunu bilmediklerini tahmin etmiyorum. Çünkü okuma yazması olan kişilerdir. Okunanı anlayabilecek melekelere de sahip olduklarını düşünüyorum. Görmüş geçirmiş yaşa da gelmişler. Geriye ne kalıyor sizce?

Modern değil, “erdemli insan” olmanın da bir üçlemesi vardır. Ahlaklı olmak, vicdan taşımak ve adil davranmaktır. Bahsi geçen yazının yaptığı, bilerek ve isteyerek sosyal doğrulardan uzaklaşmak değil mi? Yazar ve aydın olma iddiası ve etiğiyle bir uyarlılığı var mı? “Erdemli insan olma” nın üçlemesini yok saymak olmuyor mu?

Tarihsel kronolojiye bir göz atalım.
1920 yılına kadar ortak bir “milli mücadele” veriliyor. Var olan sınırlar içinde bir devlet kuruluyor. Ve herkese ihtiyaç duyulan bir ortamda kuruluyor yönetim şekli cumhuriyet olan bu devlet.

Kuruluş felsefesine uygun, hiçbir etnik, dinsel ve sınıfsal kimliğe özel vurgu yapmayan ya da öne çıkamayan” inşa anayasası”, 20 Ocak 1921 tarihinde kabul ediliyor.

Türkiye Cumhuriyeti, 1923 yılında “Kuruluş felsefesinden” uzaklaşmaya başlar. Anayasada yapılan değişiklerle “tekçi devlet” anlayışına evrilir. Devletin artık bir dini ve bir dili olur. Din İslam, dil ise Türkçe’dir artık.

1924 yılında yapılan yeni anayasa ile “Teklik” ve ”Türk”lük daha da katılaştırılır. Çoğulculuğu ifade eden her durumun vidaları sıkıştırılır.

Ve 13 Şubat 1925 tarihinde, o dönemde Diyarbakır ili Eğil ilçesine bağlı “Pîran” köyünde meydana gelen bir çatışma “Şeyh Sait isyanı” nı başlatır.

Şeyh Sait İsyanı gerekçe gösterilerek 03.03.1925 tarihinde hukuk dışı idari tasarrufların, hukuk etiği ile bağı olmayan yargı mekanizması ve yargılama şeklini içeren Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılarak yürürlüğe sokulur.

Burada bir parantez açmaya ihtiyacı vardır. İsyan öncesinde İslam dininin yaşam içindeki rolüne dair anayasa düzleminde bazı pozitif gelişmeler, etnik kimlik hususunda ise birden fazla negatif gelişmeler yaşanmışken, isyanın gerekçesini tümüyle din eksenine oturtmak siyasal ve sosyolojik bir zorlama olur.

Görüldüğü üzere Şeyh Sait İsyanı bir neden değil, “milli-ortak mücadele” öncesi ve sırasında kabul edilen Kürtlük ve haklarının inkârı, Kürtlerin“Türkleştirilmesi” ne karşı bir itiraz ve bir isyandır. Yani bir sonuçtur.

Tarihsel diyalektik, “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” kısır döngüsüne ne girer ne de kendini hapseder.

Eğer birileri sadece Türkleri dahi seviyorlarsa, Kürtlerin beyin kapasitesi, tarih bilgisi, düşüncede kazandığı derinlik ile alay etmekten vazgeçsinler. “Alavere dalavere Kürt Memet nöbete” devrinin kapandığını görmeleri gerekir. Kürtler onurlarına sahip çıkmak için büyük acılar yaşadı. Ve büyük bedeller vererek korudu.

Bu gerçeği görmeyenler inatlarını sürdürürse onlara inanan hiç kimse kalmayacaktır.

Düşünlerimi bir fıkrada özetlemek istiyorum.
Çobanın biri kaymakam olur. Ve bir gün odasında sekreteriyle beraber otururken kapı çalınır
Kaymakam,
-“Dıkıl” diye seslenir.
Sekreter,
-Sayın kaymakamım siz artık çoban değil, koskoca bir kaymakamsınız, biraz daha kibar olmalısınız, der.
Kaymakam,
“O zaman Dıkılınız.” der.

Mihdi Perinçek -Aktuelbakış
 
#2
Fehmi Koru, 15 Ağustos 2009 tarihli Yeni Şafak Gazetesindeki “Böyle giderse dışlanacaklar” başlıklı köşe yazısında; “Türkiye’nin birlik, dirlik ve huzura yeniden kavuşma ihtimalinin büyümesi, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesinin dirilişinin de habercisi... Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti; 'Kürt sorunu' onlardan biridir... “ ifadesini kullanmış.

Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı. Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti; 'Kürt sorunu' onlardan biridir...

bence bu cümle çok şey ifade ediyor..
1- içinde gerçeği gizleme var
2- içinde yalan var
3- içinde saptırma var
3- vs..
4- ve en önemlisi içinde itiraf da var....
bu anlamda.., dikkatlice tane tane analiz edelim......

söylemin sonuç tespiti..; 1925 yılından sonra olanların pek hoş olmadığı yani cumhuriyetin ana zeminden kaydığı ve bir çok soruna neden olduğudur...
..?..ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı.
..
ve....yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti..
burada anlaşılmayacak bir şey yok.. bir itiraf ve özeleştiri gibi..!!!
yinede şu zorunda kalındıyı ele almak gerekir...

Türkiye Cumhuriyeti 1925 yılında çıkan Şeyh Said isyanı ile birlikte kuruluş felsefesinden sapmak zorunda kalmıştı.
tüm olumsuzlukların nedeni ne imiş, şeyh sait isyanı...!!! bu olmasa türkiye cumhuriyeti de bu sapmayı yaşamayacak bir sürü olumsuzlukları yaratmayacaktı..... yani suçlu bulundu kürt halkı ve isyanıdır..
burada neden isyan etti rahat mı battı gibi soruları sormayacağım..
bir karışıklığı aydınlatmaya çalışacağım.....
madem şeyh sait yani kürtler bu apmanın nedeni .. peki.. aşağıdaki cümle ne anlama geliyor...
Takrir-i Sükûn Kanunu ile başlayan yeni dönem bugün karşı karşıya olduğumuz pek çok soruna ebelik etti; 'Kürt sorunu' onlardan biridir.
kürt sorunu bu sapmanın bir sonucu iken nasıl aynı zamanda başlangıcı olabiliyor ki..
çok kısa süren ve bir bölge ile sınırlı kalan bu isyan nasıl koca bir devletin kuruluşunu etkiliyebiliyor.. ve en önemli soru da.. madem başlangıç felsefesinde kürtler sorun yaşamayaktı da neden isyan ettiler.. hadi ettiler de nasıl bu kadar etlileyebildiler..

fehmi koru bir suçlu(bahane) arıyor.. her zaman ki ve herkes gibi de kürtleri buluyor..
oysa biliyor ve biliniyor ki.. cumhuriyet 1923 ile birlikde değişdi.. kürt isyanının bir nedeni de buydu..

bu bilmeceyi çözmek gibi gayretkeşlik yapmamın nedeni aslında başkadır..
türkiye solu bu demagojilerle büyüdü.. halende bunları yutuyor...

* pkk ve kürt direnişi milliyetçiliği hortlattı
* pkk ve kürt direnişi abd emperyalizminin türkiyeyi bölme planlarıdır..
* pkk ve kürt direnişinden dolayı sol gelişemiyor..
* vs. vs.
var mı farkı...!!!!

fehmi koru bu "yemeğin" yıllardır ısıtılmaya gerek kalmadan sürekli "yutulduğunu" biliyor...

ankara da başlayan bu kuruluşa.. kemalizm deniliyor.. ve kimi onaylıyor kimi yandan onaylıyor kimi de faşist deyip geçiyor...
ama o süreci analiz eden yok..
ulusal kurtuluşdu.. yada kurtulamadı yarım kaldı emperyalizme teslim oldu.. vs..

18 mart 1920 de istanbul işgal edildi ve neclis basıldı....
neden...???
aynı zamanda misak-ı milli açıklanmış ve kabul edilmişdi.. yani musul buraya dahildi.. ingilizlerin asla kabul edemeyeceği bir şeydi..
böylece ağırlık ankaraya kaydı.. istanbul gibi önemli bir ana merkez diskalifiye edildi..
bu tarihten itibaren de tasfiyeler başladı.. önce silahlı güç olan kuva-i seyyareler..m. suphiler.. arkasında inönü-çakmak ikilisi var.. sonra da devam etti.. 1920-25 izmir süikastına kadar sürdü.. bu arada musul, lozan da "derin dondurucuya" konuldu..

yine aynı dönemde ingiltere 17 ekim devrimini kafkaslarla afganistan-iran ile sınırlamakla meşkuldü.. ve en önemli olan atlanan olayda.. 1918 ingiliz işgali ile başlayıp tam 6 yıl süren berzenci ayaklanmalarıdır..
bunları veri almadan 1918-26 analizi yapılmaz yada fehmi koru gibi yaparsın...

evet..; musul ve dolayısı ile kürtler gerek türkiyenin gerekse ırakın günümüze gelen biçiminde etken olmuşlardır ama bu etkenlikleri asıl olarak ingilizlere sorun du türkiyeye değil.. bu yüzden parçalandılar ve bu ülkelere esaret olarak "emanet" edildiler..


şeyh sait hatalıdır ama bu yüzden değil zamanında berzenciye sahip çıkmadığından.. hatalıdır.. dar çıkarlarla sınırlı politikalardandır.. ama haklıdır da...
çünkü ingilizler orta-doğu konseptini kürtlerin parçalanması ve asimilesi üzerine kurdular..
bu konsept başlı başına bir sorunlar nedenidir.. kürtler hatalarına karşın.. sürekli direndiler.. bu anlamda yeni konsept kürtler dikkate alınmadan kurulamaz.. bu anlamda bir lokma-bir hırka ile satın almaya çalışıyorlar.. zamanında araplara ve ankara oluşumuna yaptıkları gibi.. bunu bilen ve kaşı politikalara göre direnenleri de istemiyorlar.. pkk ve çizgisi gibi..

bunları görelim artık....
bu emperyalistlerin sürekli yöntemidir.. bunu atlayıp, emperyalizm bölünme gericilik vs. gibi "okutulan" teoriler..yüzünden bu gerçekleri red etmeyelim...
tarihi doğru okuyalım.. birilerinin "okuttuğu" tarihle analiz yapılmaz...

yanlış yaşam doğru yaşanmaz...


dostlukla

suat
 
Son düzenleme:
Üst